- 1126 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
MANTO
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Geçen kışı emektar ceketimle atlattım ancak bu kış mümkün değil. Ceketim; bırakın beni korumayı, kendini bile korumaktan aciz. Mutlaka bir manto almalıyım, almalıyım da, neyle? Harcamalarımı ne kadar kısıtlasam da bir manto parası biriktiremedim bütün yaz. Tek çarem bitpazarı. Daha önce, bir gün yolumun bitpazarına düşeceğini söyleselerdi, gülerdim. Ne yazık ki yaşam çok acımasız! Ayrıca orada bildik bir yüzle karşılaşmak da ayrı bir korku. Korkuyu yüklenerek tutuyorum bitpazarının yolunu.
“Başkalarının düşüncelerine bu kadar değer verdiğini bilmezdim. Ne olur biri seni bitpazarında görürse, ayıp mı?” diyor içimden bir ses.
“Ayıp değil, değil ama…”
“Ama; ne? ”
“Bilmiyorum. İlk kez bir başkasının giysisini sahipleneceğim. Her şeyin ilki zordur bilirsin.”
İçsesim, dışsesim ve daha cılız çıkan “bilmem ne sesim” böyle birbirleriyle konuşurken, gözüm bir dükkânda asılı kırmızı mantoya takılıyor; sanki “Ne duruyorsun, bak ben günlerdir seni bekliyorum,” diye bana sesleniyor. Küçük bir pazarlıktan sonra manto benim oluyor.
“Giyecek misin abla?” diye soruyor satıcı. “Hayır, paketleyin lütfen…” Sonra birden vazgeçiyorum, “Hayır, hayır giyeceğim.”
Sırtımda bir emaneti taşır gibiyim. Oysa manto beni çoktan sahiplenmiş, sıcacık sarmış. “Kim bilir kimdi, bunu benden önce giyen?” diye düşünürken “Çok mu önemli?” diye soruyor içsesim.
“Değil ama…”
“Ama ne?”
“Ya hastalıklıysa ilk sahibi?”
“Mantoyu giymeseydin hasta olmayacak mıydın? Geçen kış hastanede yattığını ne çabuk unuttun?”
“Haklısın. Belki mantom olsaydı o hastalığa yakalanmayacaktım; ama…”
“Yine ama! Sana kaç kez söyleyeceğim; ama’larla, keşke’lerle sürdüremezsin yaşamını. Olasılık hesaplarını bırak, an’ı yaşamayı öğren.”
“Sanki yabancı birinin kokusu üzerimde gibi…”
“Ne diyorsun sen! Bir şeye sonradan sahiplenenler, ilk sahibinin özelliklerini alırlar diye bir kural yok. Kalbi değişen biri, o kalbin ilk sahibinin duygularını mı yaşar? Kornea nakli olan, başka bir gözle mi görür yaşamı?”
Ne zaman otobüse bindim, ne zaman eve geldim anımsamıyorum bile. Mantomu çıkarıp asıyorum, asıyorum da gözüm hâlâ onda. Mantoyu tekrar sırtıma geçiriyor, boy aynamın karşısına geçiyorum. Ellerimi ceplerinin içine soktuğumda, cebinin birinin yırtık olduğunu ayrımsıyorum. Yırtıktan elimi sokuyorum, o da ne! Mantonun içine hapsedilmiş, katlı bir kâğıt. Zorlukla okunuyor silinmeye yüz tutmuş yazılar: “Bitmeyen işler yüzünden / Siz böyle olsun istemezdiniz / Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi / Kalbinizi dolduran duygular / Kalbinizde kaldı” İyice afallıyorum Necatigil’in bu dizelerini okuyunca. Bu dizeleri mantonun ilk sahibi mi yazmıştı, yoksa ona bir başkası mı? Hayır, hiç önemi yoktu bunun. Şimdi benim elimde olmasıydı önemli olan. Evet; bu, bana bir mesajdı. Elim telefona uzanıyor, bakışlarını devamlı üzerimde hissettiğim ama fırsat vermediğim O’nun numarasını çeviriyordu: “Merhaba, benimle çay içecek zamanın var mı?”
Mayıs 2012
Nesrin İNANKUL