- 825 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
SAYIN BAŞKAN: MİGUEL ASTURİAS
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
1899 yılında Cludat kentinde dünyaya gelen Miguel Asturias, Guatemala’nın yetiştirdiği en büyük edebiyat adamıdır. Asturias, şiir ve roman dalında edebiyat dünyasına nadide eserler kazandırmıştır. Sanatçı San Carlos Üniversitesinde eğitim gördükten sonra 1923 yılında Avrupa’ya gelmiş ve uzun süre Paris’te kalarak Sorbonne Üniversitesi’nde Orta Amerika kültür hazinesi üzerine araştırmalar yapmıştır. İlk yapıtı olan ( Amerika Yerlilerinin Dinleri ve Efsaneleri ) adlı folklor incelemesi,bilimsel değerinin yanı sıra, büyük yazarın daha sonraki yapıtlarında kullanacağı malzemeyi de kapsamakta ve üstün anlatım tekniğinin temelini oluşturmaktadır. Asturias, ancak ülkesindeki faşist yönetim yıkılıpta dostu Arbenz cumhurbaşkanı seçilince Guatemala’ya dönecek;çok geçmeden de Meksika, Arjantin ve Fransa’da büyük elçi olarak yurdunu temsil edecektir. Armas’ın faşist hükümet darbesinden sonra, bu görevinden ayrılan ve gene Paris’te sürgün hayatına başlayan Asturias,1963 yılından sonra gene Guatemala’nın Paris büyük elçisi olmuştur.
Asturias’ın, hayatıyla olduğu kadar yazarlığıyla da, iki cepheli bir mücadeleyi sürdürdüğünü görüyoruz. Yerli atalarının devraldığı Maya kültürünü tüm boyutlarıyla yeniden değerlendirip işleyerek tanıtmak söz konusu mücadelenin birinci cephesini meydana getirmektedir. İkinci cephe ise, Orta ve Güney Amerika halklarını boyunduruk altında tutan Amerikan emperyalizmi ile bu emperyalizmin Guatemala daki temsilcilerine karşı yürütülen mücadele cephesidir. Ve Asturias’ınyapıtlarında, bu iki yanlı mücadele üstün bir anlatım gücüyle dile gelir.
Büyük yazarın edebiyat alanındaki ilk yapıtı, 1930 yılında kaleme almış olduğu ’ Guatemala Efsaneleri ’ dir. Yitip gitmiş bir kültürün bütün şaşaasıyla ve insanı hayran bırakan şiirli bir atmosfer içinde canlandığı bu yapıt, Asturias için, kendi soyunun gerçekte ve efsaneyle iç içe örülü dünyasına bir yaklaşım aracı olduğu kadar, sömürge koşullarının doğurduğu çatışmaları halk ruhunun derinliklerine çökmüş olan Maya kültürü kalıntılarının aynasında bir yansıtma çabası olmuştur.
Ama Asturias’ın dünya çapında ün kazanmasını sağlayan kitabı, 1946 yılında yayınladığı
’ Sayın Başkan ’ adlı romanıdır. Kuzey Amerika kumpanyalarının zoruyla iktidara gelmiş olan Cabrera’nın hayatını işleyen bu yapıtta, korkunç bir diktatoryanın kara gerçeği, yoğun şiir yüklü bir dil sayesinde adeta şekil değiştirip insanın uykusunu kaçıran bir dev masalı haline girmektedir. ( El Senor Presidente ) yani Sayın Başkan, yayınlandığı günden bu yana, Orta ve Güney Amerika’daki hükümet darbelerini haber veren bir barometre olmuştur. Asturias’ın kendi deyişiyle, ’ Orta ve Güney Amerika ülkelerinde bir darbe havası estiği vakit, kitapçı vitrinlerinden kaldırılan ilk kitap Sayın Başkan olur .’
Yazar, bu kitabın ardından, eski bir Maya efsanesinin çağdaş sorunlar içinde canlandırdığı Mısırın Yaratıkları adlı romanını yayınlamıştır. Ama Asturias’ın en verimli dönemi, 1950’den sonra başlamaktadır. Geçekten de bu dönemde, yoğun bir lirizmle olağanüstü bir fantazi havasının kaynaştığı şiirlerin ve Soluma adlı tiyatro yapıtının yanı sıra, romancının, dev çaplı bir üçlüye girdiğini görüyoruz. Kasırga, Yeşil Papa, Gözleri Açık Gidenler adlarını taşıyan bu büyük trilojide Asturias, yarattığı yeni anlatım tekniğinin doruğuna ulaştığı gibi, yurdunu sömüren yabancı emperyalist kumpanyaların iç yüzlerini de alabildiğine vurucu bir bilinçle ortaya sermektedir.
Trilojide egemen tip, Chicago’daki büyük bir tröstün başkanı ve Orta ve Güney Amerikaları sömüren United Fruit kumpanyasını simgeleyen Geo Marker Thompson ’dır. Milyonlarca insanın hayatına hükmeden M. Thompson, daima Chicago’da oturur ve tıpkı görünmeyen bir Tanrı ya da varlığı somut olarak duyulmayan bir kavram gibidir. Kasıga’da, Thompson’ın yönettiği tröstün balta girmemiş ormanları yok etmek suretiyle açtığı büyük muz bahçelerinde çalışan işçilerin ağır hayat koşulları altında ezilişi, küçük toprak sahiplerinin tröstün egemenliğine karşı direnişi, Guatemalalı yöneticilerin saldırgan beyazlara satılmışlıkları ve halkın dipten doğru yükselip gelen homurdanışı betimlenir. Kitabın sonunda birdenbire patlak veren kasırga, ezilenleri olduğu gibi ezenleri de sürükler. Kasırga burada, hem esrarlı doğa güçleri karşısında sömürgenlerin aczinin, hem de emperyalist kuvvetlere karşı başlayacak bir halk hareketinin simgesi olarak belirmektedir.
Zamanla çok daha keskin ve ödünsüz bir savaşçılık anlayışı doğrultysunda yapıtlar üreten Asturias’ın1956 yılında yayınladığı ’ Guatemala’da Hafta Tatili ’ adlı romanında, faşist bir rejimin boyunduruğu altında inleyen ülkesinin,Komünizmle Mücadele Dernekleri, mezarları kendilerine kazdırıldıktan sonra katledilen sendikacıları, halkı kırıp geçiren ücretli askerleri, iftira kampanyaları, yığın halinde tutuklamalar ve sorgusuz sualsiz kurşuna dizmelerle örülü acı gerçeğini olanca çıplaklığıyla ve büyük ustalara özgü bir röpörtaj tekniği içinde gözler önüne serdiğini görürüz.
Büyük Şair ve yazar Miguel Asturias’ı anlatmaya çalıştım sizlere. Yazımı bu güzel insanın yoldaşı olan Nazım Hikmet’e yazdığı şiir gibi sözlerle noktalıyor, anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
’ Büyük Türk şairi Nazım Hikmet’in kişiliği Latin Amerika’da büyük bir heyecan yaratmıştır. Onun Türkiye’nin kurtuluşu için savaşımı, bizim şair ve yazarlarımızın Latin Amerika’nın kurtuluşu için verdikleri savaşımla aynıydı. Çok değişik, birbirinde çok uzak dillerde. Nazım Hikmet ve bizim yazınımız aynı insanca özlemde ve şiiri gerçek sorunlarından kaçma aracı olarak görmeyi reddetmede birleşiyordu.
Bu anma gününde, Latin Amerika’nın bulunmaması olmazdı. Benim sesim ve büyük Türk şairine hayranlıkla katılışım onun imgesini, hem insanı hem de halkları esirleştiren kör güçlere karşı bitmeyen, yorulmak bilmez kavgada Nazım’ın taşımış olduğu ve taşıdığı anlamı yerine oturtmaya yarayacak.
Pek çok İspanyolca konuşulan bir ülkede, Nazım Hikmet’in tutsak edilmesine karşı imzalar toplandı. Pek çok protestolar, imzalar...Onu yalnızca kavga, protesto şiirleriyle tanıyorduk ve bu bize yetiyordu. Dünyanın bir yerinde, sanki aramızdaymış gibi hep aynı barbarlarla çatışan, şiire tutkun bir insanın varlığı, bize yetiyordu.
Bütün bunları ona, Paris’te birlikte geçirdiğimiz son yılbaşında söylemek fırsatını buldum. Şiiri unutulmaz bir şiirse, uzun tutsaklık ve sürgünlük yıllarının hiç bozamadığı şahsı da unutulmazdır; çünkü Nazım çıngırak sesleri gibi neşeliydi. Onu daha önce, Moskova’da barış konusunda uygulanmış Aritofon temi üstüne düzenlediği ’Kadınların İsyanı’ adlı tiyatro yapıtı sırasında tanımıştım.
Biçimden daha çok esasla ilgileniyor, şiirini azar azar kabuklarından sıyırıyordu. Sevdiği insanların ;Türk halkı, tüm dünya halkının kendisine kulak vermesi için şiirini aydınlık ve içten konuşmaya uyarlıyordu. Aslında böylece de evrenselleşiyordu.
Şairi savaşçıdan ayırmamız olanaksız. Şiiri, barış savaşçısının siperden seslenen sesi gibi söylenecek, haykırılacak ezgilenecekti.
İşte Nazım Hikmet buydu. ’
YORUMLAR
Ne yazık ki yalnız ülkemizde değil, başka ülkelerde de aydın kesim hep sürgün hayatı yaşamıştır. Kalemin kılıçtan keskin olduğu bu vesile ile daha iyi anlaşılmaktadır.
Bir şair/yazarı tanıtan bilgilendirici yazının yazarını kutlarım. Aydın kalemler susmasın!
Susturulmasın!
saygımla