- 539 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
sevgi ile fasizmi yeneriz
Sevgi ile faşizmi yeneriz
Dördüncü kitabı Sevgiliye Mektuplar ile yeniden okuyucularla buluşan yazar Muhittin Çoban, “Türkiye toplumunda sevgisizlik hakim. Faşizme karşı muhalif güç yaratmanın yolu sevgiden geçer” diyor.
yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=18890#.UVOHrEWCb_K.email
Yazar Muhittin Çoban’ın, Düşüncede Yürümek, O Büyük Gün Geldiğinde, Bir Aşk Hikayesi ve son olarak da Sevgiliye Mektuplar adlı kitapları çıktı. 12 Eylül faşist darbesi döneminde idam cezası aldı. Ancak cezası müebbet hapse çevrildi. 10 yıl sekiz ay tutuklu kaldıktan sonra yurt dışına çıktı. Cezaevinde okumayı sevdiğini ve yazmaya başladığını belirten Çoban, en çok da 12 Eylül’ü anlatıyor. Son kitabı Sevgiliye Mektuplar’da 12 Eylül döneminde müebbet hapse mahkum edilen bir devrimciyi anlatıyor. Kitapta işkenceler, açlık grevleri, görüş yasakları, idamlar, firarlar ve hapshaneye dair çok şey var. Çoban ile yazma serüvenini, son kitabını ve sürece dair görüşlerini konuştuk.
‘Sevgiliye Mektuplar’ dördüncü kitabınız, bize yazma serüveninizi anlatır mısınız?
‘Sevgiliye Mektuplar’la okuyucuyla bir kez daha buluşmanın tatlı heyecanı içerisindeyim. Bundan önceki kitabımın adı, ‘Bir Aşk Hikayesi’ idi. Ve 81 yılında Adana Cezaevi’nde idam edilen Mustafa Özenç’i anlattığım ‘O Büyük Gün Geldiğinde’ adlı biyografik çalışmayla okuyucuyla buluşmuştum. Diğer bir kitabımın adı da ‘Düşüncede Yürümek.’ Uzun yıllar yazmak diye bir düşüncem yoktu. Okumayı da sevmeyenler arasındaydım. Faşizme karşı mücadele vermek, bağımsızlık mücadelesi içerisinde yerimi almak, bağımsız bir Türkiyeyi kurmak tek önceliğimdi. 12 Eylül faşizmi geldikten kısa bir süre sonra yakalananlar arasındaydım. Darbe gelince yurt dışına kaçma olanağımın olmasına rağmen kaçmadım, amacım arkadaşlarımla birlikte faşizme karşı mücadele etmekti ve böyle de yaptık. Uzun yıllar yargılandım. İdam cezası aldım, sonra müebbet hapise çevrildi cezam. 10 yıl sekiz ay mapus yattım. Bu süre içerisinde okumayı sevdim. İlk yıllar kitap, Tv, gazete, mektup yasaktı. Bir dizi eylemlilikler sonucunda ufak ufak haklar aldık. Önce bize Teksas-Tommiks çizgi romanları verdiler. Daha sonra pembe diziler (aşk romanları) verildi, ardından mafya romanları, derken klasikler cezaevine alınmaya başlandı. Okudukça okuyordum. Tek huzurum ve mutluluğum kitaplardı. Okudukça şu soruyu sormaya başladım: Neden ben de yazmıyorum? Seksen sekiz yılından sonra küçük küçük yazma eylemine girdim.
Kitaplarınızda genellikle 12 Eylül sürecinde yaşadıklarınızı yazıyorsunuz. Bu süreçler sizin yaşamınızda ne gibi değişikliklere yol açtı?
12 Eylül sadece sıradan faşist bir darbe olarak algılanmamalı. Toplumda köklü değişimler yaratıldı. Çağdaşlaşma yolunda akan halkı ters akıntı yaparak toplumu aydınlanma öncesi döneme doğru akıtmaya başladılar. Sadece solcuları, devrimcileri temizlemek değildi gayesi, Toplumu da değiştirmek, dönüştürmekti. Devrimcileri etkisiz hale getirmeyi başarınca topluma yöneldi, tüm toplumu teslim aldı, mualif bir güç bırakmadı. Burjuva partilerini, sendikaları, dernekleri ve parlementoyu kapadı. Bugünkü AKP iktidarı ta o günlerde tasarlandı. Her yerde kuran kursları açıldı, her mahalleye bir dergah denildi. Toplumu kadercileştirmenin en iyi ve en kestirme yolu bulunmuştu; din. İnsanlara din verildi, iradeleri ellerinden alındı. 12 Eylül faşist devrimi hepimizde köklü değişimler yaptı. Düşünebiliyor musunuz algılamada dünyada son sıralardayız. Kaderci toplum olduk, tepkisiz toplum olduk, erkekler ise tepkilerini sadece namus konusunda verebiliyorlar, sadece kadınlara güçleri yetiyor. Lakin bana olumlu katkısı oldu bu faşist devrimin. Okumayı sevdim, düşünmeyi sevdim ve yazmayı sevdim.
‘Sevgiliye Mektuplar’ yalnızca müebbet hapse mahkum edilmiş bir devrimci tutsağın duygularını dile getirmekle kalmıyor, aynı zamanda insana ve aşka dair değerlendirmeler de içeriyor. Bu kitabı yazarken hissettiklerinizi bize de aktarabilir misiniz?
‘Sevgiliye Mektuplar’daki duygular sadece benim duygularım olarak algılanmamalı. Mapus arkadaşlarımın duyguları olarak algılanmalı. İnsanı anlattım ben. Mapusta bile aşık olabilecek bir insanı. Düşünsenize, müebbetlik bir mahkum var. 2017 yılında tahliye olabilecek bir insan birine aşık oluyor, aşkı bir dal olarak görüyor, o dalla yaşama tutunuyor. Yaşamla bağını hiçbir şey koparamıyor, buna mapushanenin kalın duvarlarının bile gücü yetmiyor, yetemiyor. Ayrıca 12 Eylül faşist devrimi sevgisizlik ekiyordu topluma. Aşkı öldürüyordu, insanı bitiriyordu. Aşkı, sevgiyi, insanı bitirmenin yolu kişinin elindeki onuru almaktan geçiyordu. Cezaevinde bizleri onursuzlaştırmak için özel kampanyalar düzenliyorlardı, özel işkence yöntemleri buluyorlardı. Toplumda bu maya tuttu. Artık bugün Türkiye toplumuna sevgisizlik hakim. Artık o muhteşem aşklar yaşanmıyor. Kimse kimse için üzülmüyor, toplum vicdanını yitirdi, acıma duygusundan arındı, duyarsızlaştı, insanlar kendine bile yabancılaştı. Bugün faşizme karşı muhalif bir güç yaratmanın yolu sevgiyi yeniden ekmekten, yeşertmekten geçiyir; yoksa faşizmi yenemeyiz, hiç yenemeyiz. Bu mektuplarla faşizmi yenmek için bir adım attım, sevginin ekilmesinde küçük bir katkıda bulundum.
Sürgünde yaşayan bir yazar olarak ülke kültürü ve insanlarıyla ilişkinizi kitaplarınız aracılığıyla sürdürüyorsunuz. Sürgünde yaşayan bir yazar olmanın zorluklarından bahseder misiniz?
Benim bedenim sürgünde, ruhum orada, sizinle. Her gün haberleri izliyorum, Türkçe romanlar okuyorum. Türkiye’nin Suriye ile savaşa sokulmak istenmesini korkuyla izliyorum. Türk -Kürt çelişkisi sürekli derinleştiriliyor, kardeşçe yaşamanın koşulları hızla tüketiliyor; işsizlik aldı başını gitti, yoksulluk büyüdü ve halk korkudan daha bir içine çekildi, pısırıklaştı. Aydınlarımız zaten oldu bitti pısırık. Sadece aydınlarımız sesini çıkarsa kardeş kavgasını durdurmaya yeter. Yani bilmenizi isterim ki Türkiye’yle yatıyor, Türkiye’yle kalkıyorum ve hala Türkçe rüyalar görüyorum.
Son gelişmeler hakkında ne diyeceksiniz? Özellikle Paris’te katledilen üç kadın devrimci ve Kürt sorununun çözümüyle ilgili...
Fransa’da işlenen, üç kadının katliamıyla sonuçlanan cinayet karmaşık gibi görünse de hiç de karmaşık olmayan, kim ve kimler tarafından yapıldığı belli olan bir eylem. Son derece çirkin, çirkin olduğu kadar da terbiyesizce bir eylem. Ama bu eylemi yapanlar hepimizce bilindiği için bu terbiyesizlik onlara yakışıyor. Umarım devamı olmaz bu eylemlerin, süreci etkileyecek çirkinliklerden kaçınılır. 30 yıldırdır süren bu savaşın bitirilmesine yönelik adımlar atılıyor bu günlerde. Bu savaş sürecinin bitirilmesine yönelik her olumlu ve insani girişimi desteklemek gerek. Bu savaşın devamından yana olanların durup insanlıklarını sorgulamaları isterim. Bu savaş bundan öteye bir adım gitmez. Bu savaşın tek kaybedeni halklar oluyor, çünkü bu savaş sadece halkları yoksullaştırıyor. Barış hemen şimdi, geç kalınmadan ama onurlu barış. İnanıyorum ki Kürtler tercihini onurlu barıştan yana kullanacaklardır.
TURGUT TÜRKSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.