- 6588 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
ATATÜRK IŞIĞI KÖY ENSTİTÜLERİ
Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencileri temel atma töreni için Keklik Kırına geliyorlar.(Fotoğraf:Mustafa Güneri)
Atatürk’ün 5 Mayıs 1925 yılında kurulmasına karar verdiği Atatürk Orman Çiftliği’nin kısa sürede yeşermesi büyük heyecan yarattı. 1924’lü yıllarda bugünkü Gençlik Parkı ve çevresi karabulut gibi sivrisineğin uçuştuğu bir bataklıktı. Bu bataklık ancak 1940’lı yıllarda kurutulabildi. İşte bunun gibi bataklık alanlar bu yolla canlandırılmış, olmaz denen yerde ağaçlar boy vermeye başlamıştı. Bunlar görülüp örnek alınması gereken büyük projelerdi. Zaten Atatürk, “Burayı biz ıslah etmezsek, kim ıslah edecektir? Vatan toprakları kutsaldır, kaderine terk edilemez.” (1) demekle herkesin dikkatini çekiyordu. Büyük adam, ulu önder; topraktan, ziraat ve tarım işlerinden geri durmayacağını böylece göstermişti. O’nu izleyenler, 1940’lı yıllarda, Köy Enstitülerini kurmaya karar verenler, bu nedenle elverişli olmayan alanları seçip, okullar kurdular. Olmaz denen yerleri yeşertip köylümüze örnek alanlar oluşturdular.
Hasanoğlan Köy Enstitüsü de böyle bir yerde kurulmuştur. Okulun kurulduğu yer “Keklik Kırı” diye bilinen yerdir. Özellikle seçilmiştir. Bomboş, çıplak bir toprak parçası olan bu alanın ancak bazı yerlerinde ekim yapılabiliyordu. Bu nedenle burada; Hamurbasan sırtı denen yer, bina yapımları için belirlendi.
Kepirtepeli öğrenci Recep Bulut’un; “… Her taraf çırılçıplak, sessiz ve bomboştu.” (2) dediği bu alan başta onların çabaları olmak üzere, diğer köy enstitülülerinin katkılarıyla çağdaş bir köye ve bir ormanlık alana dönüşecekti. Öyle de oldu. “Çorak bir yeri yemyeşil etmek, bir bataklığı kurutmak, susuz yere su getirmek, köy enstitülerinde ahlak eğitiminin ta kendisi oluyor, vatan sevgisi, insan sevgisi, bilim sevgisi bu işler içinde kendiliğinden kazanılıyordu.” (3)
Anadolu’nun çorak toprakları suya kavuşacak, suyla doyan toprak yeşerecekti. Bataklıklar kurutulup ağaçlarla süslenecekti, her tarafta üretim olacak, verim artacaktı. Dağlarda, ovalarda çalışan insanlar bilgiyle, teknolojiyle üretimi artıracak, Ege bölgesi halkının söylediği gibi; Anadolu’nun “dağlarından yağ, ovalarından bal” akacaktı. Ziraat işlerinde öğrenilen bilgilerle Anadolu köylüsü aydınlanacak, örnek alacağı öğretmenlerden çok şeyler öğreneceklerdi. Dağlarda, kırlarda açan çiçekler boşa açmayacak, arıcılık çalışmaları yoğunlaşarak bala dönüşeceklerdi. Bölgesel özelliklere göre donanımlı yetişen köy enstitülü öğretmenler, kocaman aydınlıklarını yayarak köylümüze yol gösterecekti.
“Köy Enstitüsü kurucularının bir başka ilkesi, her türlü eğitim ve öğretim işine, çevrenin en kötü şartları içinde başlamaktı. Sulak, uğrak, yumuşak yerlerden mahsus kaçıp Enstitüleri en olmayacak diye bilinen yerlerde kuruyorlardı. Böylece iş ve masraf artıyor, zaman kaybediliyor ama öğrencinin gideceği yeri yadırgamaması, her çeşit zorluğu yenmeğe alışması gibi baha biçilmez bir insan değeri, bir öncülük gücü kazanılmış oluyordu. Üstelik okul, hazıra konan, verilenle yetinen bir kurum olmaktan çıkıp yaratıcı, yeşertici bir çehre kazanıyordu. Köy Enstitülerinin en fazla yadırganmış, çatılmış olan kaba sabalığı, ter kokusu, tozu toprağı arkasında işte bu cömert, bu soylu düşünce saklıydı. Kaldı ki bugün Köy Enstitülerini gezenler, ilk durumlarını bilmedikleri için, hepsinin en güzel yerlerde kurulmuş olduğunu sanabilirler.” (4) Eyuboğlu haklıydı. Okulların gelişmiş, büyümüş halini görenler hep böyle sandı. Oysa yılların çabası, öğrencilerin, öğretmenlerin bitmez çalışma gücü bu hale getirmiştir. Örneğin; Arifiye Köy Enstitüsü’nün yeri diz boyu çamuruyla bataklık bir yerdi. Sivrisineklerle yaşanmaz bir ortam halindeydi. Köy Enstitülü öğrenciler burayı da; yaptıkları binaları ve diktikleri ağaçları ile yaşanır hale getirip, okul haline dönüştürmeyi başardılar.
Susuz, ıssız, çıplak Kepirtepe bozkırında kurulan Kepirtepe Köy Enstitüsü öğrenci ve öğretmenleri, toprağın gevşek bir yapıda olması nedeniyle bina yapımlarında çok zorluklar çektiler. Temellerin sağlam olması için, oldukça geniş ve derin temel kazıları yapmak zorunda kaldılar. Onlar kazdıkça gevşek olan toprak kazılan yerler yıkılıp geliyordu. Bu koşullarda sürdü binaların yapımı. Su için yaklaşık 100 metre derinliğinde iki artezyen kuyusu açıldı. Su bulunmuştu ve Kepirtepe de yeşermeye hazırdı. Kepirtepe’ye suyu sağlayan kuyuya okul müdürü Nejat İdil’in adı verilerek “İdil Suyu” denmiş, çabası saygıyla karşılanmıştı.
Pazarören Köy Enstitüsü, 1567 m yüksekliğinde olan Pazarören düzlüğünde kurulmuştur. Kayseriye 81, ilçeye 29 km uzaklıktadır. Ortasından Zamantı Irmağı geçmesine karşın, bu ırmak sulamada kullanılamamıştı. Pazarören toprağı ekime uygun olmayan ve çevrede hiç ağaç bulunmayan yaklaşık 30 haneli bir köydür. Bu köyde ilkel bir hayvancılık ve tarım vardır. Kısaca burada, bu olumsuzluklar içinde kurulan Pazarören Köy Enstitüsü; ulaşım, sağlık, iklim, çevre koşulları, iletişim açısından yokluklar içindeydi. İşte Pazarören bu ortamda doğmuş ve yeşermiştir. Emeği geçen köy enstitülü öğrencilerinin bitmez, tükenmez çabası, onların çalışma gücü başarıyı da getirdi. Yılmadılar Köşkerler dağından içme suyu getirdiler. Banyo ve tuvaletlerde sular akmaya başladı. Çevre aydınlatması için üretecek (Jeneratör) sağlandı. Daha önceleri aydınlanmada kullanılan gaz ve lüks lambalarına, gemici fenerlerine gereksinim duyulmadı. Okul büyüdü, binaları, laboratuarları çoğaldı. Bir bilim yuvası oldu.
Bu güç, yorulmak bilmeyen bu çalışma yeteneği nerden kaynaklanıyordu? Birden bire ne olmuştu da bilimsel bir imece başlamıştı? Köy çocukları ne oldu da boylarından büyük bu işlere kalkıştılar? Bu; ulusumuzda var olan yaratıcı güçten kaynaklanıyordu. Bunu ilkin Atatürk sezdi ve değerlendirdi. Ulusuyla kol kola, omuz omuza verip kafa tuttu yedi düvele. Yetmedi, ulusumuza Cumhuriyeti, Cumhuriyet Devrimlerini sundu. Ulusumuz da O’na Atatürk dedi. Türk’ün Atası dedi, kol kanat gerdi. Böyle olmasaydı, halkın gücünü sezmeseydi niceydi halimiz? Söylemeye gerek yok. Bilirsiniz.
İşte Atatürk aydınlanmasına gönül veren aydınlar, cumhuriyetin temel taşlarına sahip çıkanlar yola devam etti. Aydınlanma yolunda adımlar atmayı sürdürdüler. Bunlardan ikisi Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’tu. Bunlar Köy Enstitülerinin oluşumunu gerçekleştirirken, ulusun uyuyan gücünden yararlandı. Uyandırdılar onları, kişiliklerini kazanmalarına ortam hazırladılar, ışık tuttular onlara, onları canlandırdılar. Onlara güvenip okullar açtılar. Bu nedenledir ki Tonguç; sık sık köy enstitülerinin “… ulus enerjisinden doğmuş” (5) kurumlar olduğunu söylerdi.
Oldukça büyük başarılar elde ettiler. Başarılı olmakla kalmadılar ve bu sistem dünya eğitim tarihinde şerefli yerini aldı. Bu başarı; ulusun gücüne inananların başarısıydı, bu Atatürk çizgisinin sürdürülmesi halinde başarılı sonuçlar alınacağının göstergesiydi.
Öyleyse Türk Ulusu’nun genlerinde var olan “çalışkan” ve “zeki” olmak niteliklerini yeniden kavramalıyız. Özlediğimiz başarılara ulaşmak için, alacağımız yolu bu niteliklerle donanmış olarak sürdürmeliyiz.
Biline ki; Atatürk ışığı, Atatürk çizgisi de yolumuzu sonsuza dek aydınlatacaktır.
Mehmet ERBİL
www.mehmet-erbil.tr.gg
(1) Mustafa Balbay,Heyecan Yaşlanmaz, Cumhuriyet Kitapları, s.110, Mart 2009.
(2) Engin Tonguç,Bir Eğitim Devrimcisi İSMAİL HAKKI TONGUÇ Yaşamı, Öğretisi, Eylemi, s.296, İzmir 2009.
(3) Sabahattin Eyuboğlu, Mavi ve Kara, s.246,İstanbul 1973.
(4) a.g.e s.246
(5) Engin Tonguç, a.g.e, s. 574
YORUMLAR
TEKRAR YORUM.
Gençlere şimdi, stadlarda konser verilip uyutuluyor... futbol fanatiği değilsen ayıplanıyor!.
Atatürk Gençliği, meşin topla uyutuluyor. Futbolun icâd amacı, Türk Gençliği üzerinde çok güzel uygulanıyor.
Daha konuşturmayın beni.
Sağlık dileğimle Selâm ederim...
kadiryeter Kadir Yeter.
18 NÎSAN 2013- Merkez İlçe- TRABZON.
Yazınızla ilgili bilgi eklemek isterim:
1- http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=96795
Emekli öğretmen, şair ve yazar Yusuf Aytin fotoğrafı için bakınız;
2- http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=65474
Mehmet Erbil
Selamlar.
“…
Köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere açılan bu okullarda, öğretmenler köylülere hem örgün eğitim veriyor hem okuma yazma ve temel bilgileri kazandırıyor hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretiyorlar. Ayrıca öğretmenler, gittikleri yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretiyor; kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50'lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.”
Diye açıklanıyordu bir yerde, bu son derece önemli eğitim kurumlarının amaç ve işlevi.
Bu değerli eğitim yuvalarını kapatanlar değil mi bugün ülkeyi, telafisi zor açmazların kucağında kıyıya sürükleyenler? Üstelik sadece kendi ikballeri, kendi siyasi hırsları uğruna ödünler vererek, rant sağlayarak, "kör parmağım gözüne" misali gerçekleri görmezden gelerek...
Bu okullar gerçek anlamda donanımlı insan yetiştiren; ülke ekonomisine, kültürüne, san'atına, sosyal ve toplumsal yapısına olumlu katkılar sağlayarak bugünkü seviyeye gelmesine dayanak oluşturan önemli eğitim kurumlarıyken;
Zamanla gerçek amacından uzaklaştırılır ve 1954’ de sermaye sınıfının dayatması ve o dönem mecliste çıkarılacak olan toprak reformu yasasıyla köylünün toprak sahibi olması, kendi toprağını işlemesi sağlanacakken; kendi egemenliklerinin sarsılmasından ürken ve bu yasaya karşı çıkan güç odaklarının baskısı sonucu kapatılır.
Cumhuriyet kazanımlarının köküne kibrit çakarak ülkeyi karanlığa sürüklemek akıl kârı değildir! Kupkuru bir bozkırın bereketli topraklara dönüşmesi, Anadolu’ nun gelişmesi, kendi kaynaklarıyla kendisini kalkındırması şüphesiz bu eğitim yuvalarının katkısıyla gerçekleşmiştir. Çok düşük olan eğitimli insan gücünü arttırmak amacıyla ilkokul mezunu zeki köy çocuklarının tespit edilerek bu okullarda okutulmaları sonucunda mezun olanların köylere öğretmen olarak atanması sağlanır. Bugün bu rahatlık içinde yaşamımızı idame ettirebiliyorsak, bunun dayandığı biricik gerçek, işte o gün bu eğitim yuvalarında yetişen insan gücünün emeği, alınteri, yaratıcılığı ve tabii ki sabrında gizlidir. Kolay mı? Kendi küllerinden kendisini yaratan yoksul ve yoksun bir ülke ve bir avuç insanın canla başla, onca sıkıntı ile canını dişine takarak bu ülkeyi bugünlere getirmesi kolay mı? Tabii ki bu ilerleyişin, bu gelişmenin itici gücüydü “Köy Enstitüleri” gerçeği.
“Köy enstitüleri yaparak öğrenim konusunda dünyada benzeri görülmemiş bir örnek oluşturmuş ve birçok akademik inceleme ve araştırmaya örnek olmuştur.
Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar,Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler de bu okullarda yetişmişlerdir.”
1950’ lerden sonra (1954)sağlıklı bir durum değerlendirmesi yapılmaksızın siyasete alet edilen bu eğitin yuvaları yurt genelinde kaldırılarak, bu ülkeye ve bu ülke insanına en büyük kötülüğün önü açılır. Sağduyu, tarihi gerçekler ve uygulanan yanlış politikalar tarih önünde birgün bunun hesabını verecektir şüphesiz!
İşte Atatürk aydınlanmasına gönül veren aydınlar, cumhuriyetin temel taşlarına sahip çıkanlar yola devam etti. Aydınlanma yolunda adımlar atmayı sürdürdüler. Bunlardan ikisi Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’tu. Bunlar Köy Enstitülerinin oluşumunu gerçekleştirirken, ulusun uyuyan gücünden yararlandı. Uyandırdılar onları, kişiliklerini kazanmalarına ortam hazırladılar, ışık tuttular onlara, onları canlandırdılar. Onlara güvenip okullar açtılar. Bu nedenledir ki Tonguç; sık sık köy enstitülerinin “… ulus enerjisinden doğmuş” (5) kurumlar olduğunu söylerdi.
Oldukça büyük başarılar elde ettiler. Başarılı olmakla kalmadılar ve bu sistem dünya eğitim tarihinde şerefli yerini aldı. Bu başarı; ulusun gücüne inananların başarısıydı, bu Atatürk çizgisinin sürdürülmesi halinde başarılı sonuçlar alınacağının göstergesiydi.
Öyleyse Türk Ulusu’nun genlerinde var olan “çalışkan” ve “zeki” olmak niteliklerini yeniden kavramalıyız. Özlediğimiz başarılara ulaşmak için, alacağımız yolu bu niteliklerle donanmış olarak sürdürmeliyiz.
Biline ki; Atatürk ışığı, Atatürk çizgisi de yolumuzu sonsuza dek aydınlatacaktır."
Minik bir puntosunu alıntıladığım bu değerli yazının satır aralarında ve içerik genelinde kuvvetle vurgulanan ana fikirle birlikte; bugün hâlâ "Ulus, Halk, Aydın, Çağdaş vs." sözcüklerinden korkan menfaatçi, kurnaz ve sığ anlayış sahiplerinin bir kez daha düşünmesi ve bu yaklaşımlarıyla bu halka, bu ülkeye iyilik değil kötülük ettiklerinin farkına varmakta geç kalmaması gerektiği yönünde bir uyanış, bir farkındalık ışığı yakılmıyor mu bu sözlerde?
Bu farkındalık, sorumluluk ve duyarlılıkla dolu yazının değerli kalemi, Mehmet Erbil Beyefendiye saygıyla...
Mehmet Erbil
Selam ve sevgiler.