- 610 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Gerçek
Gerçek
Bir şeyin tanımlanmasında karşıt olarak kullanılan o şeyin gerçeğidir! Gerçek de yalan da birbirine göreceli.
Gündüz geceyle bilinir gece de gündüz ile… O halde gece hükmünü sürdürdüğünde gündüz yalan, gündüz hüküm sürdürdüğünde gece yalan olur!
Gerçek, yalanın karşıtı olarak karşımıza çıkar. Yani gerçeğin, “Gerçek” olması da yalana göreceli! Yalanın “Yalan “olabilmesi de gerçeğe göreceli! Biri için diğeri yalan… O halde şöyle bir durum var; gerçek de yalan da aynı pozisyonda! Deliler köyünde, akıllıya “Deli” derler!
Gerçekliğin oluşması onun yalanının yani karşıtının var olmasına göreceli! Karşıtı olmayan bilinemez, algılanamaz! Yalanlanamayan, mutlak kabul gören hiçbir şey aslen gerçek de olamaz!
Herkesin gerçek algısı kendine göreceli! Birine “Gerçek” olan diğerine “Yalan” olabildiğinde gerçeklik izafi olarak oluşur. Yani bir şeyin var olabilmesi, “Gerçek” olarak algılanması için o şeyin yalanlanma ihtimalinin açık olmasıyla mümkün! Bu durumda iki karşıt da gerçek olur! Yalan ve gerçek birleşir o şeyi algılanabilir yapar! Ahreti gerçekleştirmek için Dünya’yı yalanlamak gibi… Peki hangisi gerçek?
Cevap; ikisi de aynı konumda! Dünya, gerçek ise ahret de gerçektir! Dünya yalan ise ahret de yalandır! Çünkü Dünya, ahretin mezrası (tarlası)dır. Tarla yalan ise mahsul de yalan olur! Tarla gerçek ise mahsul de gerçek olacaktır!
Tanrı tüm bildiklerimizin gayridir! Yani biz Tanrı’yı nasıl bilir isek O bildiğimizin gayridir! İnsan Tanrı’yı nasıl bilir ise ona öyle karşılık var! Bu nasıl oluyor?
Cevap; insan bildiği kadarını, hayal ettiği kadarına şahit olur! Ne kadar marifet kazanmışsa o kadar Tanrı ile bağ kurar! Bunu Rab ve Rabbulalemin algısıyla anlamak gerek! Kişinin Rab algısı kendi kabiliyetine görecelidir. Rabbulalemin ise insanın göreceli algısıyla tam olarak algılanamaz! Zaman ve mekan boyutunun sınırlarında göreceli algıladığı kadarı kendi Rab algısını oluşturur! Yani bildikleri, algıladıkları Rab algısının kapsamında inandıkları ise Rabbulalemin algısına aittir. Burada inanç devrede! Rab algısının izafiyeti inançla aşılmaya çalışılır!
Ben ve O (Tanrı) hangisi gerçek?
Cevap; ya ikimiz de gerçeğiz, ya da ikimiz de yalanız! Ben gerçek isem algıladıklarım da gerçektir! Ben yalan isem algıladıklarım da yalandır! Oysa Tanrı mutlak gerçek kabul edilir! Tanrı “Ben” ile bilinir! Her şey zıddıyla bilindiği için insan Tanrı’yı “Ben” ile bilir! Bu durumda “Ben” Tanrı mı? “Enel Hak” boşa denmemiş… Durumu kurtarmak için şöyle bir çıkarım yapayım; “Ben” yalan, sanal olsun, O (Tanrı) gerçek olsun! Yani yalan olan “Ben”, gerçeğe ayna olsun! Gerçek de yalanla bilinsin. Ya da şöyle bir yol düşünülebilir; inançla aşılır bu sorun! “Ben yok O var!” denir ve buna güçlü olarak inanılır! Bana sorar gibisiniz! Benim için ha ben ha O, fark etmez! Birimiz var ise diğerimiz onun yansısı o halde O var, ben yansımayım… Yoksa Ben varım da O mu yansıma! Burayı kendiniz çözün. Herkesin “Gerçek” ve “Yalan”ı kendinin olsun! Nasılsa gerçekten yalan, yalandan gerçeğe çıkılabiliyor! Dünya ahrete çıkıyor. Yalan Dünya, gerçek ahreti ya da gerçek Dünya, “Yalan” ahreti gösterir! Yani hangisi gerçek, hangisi yalan sonuçta önemi kalmıyor! Biri diğerine ayna çünkü. Hangisinin gerçek olduğunu insanın kendi vicdanından başka belirleyecek bir şey ben bulamadım! Benim algılamama da bakmayın, sonuçta herkesin kendi algısı önemli…
Son tahlilde; herkesin bir gerçeği ve yalanı vardır! Herkesin gerçeği ve yalanı kendine, algılamasına görecelidir! O halde insanlar arasında bu göreceliliğin dayatılması egemenlerin kendi “Gerçek” algısını dayatmasından başka bir sonuç doğurmaz. Kendi gerçeğini ya da yalanını söyleyen “Enel Hak” diyen Hallac-ı Mansur egemenlerin gerçeğine kurban edilir…
Selametle;
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
İyi Kötü Göreceliliği
Siyahın beyazı göstermesi gibi. İyi olanı kötü, kötü olanı da iyi belirler. Kötü olmasa iyi diye bir kavram olmazdı. Normal seyirde bir şeye isim koymak için veya bilmek için onun karşıtı da olmalı ki bilinsin! Bu nedenle sözlüklerde bir şey karşıtıyla tarif edilmeye çalışılır!
İyi de benim kötü de…
İyi benim, bu kendime olan saygı ve güvenimin sonucu; kötü de benim, çünkü kötülenemeyen asla iyi de olamaz! Bir zalim diktatör kötülenemediğinden iyi bilinirse, iyi midir? “Nasıl bilirdiniz?” Diye sorar ya hani imam; “İyi bilirdik” derler? Desinler bakalım…
İyi olmak, göreceli.
Birinin iyi dediğine başkası kötü diyebilir! Zaten mutlak iyi, sadece kutsal kabuldür! Sorgulanamayan bir şeyin kabulü de ezbere olur, inanç olur; bilinç olmaz!! Sorgulamadan kabul edilen her şeyde, her zaman bir şüpheli durum vardır! Sorgulamaya açık olan ise iyi/kötü göreceliliğinde yerini kişiye izafi alır! Birinin attığını diğeri alabilir! Sana kötü, bana iyi; ya da bana kötü, sana iyi…
Deneyimlenmeyen hiçbir şey aslen bilinmez! Başkasının deneyimi sadece fikir verir bilmemize yaramaz. Bal yiyen bir adamı seyrederken, ağzını şaplatmasından balın tatlı olduğu düşünülebilir ama asla yenmeden balın tadı hakkında kesin bir bilgi sahibi olunmaz! Bu nedenle nakil gelen tüm bilgiler bizzat içselleştirilmeden “İyi” olarak kabul edilemez! İyi olduğuna inanılır sadece, bilinmez! Bilinmesi için deneyimlenmesi veya kötülenebilir olması gerekir! Kötülenemeyen, kötülenmesi yasak olan da bilinemez! İrdelenemez! Ezbere kabuller de taklit olur. Bal yiyen adamı seyredip, balın tatlı olduğuna inanmak gibi.
Son tahlilde; iyi/kötü göreceliliğinde kendi iyilerimizle yaşamaya çalışırız! Başkalarının iyileri ise sadece fikir verir! Dayatılan iyiler ise seyri bozar! Ezbere, taklidi bir “İyi” oluşur ve o da aslında “İyi” değildir, kötüdür! Firavuna göre Musa kötü, Musa’ya göre Firavun… Firavun kötü olmasa Musa’nın iyiliği günümüze ulaşır mıydı, Musa iyi olmasa Firavunun kötü namı günümüze kadar gelir miydi? İyi kötü birbirini besler ve birbirini açığa çıkarır. İyiler, kötüler sayesinde açığa çıkar. Her iyinin bir kötü yanı, her kötünün de bir iyi yanı böylece oluşur! Bu nedenle ezbere dalmamak gerek. İyi/kötü göreceliliğinde kendi “İyi”mizle yaşayalım. Kendi iyimizi belirlemekte özgür olalım…
Selametle;
Ahmet Bektaş
aydini
Ahmet Bektaş
Ahmet bey merhaba. Yine derin konulara dalmışsınız.Yaşarken, her şeyin gerçk olduğunun farkındayız.Öte dünyaya göçerken, nelerin olacağını kendimize göre az çok algılarız. Çünkü, o taraftan gelip, nelerin olduğunu anlatan kimseyle karşılaşmadık henüz.Pir Sultan Abdal'ın :"Cehennem dediğin dal odun yoktur/ Herkes ateşini burdan götürür./ iki dizesi,bu dünyanın ahretin tarlası olduğunu işaret ediyor.. Hallac-ı Mansur'u sen nasıl Hak olursun diye kurban edenler de egemenlerdir. Hallac-ı Mansur 'u anlamamış olmalılar.Saygılarımla...