rutin
Yalçın, cep kanyağına sıkı yumulmuştu. Yakıcı güneş gibi boğazından akan kanyak ciğerlere tutunuyordu. Kırkbeşindeydi, artık kemiklerinin gelişmiyor olmasını ve kemiklerde erimenin başladığını düşünüyordu. En azından artık süt içmesine gerek yoktu. Buna memnun gülümsedi. Erkek sütten kesiliyor, ancak memeden kesilmiyordu. Hayat boyu meme ihtiyacı duyuyordu. Bunları düşündüğü sırada gürültüyle titredi yeşil telefon. Özel dedektiflerin telefonları sürekli çalardı zaten. Bedri, telefonu beşiğinden kaldırdı. Ganyan bayiden arıyorlardı. Yalçın, uzun zamandır hipodroma ve ganyan bayine gitmiyordu, çünkü kaybetmiş insanlar arasında olmak kadar sıkıcı bir şey yoktu hayatta. İnsanların talihle bir sözleşmesi varmış gibi kaybedince öfkelenmelerini anlam veremiyordu.
“Bacını sikeyim! Yine koşuyu sattı.” Diyorlardı jokeyler için ve küfür gani, çünkü bedavaydı. Bir jokey at üzerinden düşünce onun ölmesini umuyorlardı. Ancak bir yarış sonra aynı jokey kazanınca çok büyük adam diyorlardı.
Başka biri kaybedince: “Bak aslında kupona yazmıştım. Son anda çıkardım.” diyerek çöpleri karıştırır ve buruşuk bahis kuponunu kendini ispatlama çabasıyla etrafa gösterirdi. Böyle adamların arasında olmak istemediği için artık gitmiyordu hipodroma ve ganyan bayine.
“Evet, Hamit. Son koşuyu kim kazandı?”
“Dört numara.”
“Arkası?”
“Altı.”
“Güzel, ikramiye sonucunu bildir. Sanırım on misli oynamıştım.”
“Tebrikler.”
Telefonu kapattı. Bir yudum daha aldı içkiden, kazanmış biri gibi memnun gülümsediği sırada telefon çaldı. Açtı. Arıyan Sinan’dı. Komisyon koparmak için sürekli iş teklifinde bulunuyordu. Özel dedektif değil sanki emlak işi yapıyordu.
“Yalçın, sana uygun bir iş var elimde.”
“Sinan, o elini kendi kıçına sok! Senden müşteri bulmanı istedim mi?”
“Daha duymadın bile.”
“İlgilenmiyorum.”
“Neden?”
“Sen söylediğin için. Bu aralar sakın karşıma çıkma. Sana bir yumruk borcum var.”
“Ne yaptım yine? Sana yardımcı olmaya çalışıyorum.”
“Sen kıçını bile kendin silmezsin. Benden uzak dur yeter.”
“Yalçın, kırıcı oluyorsun dostum. Beni dinle sonra karar ver.”
“Kırıcı mı? Bir yerini kırdığım zaman bunu söylemelisin.”
“Lütfen, anlatayım bir dinle.”
“Ne var Sinan? Bu kez ne var? Geçen sefer getirdiğin işi unutmadım.”
“Seks kulübü olayını mı diyorsun?”
“Evet. Beni o boktan yere yolladın!”
“Ne var bunda? Kulübün sahibi seni misafir etmek istemişti.”
“Evet, keşke bana arka odadaki kabinlerden bahsetseydin!”
“Bilmiyor muydun? ZAFER DELİĞİ. Odaya giriyorsun, delikten aletini diğer odaya uzatıyor ve rutin hayatlarından sıkılmış kadınların emmesi için bekliyorsun.”
“Senin gibi seks kulüplerinde gezmiyorum. O zafer deliği denen yere aletimi soktum ve diğer odada birisi emmeye başladı. Daha sonra merak edip baktığımda içeride bir erkek gördüm.”
“Tanrım!”
“Evet, sayende bir erkek tarafından emildim.”
“Bir şey sorabilir miyim Yalçın?”
“Sor.”
“Sonunu getirdin mi?”
“Güldüğünü duyabiliyorum Sinan. Sakın. Buna cevap vermiycem.”
“Üzgünüm Yalçın. Ama bu olay seni ibneleştirmez. Hem odada kadın olmadığını nereden bilecektin? Kendini kötü hissetmen yersiz. Şöyle düşün, bir erkeğin dudaklarıyla kadın dudağı arasında ne fark var? Ya da erkeğin anüsü ve kadının anüsü arasında cinsiyet ayrımı nerede başlar? Bu örnekleri çoğaltabilirim.”
“Senin ibnemsi sohbetlerini dinlemek istemiyorum. Dahası senden gelicek hiçbir şeyi istemiyorum. Ayrıca bir de horoz olayı var.”
“Ne horozu?”
“Bana yolladığın moruk. Adamın horozunu kaçırmışlar ve adam benden horozunu bulmamı istedi.”
“Hay allah, bilmiyordum, adam durumun çok özel ve önemli olduğunu, sadece sana anlatacağını söyleyince ben de bir şey sormadım.”
“Koyayım senin işlerine.”
“Peki horoza ne olmuş?”
“Adamın horozu çok ötüyor diye karşı evde oturan kancık şikayette bulunmuş, ve belediye zabıta göndermiş. İnanabiliyor musun? Ellerinde ses ölçme cihazı, horoz gürültü yapıyor mu diye üniformalı adamlar horoz kovalıyor.”
“Peki ne oldu? Ölçebildiler mi?”
“Horozu yakalıyamadılar.”
“Ve horoz birden ortadan kayboldu öyle mi?”
“Aynen. Benden horozunu bulmamı istiyordu.”
“Tanrım, üzgünüm Yalçın. Ama bak bu sefer iş çok güzel. Zengin işi.”
“Bunu sana vurduktan sonra konuşuruz Sinan. Şimdi kapatmalıyım.”
“Yalçın. Lütfen…”
Telefonu kapattı. Bir yudum daha çekti kanyaktan. Aslında paraya ihtiyacı vardı, Sinan’ın teklifini duymak istiyordu fakat gurur o kadar ucuz değildi. Telefon çaldı yine. Bu kez arıyan bir kadındı.
“Sanırım hamileyim.”
“Yeter artık. Bıktım. Birkez seviştik.”
“Hissediyorum, kadınım ben. Hamileyim.”
“O zaman benden değilsin. Çünkü ben arka kapıyı kullanırım.”
“O zaman olmuyor mu?”
“Kapatmam lazım. Seni sonra ararım.”
“Yalçın?”
“Ne var?”
“Bu akşam gelicek misin?”
“Bilmiyorum.”
“Ne biliyorsun? Bir şeyi de bil lütfen.”
Yalçın, bir süre sessiz kaldı. İki haftadır kadın yüzü görmemişti. Telefondaki kadını düşündü, kuru meme, pelte gibi karın, ağızda çürük diş, ve patlak anüs...
“Bu gece çalışıyorum. Belki yarın…” dedi Yalçın.
“Tamam, yine de bekliycem. Gelirsen, arabanı evin önüne parketme.”
“Biliyorum. Arkaya koyucam.”
“Hihihi. Bak yine yapıyorsun, beni şimdiden azdırdın. Senin için tıraşlıycam.”
“Kapatmalıyım.” Dedi Yalçın ve kapattı.
Sigarasını yaktı. Koltuğu tekerlekler üzerinde hareketlenip pencereye yaklaştı. Perdeyi aralayınca iki kat aşağıda sokakta yürüyen mini etek ve topuklu ayakkabı giymiş kadını gördü. Naylon çorap giyen kadınlara her zaman ilgi duymuştu. İzlemeye aldı. Tık. Tık. tık… Topuklu ayakkabı sesi beyninde sivri, delici şimşekler gibi çakıyordu. Birden sertleştiğini hissetti. Sigarasını küllüğe bıraktı, pantolonu sıyırdı ve uzaklaşan kadının arkasından asılmaya başladı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.