- 890 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Umudum Sensin
UMUDUM SENSİN
Çocuk ufak adımlarla annesinin yanına yaklaştı, kucağına oturdu. Minicik ellerini annesinin gözlerinden dökülen yaşlara uzattı. Annesine dokundu, annesini hissetti ve ardından konuştu.
‘Anne, anne ablam nerede?’
Annesi ağlıyordu, annesi üzgündü, çaresizdi. İçinden bir can kopmuş gibi yüreği yanıyordu. Çocuk durmadı. Yine sordu aynı soruyu.
‘ Anne, anne ablam nerede?’
Annesi konuşmadı. Ağzından bir tek kelime bile çıkmadı. Dili yoktu, lal’dı. Gözlerinden dökülen yaşlar yetiyordu. Gözleri onu ele veriyordu. Acılıydı. Yüreği param parça olmuştu. Bir keder kaplamıştı yüreğini. Vücudunu bir titreme aldı ve tekrar ağlamaya başladı. Bu sefer sesli ağlıyordu. O ağladıkça kucağında oturan çocuğunun da yüzü değişmeye başlamıştı. Korkmuştu. Ürkmüştü. Dokunsan ağlayacak bir hal almıştı. Annesine bakıyordu, annesi ağlıyordu. Onu kucağında unutmuş ağlıyordu. Dinmiyordu bir türlü gözyaşları. Sesli ağlıyordu. Bir eliyle çocuğunu sımsıkı tutmuş diğer eliyle yüzünü kapatmış ağlıyordu.
Duvarların dili olsa verecekti. Kapının dili olsa onunla beraber ağlayacaktı. Pencerenin dili olsa kadının pencereden baktığı yeri bir daha hiç ona göstermeyecekti.
Kadın ağlıyordu. Kadın kendini kaybetmişti. Kucağında oturan zavallı yavruyu da unutmuştu. Bu unutkanlıkta çocuk kendini annesine hatırlattı. Annesi onu unutmuşken o avazı çıktığı kadar bağırıp ağlamaya başladı. Öyle ağlıyordu ki sanki canlı canlı derisini yüzüyorlardı. Sanki ruhunu çekip bedeninden ayırıyorlardı. Öyle ağlıyordu ki sanki yeryüzü ile gökyüzü arasındaki görünmez sütunlar bir anda yıkılmış da üzerlerine devriliyordu arşı alem. Çocuk ağlıyordu. Çocuk nefessiz, çaresiz ağlıyordu.
Çocuğunun ağlaması annesini kendine getirdi. Kadın birden yerinden irkildi. Kucağındaki bebenin avazı çıktığı kadar bağırıp ağladığını görünce onun farkına vardı. Kucağındaydı ve hala avazı çıktığı kadar bağırıp ağlıyordu. Yeni bir şey hatırlamış gibi sımsıkı sarıldı çocuğa ve onunla beraber ağlamayı devam ettirdi. Lakin bu sefer sessiz ağlıyordu. Çocuğunu fark edince sesini kesmişti. Gözyaşları hala gözlerinden aşağı yağmur damlaları gibi sarkıyordu. Fakat artık yüreğinden çıkan gök gürültüleri sessizliğe bürünmüş yağmur kimsesizce yağıyordu. Hem ağlıyor hem de çocuğunu teskin etmeye çalışıyordu. Ama dışarıya akan gözyaşlarının bin misli yüreğinin çorak topraklarını ıslatıyordu. Görünmeyen bir gelecek için orada bulunan kusursuz tohumlara su veriyordu.
Allahtan başka kimsesi kalmamıştı kadının. Ne yapacağını, nereye gideceğini, kime başvuracağını bilmiyordu. Yardım edecek hiç kimsesi yoktu. Bu yabancı yerde tek başınaydı. Sanki buraya niçin gelmişlerdi ki. Eğer gelmemiş olsalardı şimdi yanlarında birçok kişi olurdu. Akrabaları onları yalnız bırakmazlardı.
Bütün bunlar aklında dolaşırken kocası geldi aklına. Sebepsiz yere göç yoluna çıkmışlardı. Niye böyle yapmıştı ki? Niye kimi kimseleri olmayan bu uzak yere onları sürüklemişti ki? Ama kocası da bir yandan haklıydı. Memleketlerinde hiç rahat değillerdi. Her gün kavga, her gün şamata, her gün ayrı bir dert. Kocasına hak verdi o zaman. O da ailesini düşünmek zorundaydı. Ve onun için bu kararı almıştı. Ailesinin kursağında bir lokmanın huzurla geçmesini istiyordu. Ama olmadı işte. Başaramadılar. Geldikleri bu yerde ancak iki odalı bir baraka bulabilmişlerdi. Buldukları bu barakayı kendilerine siper ettiler. Kendilerine yar, diyar, memleket yaptılar. Burada doğmuştu en küçük çocuğu. Bütün acılarını, sıkıntılarını burada çekmiş, burada onu dört yaşına kadar getirmişti. Çocuğu artık konuşuyor, denilen her şeyi yapıyordu. Annesi ağlarsa onunla beraber ağlıyor, gülerse onunla beraber gülüyordu.
Kadın çocuğunun gözlerine baktı. Minicik ellerinden tuttu ve öptü. Defalarca öptü duraksamadan. Çocuk da annesine bakıyordu. Olanlara anlam vermeye için uğraşıyordu lakin anlayamıyordu. Dört yaşındaydı. Annesi ne yaparsa ona uyuyordu. Başka bir şey yapmayı bilmiyordu. Kadın endişeli ve kızarmış gözlerle çocuğuna bakıyordu. Çocuğun ağlaması dindikten sonra yine aynı soruyu sordu annesine.
‘ Anne ablam nerede?’
Çocuk sordukça kadının gözleri yine dolmaya başlıyordu. Çocuk sordukça kadın kendinden geçiyordu. Çocuk sordukça yaşananlar her yandan ona hücum etmeye başlıyordu. Bir süre sonra dayanamayacak noktaya geldiğinde de gözyaşları aşağı süzülmeye başlıyordu.
Üzerinden epey zaman geçmesine rağmen bir türlü unutamıyordu. Unutulacak gibi de değildi zaten. Kadının gözleri yine doldu ve gözyaşları yanaklarından aşağı sessizce düştü. Pencereden dışarı bakınca tam da camın karşısında duran mezarlığı gördü. Mezarlık gözlerinin önüne geçince sessizce akan gözyaşları daha hızlı düşmeye başlamıştı. Çocuğun yüzü yine değişmeye başlamıştı. Yine avazı çıktığı kadar bağırmaya ramak kalmıştı.
Kadın çocuğuna baktı ve onun ağlamaklı olduğunu görünce gözyaşlarını sildi. Çocuğuna fark ettirmeden dışarıya bir kez daha baktı. Kocasını düşündü. Kendi kendine söylenmeye başladı. ‘ Demek ki allah onun rızkını buraya getirmişti’ dedi kendi kendine. ‘ Demek ki allah onun bedenini bu toprağa nasip etmişti’ dedi.
Yine pencereden dışarı baktı. Sonra çocuğuna döndü. ‘işte’ dedi.
‘İşte oğlum ablan orada yatıyor’ dedi.
Çocuk anlamadı. Boş gözlerle annesine baktı. Sonra bir gürültü kopardı. ‘Ablamı istiyorum’ diye feryat etmeye başladı. Kadın çocuğunu kucağına bastı, teskin etmeye çalıştı. Çocuk hala ‘ablamı istiyorum’ diye inliyordu.
Kocasıyla birlikte kızlarını nasıl büyüttüklerini düşündü. Fukaralık içinde ona nasıl gözü gibi baktığını hatırladı bir an. Kocası nerede ne iş bulursa çalışıyor onların bir şeye muhtaç olmasını istemiyordu. Bazı zamanlar geceleri bile işe gidiyordu. Tek isteği ailesini bu barakadan alıp ufak da olsa temiz daha güzel bir eve yerleştirmekti. Bütün isteği buydu ve başka bir şey istemiyordu. Bunun için gece gündüz çalışıyordu.
Fakat kızları onları anlayamamıştı. En kolay yolu seçmişti. Babasının ölmesinin üzerinden daha altı ay geçmeden onu istemeye gelenlerin karşısında annesine bağırıp ‘ beni vermezsen kaçarım’ demişti. Ve o şimdi ablasını ismini sayıklarken ablası annesinin acısı dinmeden evlenmek istemiş ve annesi de karşı çıkınca kaçmıştı. Halbuki annesinin acısının dinmesini bekleseydi annesi onun isteğini yerine getirecekti. Lakin çok aceleci davranmıştı. Böyle yaptığı için annesi de ondan soğumuş, onun artık onlara yaklaşmasını istemiyordu. Onu bir ölü gibi farz ediyordu.
Çocuğu endişeli ve yaşlı gözlerle bir daha sorunca ‘işte’ dedi kadın.
‘İşte çocuğum ablan şurada ki yatıyor’ deyip kocasının mezarını gösterdi. Çocuğunun gözyaşlarını sili onu bağrına bastı. Çocuğunun üzerine yırtık olan gocuğunu geçirdi. Ellerinden tutup ‘ hadi oğlum ablana gidelim’ çıktılar.
Hiç babasını görmeyen, bir aylıkken vefat etmiş olan babasının mezarına gittiler ablası zannederek.
Kadın kocasına gitti kızını ona teslim etmek istercesine. Nereye giderse gitsin onu yanına al, koru, bırakma bir yere dercesine. Nasıl olsa da evlat evlattı. Yapılan bütün hatalar rağmen atılmıyordu. Evlat sevgisi cennetin sevgisiydi ve yürekten düşmüyordu aşağı.
Kadın çocuğuna belli etmeden gözyaşlarını verirken kocasının toprağına içinden yine sayıklıyordu.
‘Umudum sensin. Umut sensin ya rab!’
Sellahaddîné bé Kûds
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.