- 554 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BU OLAYI İZAH EDEMİYORLAR
25 NİSAN 1915 ÇIKARMASI
18 Mart 1915 günü Çanakkale Boğazı’nda deniz savaşında kesin bir yenilgiye uğrayan İtilaf Devletleri 25 Nisan 1915 günü, kara orduları ile 3 yerden çıkarma yapmaya başlamışlardır.
Bunlardan Seddülbahir’e çok gizli olarak ve kendilerinin Y sahili olarak kodladıkları yerden yaptıkları çıkarma üzerinde bu güne kadar gereği gibi durulmamıştır.
BU OLAYI İZAH EDEMİYORLAR
Seddülbahir’in Ege kıyısında 3-4 km. kuzeyinde, Zığındere sahilleri 25 Nisan 1915 günü ilginç olaylara sahne olmuştur. Türk tarihçileri bu olaylara fazla önem vermeseler de İngiliz ve Fransızlar için buradaki hadiseler çok önemlidir.
Bu sahile özel bir görevle 2000 kişilik bir düşman birliği sabahleyin gizlice çıkarılmıştı. Buraya çıkan birliğin görevini bizzat Hamilton, “Yarımadanın güney ucunda yapılacak çıkarma dolayısıyla ve savaş gemilerinin yakıcı ateşiyle, kaçmaya başlayacak olan Türklerin, önünü keserek onları imha etmek” şeklinde vermişti. Bunun için bu birlik çıkar çıkmaz, sağa doğru, yani yarımadanın uç kısmına doğru yürüyüşe geçecek ve Türk birliklerini arkadan kuşatmıp imha etmiş olacaktı.
Hiçbir direnişle ve Türk askeriyle karşılaşmayan bu 2000 kişilik birlik, buraya yerleşip istirahata çekildi. Çaylarını kaynatıp keyifle yudumlamaya başladılar.
İLERİ GİDEMEDİLER
Böylece zaman ilerledikçe hiçbir ileri hareket yapmaksızın, bulundukları yerde bekliyorlardı. Yarımadanın güneyindeki şiddetli çarpışmaların silah seslerini duyuyorlardı. Aldıkları emir gereği harekete geçseler, en çok bir saat içinde hiçbir direnişle karşılaşmadan, savunma birliklerimizin arkasını kuşatmaları ve onları iki ateş arasında bırakarak direnişi sona erdirmeleri mümkündü. Buna hem sayıları, hem silah ve teçhizatları, hem de konumları çok müsaitti. Buraya çıkan askerlerin sayısı, yarımadanın uç kısmında savunma yapan, tüm Türk askerlerinin sayısından daha fazla idi. Şayet bunu yapabilseydiler, düşmanın ilk hedefi olan Alçıtepe’nin alınması, dolayısıyla bir savaşın kazanılması gibi, tarihin akışını kendi lehlerine değiştirmeleri mümkündü.
ÜRETİLEN BAHANELER
Bu özel görev birliğinin niçin bu görevi yapmadığı, niçin yürüyüşe geçmedikleri konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan birincisine göre, görev emrini alırken bir yanlış anlama meydana gelmiştir. Kendilerine Türklerin kaçış yollarını kesmeleri emri verilirken, emri veren; çıkıştan sonra hemen Türklerin arkasına doğru hücum etmelerini kastettiğini ifade ederken, emri alan ise kendilerine, Türkler kaçarken önünü kesmeleri emredilmiş olduğundan, bulundukları yerde, kaçacak olan Türkleri beklediklerini söylemiştir. Böylece bir yanlış anlama veya yanlış anlatma hadisesi sebebiyle, yürüyüşün yapılamadığı, mazeretini ileri sürmektedirler.
Başka bir bahaneye göre bu sahilde karaya çıkan 2000 kişilik birliğe komuta etmek üzere, iki ayrı albay görevlendirilmiş, bu iki albay da, birlikle beraber karaya çıkmış, her ikisi de kendisinin bu birliğin kumandanı olduğunu zannettiklerinden, bir komuta karışıklığı olmasından dolayı ileri yürüyüş gerçekleşememiştir. Gerçekten de bu birlik içinde iki adet albay vardır ve bunların isimleri de; Albay Koe ve Albay Matthews’tir.
Diğer bir görüşe göre, bu 2000 kişilik birlik, karaya çıkıp yerleştikten sonra, Hamilton’un karargahına telsizle ulaşıp ileri harekat için emir ister. Hamilton ise Seddülbahir çıkarma birliğinin komutanı olan General Hunter Weston’un, bu birliğe talimat vermesi için büyük bir çaba harcar. Ancak iki generalin haberleşmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla da, buradaki birlikler, o gün akşama kadar kendilerine bir emir verilmediği için bekleşip dururlar. Siper dahi kazmazlar.
Değişik bir görüş daha var:
Bu kumsal, Seddülbahir planına sonradan yapılan ve Hamilton tarafından düşünülen bir ekti ve Hunter Weston’un kendi planlarına uymuyordu. 25 ve 26 Nisan günlerindeki davranışı Hunter Weston’un bu konuyla fazla ilgilenmediğini, hatta hiç umursamadığını ortaya koymaktadır.
Buraya kadar olanlara akıl erecek gibi değildir. Ancak daha enteresan bir hadise meydana gelir:
Donanma Kurmay başkanı Komodor Keyes, bu sahilin açığından gemisiyle geçerken, askerlerin sahile rahatlıkla çıkmış olduklarını, herhangi bir çatışmanın olmadığını, askerlerin adeta kamp kurarak istirahat ettiklerini gördü. Hemen buraya daha çok kuvvet çıkararak savaşın kaderini bir anda değiştirmenin mümkün olduğunu kavrayarak, General Hamilton’u aramakla kalmadı, ilave asker çıkaracak gemileri de ayarladı, durumu rapor etti ve emir beklemeye başladı. Hamilton derhal Çıkarma birliklerinin komutanı Hunter Weston’la görüştü, olumlu cevap alamadı.
GERİ KAÇTILAR
Peki sonra ne olmuştur? İngiliz yazar Alan Moorehead’dan okuyalım:
“Bütün bu gelişmelerin sonucunda, güneşin tepeye yaklaştığı sırada, görülen oldukça şaşırtıcı bir manzaradır. İngilizlerin yarımadanın ucuna yaptıkları ana saldırı durdurulmuşken, 2000 kişilik tüm Türk garnizonunu, yok edebilecek durumdaki bu yardımcı birlik, hiçbir şey yapmadan beklemektedir. İçinde bulundukları çıkmazdan kurtulmaları o günkü komuta şartlarına göre mümkün de değildir.”
Az sayıdaki bir Türk birliği, batmakta olan güneşin ışığında, kuzeyden gelerek bu sahile saldırırlar. Albay Koe dahil 700 kayıp veren düşman 26 Nisan sabahleyin, aldıkları bir emre uyarak, sahile çağırdıkları gemilere kapağı zor atarlar ve canlarını kurtarırlar.
KAÇIŞ EMRİNİ KİM VERDİ?
İngiliz yazar Aspinall ise, bu akla aykırı enteresan olaylara iki adet ilave daha yapar:
Bunlardan birincisi 26 Nisanda saat 06 sıralarında bir İngiliz gemisi bu sahilde bulunan kendi askerlerini yanlışlıkla bombardımana tutmuştur.
İkincisi ise peşlerinde kovalayan ve silah atan hiçbir Türk askeri olmadığı halde, panik halinde gemilere binip kaçmaya çalışan buradaki İngiliz askerleri, çantalarını ve diğer yüklerini sahilde bırakmışlardır.
Zığındere sahiline çıkan ve tarihi fırsatı, akla ve mantığa uymayan bir takım sebeplerle kullanamayan bu askerlere, geri kaçış emrini kim vermiştir. Bu hiçbir zaman anlaşılamamıştır. Böyle bir emrin verilmiş olduğunu herkes duymuş ve can havliyle gemilere binmiştir, ama sonradan yapılmış bulunan titiz soruşturmalarda bu emrin sahibi bir türlü tespit edilememiştir. Albay Matthews, bu emrin birliklere, bir deniz binbaşısı olan Keyes tarafından verildiğini ileri sürmüşse de, hem Keyes’in kendi ifadelerinden ve hem de, ast rütbeli bir askerin, üst rütbeli bir asker bulunduğu bir ortamda her hangi bir emir vermeye selahiyeti olmadığı, gerekçeleriyle bu ihtimale inanılmamıştır.
OLAYIN ANLAMI
Hamilton ve kurmayları düş kırıklığı içindeydiler.
Y kumsalı olayında İngilizler, çıkardıkları 2000 kişiden hemen hemen 700 ünü kaybetmişlerdi. Seddülbahir ve V kumsalındaki sağlam tahkimatlı mevzileri arkadan çevirme fırsatı kaybolmuştu. Bunun ise Gelibolu seferine onarılamayacak bir hasar verdiği görülecekti.
Aspinall’in son değerlendirmesi ise şöyledir:
“İnce düşünüldü, müsait şekilde başladı, tereddütle sevk ve idare edildi, zelilane de nihayete erdi. Zığındere sahilindeki çıkış hareketinin tarihçesi işte budur. Bu sahildeki çıkışın asıl kıymetini, fırsat elden kaçıncaya kadar, takdir eden olmamıştı. Bu teşebbüsten elde edilen neticelerin, bu mevkiin düşman cenahı üzerinde neler yapabileceğini etrafıyla kavramaktan edinilecek olan faydalarla mukayesesi, insana kan ağlatır.”
General Hamilton, olanları öğrendiğinde hatıra defterine şunları yazacaktır:
“O kadar çok şey umduğum, planımın bir kısmının, gözlerimin önünde bozulması beni çıldırtıyor.”
SONUÇ
Gerçekten Zığındere sahili macerasında, akla mantığa uymayan şeyler olmuştur. Tüm savaşın kaderini değiştirecek olan bu İngiliz birliğinin, elini ayağını ve gözünü bağlayan nedir? Onları kaçmaya, hem de teçhizatlarını bırakarak kaçmaya sevk eden emirleri kim vermiştir? Bunları kimse izah edemiyor. Ancak akıl ve mantık sahibi için, geriye bir tek izah kalıyor ki, zaten bizzat düşmanlar da bunu kabul ve itiraf etmişlerdir:
Kur’anı Kerim’de de beyan edildiği üzere hakkıyla cihad eden kullarına Allah mutlaka yardım edecektir. (Hac Suresi-78). O gün hakkıyla cihad edilmektedir. Mehmetçik kul olarak üzerine düşen tüm savunma tedbirlerini almıştır. Teknik olarak, o andaki elinde bulunan tüm teknolojiyi kullanmıştır. Kendi gücünün yettiği noktaya kadar direnmekte, tetiği çekerken de cihad şuuru ile, besmele ile, tesbih ile, tekbir ile düşmana ateş etmekte, elinden gelmeyen, tüm gücünü harcadığı halde gücünün üzerinde bir uğraş gerektiren konuları ise, yine dininin kendisine öğrettiği gibi Allah’a havale etmektedir. İşte bu da ‘Hakkıyla cihad etmek’ kavramını oluşturmaktadır.
Şimdi düşünelim, yarımadanın ucunda bir avuç mehmetçik. Düşmanın verdiği rakamlara göre 1500 civarında... Kendisinden kat kat üstün sayıda ve kuvvette düşmana karşı hakkıyla cihad etmektedir. Düşman kaynaklarına göre bu oran bire altıdır. Yani düşman, askerlerimizin altı katıdır. Belki de daha fazladır. İşte bu askerlerimiz düşmana karşı hakkıyle cihad etmekte, güçlerini aşan konularda da, Allah’tan yardım istemektedirler. O anda arkalarını çevirmekte olan düşmandan, yani Zığındere sahiline çıkmış bulunan düşmandan haberleri yoktur. Onlara karşı o anda tedbir almak, güç ve imkanları dahilinde değildir. İşte o an Allah’ın yardımı aşikar olarak görülüyor. Bir de bakıyorsun, bu örnekte olduğu gibi, Allah düşmanlara akıl almaz hatalar yaptırıyor. Düşmanın bahanelerini incelerken, bunların akla, mantığa, askerlik kurallarına ve insan davranışlarına aykırı olduğunu ifade ettik. Ama Allah dilerse daha komik, daha mantıksız ve hiç yapılmayacak hataları düşmana yaptırarak, kendi yolunda hakkıyla cihad edenlere bu yolla yardım eder. İşte olan bitenin bizce izahı bundan ibarettir. Bu defa Allah’ın yardımı, düşmanın basiretini bağlıyarak ve hareket kabiliyetlerini de sıfıra indirerek, Aspinall’in deyimiyle, onlara kan ağlatarak gelmiş ve cihad eden erlerinin arkasını sağlamlaştırmıştır.
Ekrem ŞAMA
Bu olay Ekrem Şama’nın yazdığı “Şu Boğaz Harbi” isimli kitaptan alınarak aktarılmıştır. (Gonca Yayınevi: 0212.5285076)
YORUMLAR
Şimdi düşünelim, yarımadanın ucunda bir avuç mehmetçik. Düşmanın verdiği rakamlara göre 1500 civarında... Kendisinden kat kat üstün sayıda ve kuvvette düşmana karşı hakkıyla cihad etmektedir. Düşman kaynaklarına göre bu oran bire altıdır. Yani düşman, askerlerimizin altı katıdır. Belki de daha fazladır. İşte bu askerlerimiz düşmana karşı hakkıyle cihad etmekte, güçlerini aşan konularda da, Allah’tan yardım istemektedirler. O anda arkalarını çevirmekte olan düşmandan, yani Zığındere sahiline çıkmış bulunan düşmandan haberleri yoktur. Onlara karşı o anda tedbir almak, güç ve imkanları dahilinde değildir. İşte o an Allah’ın yardımı aşikar olarak görülüyor.
emeğinize sağlık.