- 1308 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Rukiye'nin gözlerinde Nezahat'i gördüm dün gece...
...
Nezahat’in evi bizim evimizden biraz daha tepede, orman yolun da kalıyordu. Her sabah okula beraber gidip, akşamları beraber dönüyorduk.Babası Yaşar amca inşaatta ya da hamallık yaparak geçimlerini sağlamaya çalışan uysal, kendi halinde bir adamdı.
Annesi Rukiye ablada tıpkı Nezahat kadar tatlı dilli, konuşkan ve güler yüzlü bir kadındı. Yaptığı keklerden bize de getirir, annemle sohbet ederler, beraber tarlada çalışarak birbirlerine yardımcı olurlardı.
Sekizinci sınıfa geçtiğimiz sene, Nezahat’in anneannesi felç geçirmiş ve bakımı için onlara getirilmişti.
Üstelik annesi küçük bir çocuğu olmasına rağmen ikinciye hamileydi. Hem felçli annesi hem çocuklar zamanının büyük bölümünü alıyor, kendine vakit ayıramıyor, önceki kadar bize gelemiyordu.
Tabi bu durum giderek Nezahat’in de üzerine yük olmaya başladı. Annesi tarlaya gittiği zamanlar kardeşiyle ve anneannesiyle o ilgileniyordu. Yine de okulu ihmal etmemek ve derslerden geri kalmamak için benden işlediğimiz konular hakkında notları alıyordu...
Oldukça kilolu olan anneannesinin sol yanına vuran felç orayı tamamen eritmişti... Sanki iki ayrı insan bir bedenin içinde birleşmiş aynı kaptan su içiyor, aynı yemekten yiyordu...
Felçli, tamamen etlerden sıyrılmış bir kemik görüntüsü olan sol elini, beyaz ve tombul sağ elinin içine alıp, avucunun içine sertleşerek kıvrılmış parmaklarını açmaya çalışıyordu. İnce dudaklarının arada kımıldıyordu.Belki de bu haline üzülüyordu. ..
Güneşin, akşamın son saatlerinde demlenerek yavaş yavaş batması, ela gözlerindeki yorgunluğu daha çok belli ediyordu...Seyrekleşen saçları, terlemiş alnına, yüzüne yapışıyor. Bazen bir anda çok önceden yaşadığı bir olayı anlatırken, birden susup anlamsızlaşan gözleriyle bir noktaya bakıp saatlerce öylece kalıyor, daha sonra her şey yolundaymış gibi konuşmaya devam ediyordu. Konuştukça ya da güldükçe yüzündeki çizgiler derinleşiyor, acı bir ızdırapla yüklenip, yerini ağlama nöbetlerine bırakıyordu...
Tıpkı; birden attığı kahkahalar gibi ağlayışları da insanın içini ürperten, boğazına takılmış bir şeyi temizlemeye çalışırken; akortsuz yükselen karmakarışık bir senfoni .Hudutsuz, delirmiş, bağını koparmak isteyen azılı bir mahkum gibi...
Son zamanlarda ağırlaşan anneannesi son nefesini vermişti. Sanırım gece yarısıydı. Annesinin ağlama seslerini duyunca anlamıştım. Ama, annemler evde olmadığı ve gece yarısı olduğu için gitmeye cesaret edememiştim...
Ertesi sabah cesedini arka bahçeye gömdüklerini gördüm. Üzerine toprak atıyorlardı. Ağlıyordu annesiyle beraber, Nezahat.
Bir kaç haftadır ders notlarını almaya gelmeyen Nezahat’in baş sağlığı için gelenlerden dolayı çok meşgul olabileceğini düşündüm ve ders notlarını akşam yemeğinden sonra ona götürmeye karar verdim.
Kardeşi içinde oyuncak bebeklerimden birini çantama koyup, evlerine doğru yürümeye başladım...
Kapıyı Nezahat’in kuzeni olduğunu sonradan öğrendiğim, yaklaşık on dokuz yaşlarında bir genç açtı. Onu daha önce hiç görmemiştim. Zayıf ve uzun boyluydu. Saçları siyah, gürdü. Ensesinden aşağıya doğru dalga dalga dökülmüştü. Evin girişindeki koltuğa oturup, cebinden çıkardığı sigara paketinden bir tane sigara çıkarıp yaktı...
Benim farkımda olmadığı çok belliydi. O, derin derin sigarasından çekip dumanını üflerken, ben kapıyı kapatıp eve girdim.
Oda bir çok kokunun birbirine karıştığı ağır ve kasvetli bir havanın içinde ölüm sessizliğindeydi. Hala, aklıma her geldiğinde; kokudan gözlerimin yandığını, genzimin acıdığını hissediyorum...Yatağında yatan küçük kızın yanına gelip çantamdan çıkardığım oyuncak bebeği yatağının üzerine bıraktım. Birden irkildi.İri ve mavi gözlerini sonuna kadar açıp bir çığlık attı.
Hiç beklemediğim bir anda böyle bir tepki ve arkasından veryansın eden çığlık ve onu takip eden hıçkırıklara boğulmuş bir çocuk. Ağlamaktan bir anda kıpkırmızı olmuştu. Ne yapacağımı bilemez durumdayken, odanın kapısı açıldı. Nezahat bir anda koşup kardeşini yatağından kucağına alıp sakinleştirmeye çalıştı. Sonradan fark ettim ki; Rukiye abla’da diğer yatakta yatıyordu. O kadar sese rağmen uyanmadan. Hemde hiç kımıldamadan yatıyordu.
Orada ne kadar kaldığımı bilmiyorum. Sanırım yarım saatten fazlaydı. Her şey garip gelmişti. Rukiye ablanın vurdumduymazlığı, Nezahat’in beni dahi görmezlikten gelip, kardeşiyle ilgilenmesi. Kuzeni olan gencin ruhsuz bakışları, küçük kızın ürkek bakışları...
Saat epey ilerlemiş ama, Yaşar amca daha eve gelmemişti. Sobanın üzerinde kaynayan yemek tencerelerinden kokular yükseliyor, arada taşıyor, kapağını açıyorlar sonra kaynamaya devam ediyordu...
-Sanırım çok sevdiği birini kaybedince insan kendini bu kadar bırakabiliyor. Yaşamakla ilgili tüm bağlarını koparıyordu.
Elimdeki notları Nezahat’e uzattığımda; kaçırmak istediği gözlerinde, yabancı bir bakış gördüm. Sanki çocuk Nezahat gitmiş; birdenbire yaşlanmıştı.
Ertesi gün:
Kasabaya gidip gitmeyeceklerini öğrenmek ya da bir ihtiyaçları varsa onu almak için annem Rukiye ablaya yollamıştı beni.
"Annem tarlaya gitti. Bir şey lazım değil" deyip kapıyı yüzüme kapattığında çok şaşırmıştım. Ama annaannesinin ölümünden, annesinin hamile kalıp diğer kardeşiyle ilgilenip zaman bulamadığından ve bunalıma girdiğini düşünerek ona hak vermeye çalıştım. Yine de bana; en yakın arkadaşına bunu yapması tuhaftı doğrusu...
Şaşkınlığım; acı bir sarhoşluk vermiş, eve doğru yürüyordum ki; Nezahat’lerin evinden, ardı arkası kesilmeyen feryat eden çığlıklar yükseldi.
Ne yapacağımı bilmez şekilde kaskatı kesilmiş; olduğum yerde kalakalmıştım!
...