Talebe Vapuru (2)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
*
Ayten, teyzesinin zilini çaldı. Bir yandan da dua ediyordu vapura bir şey olmaması için. Kapıyı açan teyzesi:
- Aa, hoş geldin Ayten.
- Hoş bulduk teyze. Vapuru kaçırdım da…
- İyi ki kaçırmışsın. Allah korusun bu fırtınada…
Ayten teyzesinin cümleye devam etmediğine sevindi. Aklından geçirmek istemiyordu kötü şeyler. Ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi.
- Ben de şimdi sofra kuracaktım. Çorba kaynamak üzere, sen geç otur, diyerek mutfağa geçti teyzesi.
Ayten çantasını kapı önüne bırakıp oturma odasına geçti. Odanın penceresinden denizin göründüğünü hatırladı. Ürkek adımlarla pencereye doğru gitti. Gözlerini denize çevirdi ama vapuru görmesine imkân yoktu. Rüzgâr ağaç dallarını savuruyor, pencere camını titretiyordu…
*
Dümensiz kalan vapur yana yatmaya başladı hızla. Sola devriliyordu dünya; insanlar, can simitleri, kitaplar, çantalar, Elifler, Ahmetler…
Büyük bir gürültüyle suya battı vapur. Elif ve Ahmet suyun üstündeydiler gözlerini açtıklarında. Tüm dünyayı su kaplamıştı şimdi… Denizde bir sürü insan kafası vardı…
- Korkma, dedi Ahmet “Ben burdayım.”
Bir şey diyemiyordu Elif. Dili tutulmuştu. Etrafına baktı. Ölü insanlar, çırpınan insanlar… Okuldan tanıdıklarını da gördü… Yaşayanlar da onun gibi şaşkındı. Ama o kadar da şanslı değillerdi. Çoğunda can yeleği yoktu. Bakmak istemiyordu, gözlerini kapadı. O zaman anladı: Soğuktu her şey; hava soğuktu, su soğuk…
*
- Ayten, diye çağırdı teyzesi.
Mutfağa girdi Ayten. Salatalık kesiyordu teyzesi. Kafasıyla masasın üstünde dertop olmuş örtüyü gösterdi.
- Canım, şunu sirkeler misin camdan? Kırıntılar var içinde. Sonra da masaya serersin.
- Tamam, diyerek masanın üzerinden aldı örtüyü ve demin dışarı baktığı pencereyi açtı, silkelemeye başladı rüzgârla cebelleşerek. Sokağın başından koşarak geçiyordu bir genç. Bir de bağırıyordu:
- Talebe vapuru batmış, talebe vapuru batmış!
Başından vuruldu Ayten. Gözü hiçbir şey görmüyordu şimdi. Aklında tek şey vardı; Elif. Sofra bezini elinden düşürdü. Hızla koşmaya başladı. Sesleri duyan teyzesi endişeyle:
- Ne oluyor Ayten? Diye sordu.
Ayten ayakkabısını giyiyordu teyzesine haberi verdiğinde.
- İçinde Elif vardı teyze, arkadaşım, dedi ve koşmaya başladı.
Koşan sadece o değildi. Tüm İzmitliler koşuyordu. Sahil şeridi insan seli… Ayten bölük pörçük duydu konuşulanları. Vapur batarken beyaz bir ışık çıkmış havada… Gölcük Donanma Komutanlığı’ndan yardım geliyormuş… Kaptan, vapuru fırtınadan kurtaramayacağını düşünerek can simidiyle suya atlayıp kaçmış… Mışlar, mişler…
*
Titreyen dişleri arasından:
- Bizi kurtarmaya gelirler değil mi, diye sordu Elif.
Böyle olmasını umut ederek:
- Gelirler, dedi Ahmet.
“Peki ya gelmezlerse”, dedi içinden. “Ya söyleyemezsem Elif’e onu sevdiğimi. Her şey için geç olursa ya. Sevdiğime itiraf etmeden sevgimi ve öylece ölsem, sevmişim neye yarar? Ve duymadan ondan beni sevdiğini, neden yaşamış olurum ki ben?”
Vapurda söyleyemedikleri geldi aklına… ‘Elif’, deyip de bitiremedikleri…
Döndü Elif’e.
- Elif, dedi tekrar,
- Seni seviyorum.
Tüm dünyayı Ahmet kaplamıştı şimdi. Bir şey hissetmiyordu Elif, sevgiden başka. Ne soğuk ne korku… Ne de ölüm. Hissedebilir miydi ‘seni seviyorum’u duyduktan sonra ensesinde Azrail’in soluğunu? Dün annesiyle konuştukları geldi aklına. Ya da utanıp da konuşamadıkları… Keşke söyleseydi, adı Ahmet deseydi. Beni seven Ahmet…
*
Yatakta huzursuzlukla bir sağa bir sola dönen Nermin, uyuyamayacağını anlayınca kalktı. Aklı Elif’teydi. “Neden durduk yere sarılmıştı ki? Vedalardan hoşlanmazdı. Ne zaman sabah kapıdan yolculasam ‘Arkamdan da su dök bari’ diye alay ederdi. Anlaşılan fena halde kaptırdı gönlünü... Ama yine de… Of, deli kız.”
Saat bire geliyordu. Endişelenmeye başladı Nermin. “Çoktan gelmesi gerekiyordu.” Diye geçirdi içinden. “Epey de rüzgar var. Acaba vapuru kaldırmadılar mı?” diye kendi kendiyle konuşuyordu. İçine bir kurt düştü. Hazırlanıp sahile doğru yürümeye başladı. Kavaklı’ya vardığında sahile akın etmiş insanları görünce endişelenmekte haksız olmadığını anladı. Telaşla, kalabalığın arasından birisini çekip çıkardı ve sordu:
- Ne oluyor kardeş, neden toplandınız?
- Abla Üsküdar Vapuru batmış be. Yazık bir sürü de öğrenci varmış içinde.
Nermin’in ağzından bir feryat koptu, bir de canından can. “Hayır, hayır Elif binmemiştir vapura, yine kaçırmıştır vapuru.” Diye kendini teskin etmeye çalışarak İzmit’te onu bulmak ümidiyle taksiye atladı. “Mutlaka kaçırmıştır vapuru. Kaçırmıştır…”
“Gülün gölgesine gönül sermeden
Genç yaşımda muradıma ermeden
Son defacık gözyaşımı vermeden
Elveda demeden gel diyor anne.”
*
- Ben de, dedi Elif. Seviyorum seni.
Korkmuyordu artık Ahmet. Ölümü tek başına göğüslemiyordu.
*
Bir ses yırttı sahildeki havayı.
Ayşe dedi, Ahmet dedi, Ali, Füsun, Remzi dedi bir ses. Acıydı, kederdi bu ses...
Ve bir de ‘ Elif’ dedi ses. Ayten arkasını döndü. Elif’in annesiydi bağıran. Ayten’e doğru geliyordu:
- Elif, Elif nerde Ayten? Söyle ‘Yine kaçırdık vapuru’ de. ‘Elif binmedi o vapura’ de.
- Nermin Teyze, diyerek boynuna sarıldı.
- Hepsi benim suçum Nermin teyze… Göndermeyecektim onu… Ama gitmek istediğini sandım… Mani olmak istemedim… Hepsi benim suçum…
“ Okulumdan kaç tanesi eksildi
Sıramıza kara isim yazıldı
Hayallerim bahar ile yaz idi
Ağlama yaram sar diyor anne”
Ayten, hıçkırıklarla ağlıyordu, Nermin hıçkırıklarla ağlıyordu…
- Ben, elini soğuk suya değdirtmezken...
Sonunu getiremiyordu Nermin.
“ Beyazlarla dolu saçın solmasın
Pencerene doğan güneş solmasın
Tanrı böyle kara günler yazmasın
Yavrun balıklara yem diyor anne.”
Tüm İzmit sahildeydi. Herkes bekliyordu bir umut. Yürekler ağızlardaydı… Ağızlarda dualar…
Teni yanıyordu soğuktan Elif’in ve Ahmet’in…Hissetmiyorlardı parmak uçlarını… Dudakları morarıyordu… Islanan kıyafetleri ağırlaşıyor; deniz bilinmezliklerine çağırıyordu onları…
- Ölüm böyle olsa gerek, diye düşündü Elif. “yavaş, sinsi ve soğuk”. Yine de korkmuyordu, mutluydu bile. Sevdiğinden sevdirene gidiyordu çünkü…
“ Ey yavrusu için çırpınan eller
Mezar kuyusunda taş olan seller
Gözünün yaşını taşıyan yeller
Son defacık Üsküdar’la elveda
Bu sese kulağın ne diyor anne”
Deniz mahcuptu… Yaptığına pişman… Nasıl köpürdüyse o zaman, şimdi o denli sessiz çekiyordu Elif ve Ahmet’i derinliklerine.
“Görüşmek üzere” diyerek birbirlerine, gözlerini kapadılar sonsuzluğa…
*dipnot: Hürrem Güner/ ’Derinliklerden Gelen Ses’
YORUMLAR
Anlatım güzel, konu hüzünlü idi. Bazı şeyleri hep erteleriz de ömrümüzün ne kadarı kaldı bunu bilemeyiz. Yazar bunu güzel anlatmış, iki sevgili birbirlerine olan aşklarını itiraf etme fırsatı bulmuş ama ölüme giderken. Sevginin sıcaklığı onları sarıp sarmalayak ölüme götürmüş.
Tebrikler...
Herkese bir ölüm gelir; kimi uzaklarda, kimi okulda orda burada en çok tabi yollarda gelir. Ve sık sık haberlerde "Azrail gene can aldı" haberiyle donakalırız; azrail geldimi tabi can alır yoksa elbise alacak değil ya.
Hikayenin zaman ve olaylara dayalı bir örgüsü; sade diliyle olayı duymaktan çok yaşamış gibi olduk ve tabi "Titanik" filmin zirve yaptığı o geminin batma sahnesi gözümün önüne gelmiş oldu.
Hikayenin finalinde ölümün soğuk olması fakat sevdiğinin kollarında ölmeye doğru giderken o soğukluğu, korkunçluğunu iki sevenin hissetmediğini 'ölüm bile vız gelir, sevdiğimin kollarında ölmek varken' der gibiydi.
Ölüm bazen uzaklarda bazen de yakınımızda bir yerlerde hep durur belki en güzel ölüm kendi yatağımızda ölmektir veya sevdiğinin kollarında...
Güzel, akıcı bir hikayeydi, kutluyorum
Selam ve sevgilerimle