Sefer
"Bu adam hoca moca değil, düpedüz üçkâğıtçı !" diye haykıran, Mustafa Hocanın "laik" sistemin" okullarında yetişmiş olduğundan dem vuran Kadirî Dervişi Hacı Kamil efendinin dediklerine başını aşağıya eğip hak veren cemaat-i müslimin ertesi gün kendilerini ilçe müftüsünün makamında, cam bardaklar içerisinde limonlu ıhlamur içerek şikâyet eder buldular.
Müftü efendi Allah’ı var millet huzurlu olsun diye mahalle camisinin imamını "cep telefonu emri" ile makamına çağırıp yerine Kadirî Hacı Kamil efeendinin yeğeni Furullah Mölük’ü vazifelendirince, cemaat ayağa kalkıp müftü efendinin elini öpmek istediyse de o alışkanlık yaptığı usulle aniden elini çekerek "estağfurullah" çekti gayet derinden.
Bu halin devamında müftü efendinin yaptığı faideli amelin memleketimizin değerli milletvekillerinin kulağına gideceği, dolayısıyla atama zamanı geldiğinde iyi bir makama tayin ile taltif edileceği ihtimali müftü efendinin şikâyet konusunu bertaraf etmekteki hünerini alevlendirmişti doğrusu.
Yeni mahalle camisi imamı Furullah Mölük zahireci Nemedettin Mölük’ün biricik oğlu ve kadirî Hacı Kâmil efendinin ablasının en akıllı oğluydu. Ailenin tek çocuğu olması hasebiyle Hacı Efendi yeğeni hakkında daima "ailenin en ileri zekâlısı" derdi.
İmam Furullah vazifeye başlar başlamaz ilk icraatı caminin hoparlör sistemini değiştirmek oldu. Eski sistemi kaldırıp attı ve il’den ekolayzerli son model sistem getiritip vaazlarının daha etkin ve namaza gelmeyenler tarafından da duyulmasını temin etti sağolsun, Varolsun.
Caminin karşısındaki Halk Partili nalbur ezanı duyar duymaz içeri kaçar, miiletin hınç dolu bakışlarına maruz olmak istemezdi. Hoca Furullah Efendi de onun inadına sesi sonuna kadar açıp bir de eko verdi mi, oh deme gitsin.
“O o o o ca ca ca mi mi mi ye ye ye gel gel gel me me me yen mi mi mi na na na fık fık fıkkkk fıkkkkk” sesi nalburun camına vurunca nalbur Orhan parmaklarını iyice bastırıp kulaklarına tıkaç yapardı.
Cemaat kendini hocanın elerine teslim ettiğinden caminin giderleri gelirleri konusunda endişe duymuyor, ameller ile alakalı kısmı zaten bilmediklerinden her denileni yaparak cennette hoca efendinin bahsettiği emekli cennetine vasıl olmak için gayret ediyorlardı.
Cemaatten iki yıldır ayrı olan Cafer Nazari sabaha karşı can verince birden ortaya çıkan evlatları ve akrabaları battaniyeye sarılı cesedi gasil haneye getirip bıraktı. Hoca Furullah Efendi ertesi gün öğle namazına müteakip cenazenin kaldırılacağını duyunca salâ okuyup gasil haneye indi. Yanında cemaatin daimi cenaze yıkama işlerine bakan, her yıkamadan sonra da mahalle kahvesinde “ falancının kamışı şöyleydi, filancının ardında şu kadar…” diye dedikodu yapan Asım Polit hazır bekliyordu.
Bir müddet ses çıkmayınca gasil hanenin kapısından başımı uzatıp içeri baktım. Hoca Furullah Efendi elinde oldukça köpürmüş dış fırçası ile merhumun dişlerini fırçalıyordu. Bu usul benim ilk defa gördüğüm fakat “yiğidi götür hakkını ver” babından gayet muntazam kabul ettiğim bir usul o olarak kaldı hafızamda.
Yalnız bazı malzemelerin eksik olması sebebiyle Hoca Efendi ve yıkama işindeki yardımcısı Asım Polit bayağı bir meşakkat çektiler. Zira kefen bezi kısa idi ve malzemeler içerisinde pamuk bulunmuyordu. Hoca efendi asım Polit’e “Acil çare bul Asım amca yoksa rezil oluruz” dediği andan itibaren Asım Polit bir koşu dışarıya fırlamış, caminin köşesindeki ecza dolabında pamuk bulamayınca tentürdiyot şişesinin mantarını kapıp gasil haneye dalmıştı. O içeri hızla girdikten sonra Hoca Efendi buzlu cam ile döşenmiş pencere kanadını örtünce içeride olanları göremedik.
Fakat merhum gasil haneden tabut içerisinde çıkarıldığı zaman gayet kasvetli ve sıkıntılı bir eda ile duruyor, ölüme değil de yaşadıklarına kahrediyordu sanki.
Ertesi gün mahalle camisinde cenaze namazı eda edilip Hoca Efendinin “Hakkınız helal ediyor musunuz?” sorusuna verilen usulen cevaplar akabinde kabristana götürülen merhumun naşı kabre indirilerek üzeri örtüldü ve herkes evine, meşgalesine döndü hayırlısıyla.
Gece kabirden gelen sesler üzerine mahalleli eline aydınlık veren ne bulduysa kapıp kabristana koştu. Derinden “ Sıcak, sıcakkkk daha sıcakkk” sesleri geldiğini bir tek ben değil bütün mahalleli duyunca gençten birini hocayı çağırmak cami lojmanına gönderdiler.
Aradan yarım saat geçmemişti ki Hoca Efendi elinde altı pilli el feneri ile gözümüze ışık çakarak mezarlığa geldi.
“Hayırdır ne oldu da acil gelmem gerekti?” diye sorunca Eski Tapu Kadastro Memuru Faik Himmet amca eliyle hocaya kabre kulak vermesi için işaret verdi. Hoca Efendinin eğilip mezarı dinler dinlemez suratı değişti, kızardı bozardı. Bunu gören cemaat da müteessir oldu tabi ki.
Hoca “sadece Asım Polit kalsın diğerleri evine” dese de herkes merak kazığına çakılı eşekler gibi kıpırdamadan ve verilen talimatı üzerine almadan beklemeye başladı. Hoca efendi bu sefer “herkes evine, Çarpılmadan !” diye bağırınca mahalleli kaz sürüsü gibi kabristanın kapısından sığamayıp duvarlarından atlayarak orayı terk etti.
Hoca daha mahalleli giderken yüksek sesle bazı şeyler haykırmaya başlamıştı. Doğrusu Kuran değildi, dua desem duaya da benzemiyordu.
Sonradan anlatıldığına göre Asım Polit’e acilen iki kürek getirmesini söyleyip kendisi de ahalinin gidip gitmediğini kontrol için çevreyi iyice kolaçan etmiş.
Gece küreklerle açılan kabirden çıkarılan merhumun oldukça şişmiş olduğunu görünce Asım Polit “Hocam acaba mantar mı şişti?” diye sormuş fakat Hoca efendi “ Ne mantarı Asım amca yıkarken ay pot’umu kefen bezinin üzerine koymuştum. Saatini de kurmuştum, Tarkan’ın ‘sıcak sıcak daha sıcak olacak’ şarkısı vardı” deyince iş ortaya çıkmış. Fakat gel de bunu millete anlat, anlar mı bu cahil cühela cemaat.
E bu durum anlatılamayınca mecburen anlatılacak bir vaziyetin piyasaya sürülmesi gerektiğinden sorulanlara Hoca Furullah Efendi “Bazı insanların dünyadan alacakları olur ve gitmeden bu alacakları tahsil etmemesi sebebiyle ruhu burada kalır ki tahsilâtı gerçekleştirsin”
“Aman Hoca Efendi nasıl gerçekleşir bu tahsilât?” diye soran Volum Sabri’nin zamanında merhumdan bir miktar “Doyçe Mark” aldığı fakat Almanya’nın Avrupa Birliğine ilhakı ile “Doyçe Mark” tedavülden kalkınca aralarında kur sebebiyle bazı tartışmalar yaşanmış, aslen bacanak olan bu iki şahıs neticede birbirlerine küsmüş, öylece helallik alamadan dargın ayrılmışlardı.
Hoca Furullah Efendi bunu duyunca derhal ahrete İntikal eden borçların ifası ile alakalı bir banka hesabı açıp biriken paraları hayır hasenat işlerinde sarf ederek borçluların hem bu dünyasını hem ahretini sağlama almayı garanti ediyordu. Hesapta biriken meblağın hayırlı işlerde kullanıldığını yıllar sonra öğrendik. Meğer Moldova-Ukrayna-Romanya bölgesinden memleketimize gelen hatunların irşat işlerine harcanmış. Elimize geçen fotoğrafları incelediğimizde uzun bacaklı güzel avratların öncelikle denizde yıkanarak gusletmeleri temin ediliyor daha sonra sırasıyla, sohbet ve masaj aşamasına geçiliyor bu halka bizzat Furullah Efendinin nezaretinde gerçekleşiyordu.
Bir ara hesapta büyük miktarda azalma olunca Asıl Polit Hoca efendinin kulağına fısıldayıp gasil haneye köpük makinesi ve tazyikli su pompası alıp hızlı yıkama yapmaya başlamışlar. Caminin kapısına da bir tabela asıp üzerine “Köpüklü Yüz Lira, Köpüksüz Elli Lira -Garantili Ölü Yıkama” yazmışlar.
Civar köy ve kasabalardan gelenlere hızlı hizmet verebilmek maksadıyla kurulan tezgâh sayesinde hesapta elle tutulur bir canlanma olmuş.
Fakat aksilikler peş peşe gelmeye başlayınca Kadirî Hacı Kamil rahatsız olmaya başlamış. En ufak olay müftü efendinin kulağına gider olmuş. Müftü efendi de her defasında Hacı Kamil’i arayıp sitem ediyor, derhal müdahale etmesini aksı halde imam efendiyi vazifeden azledeceği tehdidinde bulunuyormuş.
Kömürcü Mürten Çöbelekli‘nin vefat ettiği gün Furullah Efendi mikrofona ağzını dayayıp bir eli kulağında yanık sesiyle ezan okurken açık renkli buzlu camdan içeriye giren bir eşek arısı o tam “Aaaa” derken ağzından içeri girip yanağının iç kenarına iğnesini batırınca hoca efendi dayanamayıp “Ahhh. Ananı s…m” diye can havliyle kendini dışarı attı. Fakat bütün kasaba, müftü bey dâhil cami hoparlöründen “Ahhh. Ananı s…m” diye haykırıldığına kulaklarıyla şahit oldu.
Bir sabah da ezan okumaya kalkan hoca efendi teybe kaset koymuş düğmesine basıp yatıyor diyenlere inat canlı olarak ezan okurken hanımının lojmandan “Çay suyu koydun mu ocağa?” diye seslendiğini duyup dalgınlıkla “Hanım sen rahat ol ben şimdi gelip koyacam” diye cevap verince ezanın ulaştığı her yerde bu ses “koyacam..koyacammmm” diye de eko yapıp yankılanınca ahali yataktan fırlamış tabi ki.
Öğlen cemaat lojmanın kapısına dayanıp Furullah Hoca’ya “Koyup koymadığını” sorunca hoca efendi meraklı gözlerle bakan ahaliye “Allah-ü Âlem, inşallah” diyerek başını sağ omzuna düşürüp kızıla boyanmış suratını hafif bir tebessümle süsleyerek cevapladı hayırlısıyla.
Birkaç gün sonra mahallenin en yaşlı ninelerinden “Pişikli Ana” vefat edince mahallede tek başına yaşayan dünyalık olarak geride bıraktığı ahşap küçük evinin dünya üzerinde hiçbir yakını kalmayan asırlık kadın tarafından bir hayır kurumuna bağışlandığı dedikodusu yayıldı.
Fakat öyle olmadı. Yaşlı kadının kimsensin bilemediği resmi nikâhlı eşi vefatının akabinde evi ve bankadaki yüklüce parayı İstanbul’daki iki daire ve üç arsa’yı üzerine tescil ettirip geldiği gibi hiç kimseye görünmeden kasabayı terk ettiği duyuldu.
Pişikli ana elden ayaktan düşünce doktora da gidemez oldu. Bir kaç komşu dışında kapısını açan, halini soran derdine derman olan hiç kimse yoktu. Ta ki Hoca Furullah banka müdürünün içki masasında sarhoşluğun tesiriyle “kocakarının hesabı olmasa anam avratım olsun ki şubeyi kapatacaklar genel müdürlükten” diyerek yaşlı kadının sırrını ifşa edinceye kadar. O günden sonra Furullah Hoca günde bir iki kere Pişikli Ana’yı ziyaret ederek ihtiyaçlarını temin ediyor, alışverişini yapıyor, eşinin evde yaptığı yemeklerden getirip eliyle yedirdiği bile söyleniyordu.
Birkaç gün sonra Pişikli kadının kapısına yanaşan damalı taksi önce kasaba belediyesi nikah müdürlüğüne oradan doğruca Devlet Hastanesi Polikliniklerine uğrayıp, akşama yakın yaşlı kadını kapısında indirip uzaklaşıyordu.
O günden sonra Furullah Hoca Pişikli Ana’nın evine uğramaz oldu.
Birkaç ay sonra hoca efendinin Pişikli Ana’yı “seni tedavi ettireceğim fakat çok masraflı. Benim üzerime kaydın olsa emekli sandığından bütün giderler karşılanırdı ya” deyince rahmetli Pişikli de “ Ne olur oğlum yazdır üzerine, ağrılarım çekilmez oldu” deyince hoca efendi bunun bir tek yolu olduğunu söyleyerek “Nikâh yapmak lazım” demiş.
Böylece imam nikâhlı eşinin de rızası alınarak Pişikli’ye resmi nikâh kıyan Furullah Hoca Efendi nikâhın akabinde Devlet Hastanesinde muayene olan kadını eve atıp, bir daha da yüzüne bakmamıştı.
Bu arada Hoca Efendi nikah kıymak için davet edildiği Sübyancıoğulları konağında kapıda cübbesini alarak kendisine nazik bir es tonu ile “Hoşgelmişsiniz Furullah Hocam” diye kara kaşlı kara gözlü hatunun Sübyancıoğlu Daltar Ağanın kızı olduğunu öğreneli sık sık eski konağa, makbul gecelerde mevlit okumaya gider olmuştu.
Burada birinci bölüm bittiğinde biz de caminin avlusundaki çay ocağında ikinci bölüme kadar beklemeye, ikinci bölüm yazılır yazılmaz da ortaya atlayıp hikâyeni n geri kalan kısmında olanları bütün çıplaklığıyla anlatmaya devam edeceğiz.
Gelecek bölümde Sübyancıoğlu Daltar Ağa’nın öldürülüşünü ve onlarca köyü kaplayan aşiretin başına geçen adamın kim olduğunu, Pişikli’nin mirasına ortak çıktığını, camide gömülü hazinenin çıkarılışını anlatmaya devam edeceğiz inşallah.
E hadi biz bekliyoruz.