Talebe Vapuru
“Muhtemel bir facianın eşiğindeyiz. İstiap haddi 600 kişi olan, körfezde işleyen vapurlara 1000- 2000 kişi dolduruluyor.”
Bizim Şehir Gazetesi /16 Temmuz 1957
Musluktan akan su buz gibiydi. Elif, mutfak tezgâhı üstündeki kirli tabakları alıp köpürtüyor, ardından iyice duruluyordu. Soğuktan elleri kızarmıştı. Ancak üşümüyordu. Çünkü burada değildi. Dalgın bir şekilde yıkıyordu bulaşıkları. İçi, bir bahar günü ordan oraya konan kelebek misali kıpır kıpırdı. Ve belki de biraz hüzünlü. Aşk da böyle değil miydi zaten.
Sert esen rüzgâr pencere camlarını oynattı. Kafasını mutfak penceresine çevirdi Elif. Pencereye doğru yaklaştı. Rüzgâr ağaç dallarını, karşıki binanın balkonundan sarkan çamaşırları savuruyordu. Yoldan geçen bir karaltı gördü. Ahmet’e benzetti ilkin. Zaten bu aralar herkesi Ahmet zannetmiyor muydu? Bu da ona benzettiği biriydi belli ki. Birden, pencereye yakın bir ağaç dalı rüzgârın etkisiyle cama vurdu. Elif irkilerek pencereden uzaklaştı. İçi sıkıldı nedensizce.
-Elif, tamam bırak kızım ben devam ederim.
Sıcak bir ses, bu cümleyle çağırdı Elif’i. Annesiydi gelen. Deminki sıkıntısı dağılır gibi oldu. Gülümsedi.
-Yok, yapıyorum ben annecim. Sen içerde otur.
İkna olmamıştı annesi. Kızının daha fazla soğuk su tutmasını istemiyordu. Mutfak çekmecesinden bir havlu çıkardı. Kurulamaya başladı Elif’in ıslak ellerini.
-Ben hallederim, sen git derslerini yap… Hem benim işim var burada ayakaltında dolanma.
Elif sevgiyle baktı annesinin yüzüne. Biliyordu işi olmadığını. Sırf daha fazla üşümesin diye böyle söylemişti. Annesinin elinden nazikçe havluyu aldı, kendi kuruladı ellerini. Annesi de tabakları yıkamaya koyulmuştu. “ Hep böyle midir anneler?” diye düşündü Elif. “ Fedakâr, merhametli… Allah’ım bu ne sonsuz sevgi. Bana da böyle bir annelik nasip et.”
-Anne?
- Efendim.
-Şey… Birisinin seni sevdiğini nasıl anlarsın?
Annesi şaşırmıştı bu ani soru karşısında. Bulaşığı bıraktı, ellerini sildi. Kızına döndü:
-Hayrola?
-Ya sorma. Hani bizim Ayten var ya… Okuldan bir çocuk sevmiş… Benden yardım istiyor…
Annesi inanmadığını belirten bir şekilde baktı Elif’e. Mahçuptu Elif… Ve söylediğine pişman…
-Ayten duysa ona iftira attığını… Söyle kim bu çocuk?
Elif çok utanmıştı. Yanaklarından başlayan pembelik tüm yüzüne yayıldı. Söylediğine pişman olduğunu anlamıştı annesi. Cevap vermesini beklemedi.
-Eğer her baktığında gözleri deliyorsa gözlerini, o çocuk sana âşıktır, diyerek baktı Elif’e:
-…Ve kız da ona, demiş yazar?
Elif güldü. Bu sözü annesinin uydurduğunu anlamıştı.
-Hangi yazar demiş onu?
Annesi de gülüyordu şimdi.
-Canım, demiş işte bir yazar.
-O nasıl yazarmış öyle. Hem o kişi âşık değildir bence. Ne bileyim ancak sapık olabilir herhalde.
İkisi de gülüştüler bir süre. Sonra annesi ciddi bir tavır takınarak:
-Hadi bakıyım doğru ödevinin başına. O Ayten’e de söyle almayayım ayağımın altına.
Son sözü pek manidar söylemişti annesi.
-Emredersiniz Nermin çavuşum.
-Marş marş!
Elif odasına giderken bir kez daha minnet duydu annesine. Nasıl da içinde bulunduğu utanç verici durumdan çıkarıvermişti onu.
*
Tüm Gölcük sokakları sabaha kadar şiddetli rüzgâra maruz kalmıştı. Ağaç dalları savrulmaktan yorulmuş, sokaktaki kedi ve köpekler saklanacak delik aramıştı kendilerine. 1958 yılının mart ayı soğuk bir şekilde gelmişti Gölcük’e, Karamürsel’e ve İzmit’e… Yine de bu soğuk cumartesi sabahı güneşten medet umuyordu herkes.
Elif, okula gitmek için erken kalktı. Evdekileri rahatsız etmeden çıkmak istiyordu evden. Sessizce kahvaltısını yaptı. Tam çıkacaktı ki kapıdan, annesiyle karşılaştı. Uykulu bir şekilde:
-Niye beni kaldırmadın Elif? Dedi annesi.
-Uyandırmak istemedim.
-Kahvaltı yaptın mı?
-Yaptım, merak etme anne.
-İyi. Bak çok soğuk var. Sıkı sıkı sarın atkına. Vapurda da iç kısımda otur. Maazallah hasta olursun.
-Tamam anne. Hadi sen git yat uykun kaçmadan.
-Tamam, hadi Allah zihin açıklığı versin.
Elif, nedensiz yere duygulanmıştı. Belki de annesinin düşünceli tavrındandı bu. Annesi tam kapıyı kapatacaktı ki aniden döndü ve:
-Anne, dedi. Kapıyı kapatmak üzere olan annesi baktı Elif’e:
-Efendim.
-E, sarılmayacak mısın biricik kızına.
Annesi gülerek:
-Hem git yat diyorsun, hem de sarıl. Anlaşılan bu aralar aklın havalarda...Neyse, gel anasının kuzusu.
Annesine sarıldı ve öyle çıktı evden… Annesi ise kapıyı kapatınca, sırtından bir ürperti geçti…
*
Elif iskeleye vardığında vapura binmek için bekleşen kalabalığın arasından öğrencilerin bulunduğu tarafa doğru yöneldi. Etrafına baktı heyecanla. Birisini arıyordu gözleri, kalbi, ruhu. İnce bir ses duydu arkasından:
-Günaydın Elif.
Ayten’in sesiydi bu. En yakın arkadaşı, sırdaşı…
-Günaydın.
Tekrar baktı etrafına. Göremiyordu bir türlü Ahmet’i. “Geç mi kaldı acaba,yoksa hasta mı oldu?” diye geçirdi içinden. Ayten, Elif’in birisini aradığını anlamıştı.
-Ohoo, yine nerelere bakıyorsun Elif hanım. Yoksa Ah...
Ayten’in yüksek sesle ‘Ahmet ‘ diyeceğinden korkarak:
-Şit, biri duyacak sus lütfen, dedi aniden.
-Söylediğime pişman etme beni.
-Kim duyacak bu kadar insan arasından. Hem aşk olsun bana güvenmiyor musun sen?
Elif de fazla tedirgin olduğunu anladı:
-Güvenmemek değil…
Tam o sırada vapura binecekler için yapılan anons duyuldu:
-7.30 Vapuruna binecek yolcularımız kalmasın!
Anons duyulur duyulmaz çoğu öğrenci olan kalabalık, iskeleye demirlenmiş Üsküdar vapuruna doğru hareket ettiler.
Yaşlı vapurun alt katı, üst katı ve hatta dış kısmı tıklım tıklım doldu bir anda. Elif ve Ayten ancak dış kısımda yer bulabildiler kendilerine. Annesinin tembihine kalabalık nedeniyle uyamayan Elif’in içi sıkıldı. Zaten bu vapuru hiç sevmiyordu. Daha doğrusu korkuyordu ondan. Kim korkmazdı ki böylesine yıpranmış bir vapurdan?
-Keşke içeri girebilseydik, dedi Ayten’e.
-Şimdi içerisi dolmuştur, mecbur burada oturucaz, dedi Ayten. Sonra muzip bir şekilde gülerek:
- Ama içerde görmek istediğin birileri varsa bilemem.
-Ayten!
Bu sert uyarıdan sonra Ayten inene kadar ağzını açmadı. Elifse üzgündü; Ahmet’i göremediği için… Sıkıntıyla başını yana çevirdi. Camdan iç kısım görünüyordu. Birden, onca kalabalığın arasından Ahmet’i seçti gözleri. Ahmet de birinin ona baktığını fark ederek Elif’in baktığı yere çevirdi kafasını. Göz göze gelmişlerdi. Elif, gözlerini kaçırdı ondan ve kafasını çevirdi hemen.
“ Demek o da buraymış” dedi içinden. Sonra kızdı kendine, gözetlermiş gibi bir konuma düştüğünden.
Hava sıkıntılı görünüyordu… Bulutlar kara… Soğuk insanın ciğerlerine işliyordu… Dalga sesleri kulakları dolduruyordu… Ve eski vapur haşin denize dayanmaya çalışıyordu…
İzmit’e yaklaşmaya yakın kalabalık, vapurun dış kısmına çıkmaya başladı. Her adımda çoğu kısmı ahşap olan vapur gıcırdıyordu. İnsanlar yaşlı vapuru incitmemek için ayaklarının ucuna basarak yürüyorlardı. Elif ve Ayten de ayağa kalkıp, vapurun iskeleye yanaşmasını beklediler. Ayten yavaşça eğildi Elif’in kulağına ve:
-Sağa bak, dedi.
Elif, heyecanla baktı sağına. Ahmet vardı. Tam yanındaydı. Göz göze geldiler tekrar. Gülümseyerek:
-Günaydın, dedi Ahmet.
Elif de gülümsedi:
-Günaydın.
O sırada vapur İzmit iskelesine yanaştı. Elif ve Ahmet, o tek kelimeyi söylemenin mutluluğuyla indi vapurdan. Aslında ‘Günaydın’dan fazlaydı söyledikleri…
Elif, çok mutluydu. Deminki kızgın halinden eser yoktu. Aslında şaşırıyordu kendine. Çünkü duyguları aniden değişiyordu; tek bir sözle değiştirebiliyordu birisi…
*
Çıkış zilinin çalmasıyla tüm öğrenciler bahçeye akın ettiler. İstiklal Marşı’nın okunması için, sınıf sıralarının düzene girmesi bekleniliyordu. Sırada Ayten’in yanında olan Elif:
-Bu sefer 12.15 vapuruna yetişelim, dedi. Geçen hafta yetişemedikleri için iki saat beklemişlerdi diğer vapurun gelmesini. Ayten de katıldı ona:
-Marştan sonra oyalanmadan gidelim hızlıca. İki saat beklenilmez bu havada.
Gölcük ve Karamürsel’den gelen öğrenciler İstiklal Marşı’nın okunmasından sonra Elif ve Ayten gibi vapura yetişmek için hızla çıktılar okul bahçesinden. Elif’in gözleri Ahmet’i arıyordu. Onu da tüm öğrenciler gibi vapura doğru hızlı adımlarla yürürken buldu. Tam o sırada Ayten, elindeki kitapları yere düşürdü aceleden. Not kâğıtları da havaya saçılmıştı. Rüzgâr oraya buraya uçurmaya başladı kâğıtları.
-Allah kahretsin, dedi Ayten.
Elif, arkasını döndüğünde gördü Ayten’in kitapları yere düşürdüğünü. Telaşlanmıştı vapura yetişemeyecekleri için. Tekrar çevirdi kafasını öğrencilerin koştuğu yere. Ahmet’i vapura binerken gördü. Birlikte gidemeyecekleri için üzüldü ancak Ayten’i yalnız bırakamazdı. Ayten, eğildi kitaplarını toplamak için. Elif’in vapuru kaçırmak istemediğini biliyordu. Bu yüzden kendisine doğru gelen Elif’e seslendi:
-Git sen, vapura yetiş!
Elif tereddütte kalmıştı:
-Ama…
-Hadi git! Yer tut bize, bunları toplayıp gelicem. Koş!
Ayten, Elif’in gitmesi için söylemişti. Yoksa biliyordu yetişemeyeceğini. Elif koşmaya başladı. Ayten’in yetişmesi için bir yandan da dua ediyordu. Ahmet de vapurun dış kısmında olduğu için görmüştü olanları. Heyecanlanarak vapurun iskeleye yakın tarafına gitti. Nefes nefese kalmıştı Elif. İki de bir kafasını arkasına çevirerek Ayten’e bakıyordu. Ayten’se uçuşan kâğıtlarının peşinde bir o yana bir bu yana gidiyordu. Elif kafasını tekrar vapura doğru çevirdiğinde Ahmet’i gördü vapurun iskeleye yakın tarafında. “Beni mi bekliyor acaba?” diye geçirdi içinden. İskeleye vardığında vapur görevlisi, vapuru iskeleye bağlayan halatları çözmeye başladı. Saatine baktı Elif, 12.08’di.
-Daha yedi dakika var. Neden çözüyorsunuz halatları, dedi.
Vapur görevlisi:
-Kaptan öyle emretti, dedi tersleyerek.
Elif tekrar baktı Ayten’e. Kitap ve defterlerini toplamıştı. Elini havada sallayarak ‘gel’ dedi Ayten’e telaşla. Halatı çözen görevliyi görünce vapura yetişemeyeceğine emin oldu Ayten. Eliyle Elif’e ‘git’ işareti yaptı. Ahmet’se vapurdan onları izliyordu. Halatları çözülen vapur, iskeleden uzaklaşmaya başladı. Elif iki arada kalmıştı. Ayten’in uzaktan Elif’e ‘git’ demesinden cesaret alan Ahmet, Elif’e seslendi:
-Elif, gelecek misin?
Elif, telaştan unuttuğu Ahmet’in sesini duydu. Onu çağırıyordu. Ayten’se sürekli ‘git’ diyordu uzaktan. Bir şey vapura doğru itiyordu sanki Elif’i. Ahmet değildi bu...
Ahmet’e doğru döndü Elif. O da anlamıştı vapura bineceğini. Elini uzattı Elif’e doğru. Elif, uzatılan eli tutarak vapura bindi.
*
Vapur, dalgalar çıkartarak ilerlemeye başladı hareketli denizde… İçi burkuldu Ayten’in. Elif için sevinmesi gerektiğini biliyordu ama sevinemedi. Nedenini de bilemedi.
*
Elif, vapura bindikten hemen sonra Ayten’e çevirdi gözlerini. Üzülmüştü. Ama onun vapura binemediğine mi yoksa kendinin bindiğine mi üzülmüştü, anlayamadı.
-Keşke yetişebilseydi, dedi Ahmet.
Ancak Elif bir şey diyemedi. Elini havaya kaldırdı, salladı…
Deniz hırçındı bugün… Hava kızgın… Bulutlar kararmıştı… Ve güneş çekildi içeriye...
*
Ayten, İzmit’te oturan teyzesinin evine gitmeye karar verdi. Çünkü çok soğuk vardı dışarda ve rüzgâr sert esiyordu. Yürümeye başladı yavaşça. İçi hala sıkılıyordu. Uzaktı teyzesinin evi. Yolu henüz yarılamıştı ki, rüzgâr itti arkasından. Birden sarsıldı. Fırtına kopmuştu. Yerdeki çöpler, kağıt parçaları döne döne havaya çıkıyordu. Arkasına, denize doğru baktı. Dalgalar arasında bir nokta gördü. Aşağı yukarı inip-çıkan bir nokta…
*
Ahmet, üzüldüğünü anlamıştı Elif’in. Neşesini yerine getirmek için:
-Üzülme, bak ben varım, dedi. Şaşırmıştı bunu dediğine. Elif de şaşırdı. Gülümsedi sonra Elif. Yanlış bir şey söylemiş olmaktan korkan Ahmet, Elif güldüğü için rahat bir nefes aldı.
Birlikte içeri girdiler. Her yer doluydu. Cam kenarında, ayakta beklemeye başladılar.
Ahmet bir şeyler söylemek istiyordu ancak söze nasıl başlayacağını bilemiyordu. Sıkıldı söyleyemediğine. Elif, anladı Ahmet’in bir şey söylemeye çalıştığını. Bir süre durdular hiç konuşmadan… İçerisinin uğultuları arasından dalga sesleri ulaştı kulalara… Sabırsız ve huysuz dalga sesleri…
-Elif, dedi Ahmet. Ve bir anda şiddetli bir şekilde sallandı vapur. Elif korkarak Ahmet’in koluna sarıldı. İçerdeki uğultular gürültüye döndü. Yolculardan biri:
-Ne oluyor? Diye sordu vapurdaki görevliye. Görevli ise sakin görünüyordu:
-Telaş yapacak bir şey yok,
Demesine kalmadan bir daha sarsıldı vapur. Elif çok, korkmuştu. Dalgalar cama vuruyordu… Vapur beşik gibi sallanmaya başladı. Biraz sonra herkes alışmıştı vapurun sarsıntısına. Elif, elini Ahmet’in kolundan çekti. “Tam da sırasıydı” dedi Ahmet. Belli etmese de o da korkmuştu. Cesaretini topladı ve bir daha:
Elif, dedi.
Bir daha sallandı her yer. Dalgalar yaşlı vapuru dövüyordu… İnsanlar ayağa kalktılar… Havada bir şimşek çaktı… Bulutlardan kararmış gökyüzü yandı söndü adeta… Vapur nereye doğru yatsa insanlar da o tarafa doğru devrilmeye başladılar… Sağa devrildi vapur; Ahmet ve Elif de sağa devrildiler… Ahmet sıkı sıkıya tuttu Elif’i… Sonra tekrar duruldu deniz… Ancak fırtına önce sessizliğiydi bu… İnsanlar korkuyordu hareket etmeye… Birden büyük bir gürültü koptu… İçeriye cam parçaları doldu… Ardından sular hücum etmeye başladı… Ahmet hızla çekti Elif’i kolundan… Üst kata çıktılar zar zor… Her şey karışıktı… Her yer dağınık… Zemin kayıyordu altlarından… İnsanlar bir garipti… Gözleri hiç olmadıkları kadar açılmıştı; korkuyorlardı… Bir şey dolaşıyordu insanların elinde… O şeyi almak için birbirlerini itekliyorlardı… Ahmet de bir tane kapabildi ancak… Elifse idrak edemiyordu olanları… Hareket edemiyordu… Ahmet aldığı şeyi giydirmeye çalışıyordu ona. Sonradan anladı; can simidiydi bu…
Kıyamet kopuyordu sanki… Deniz azgın bir köpeğin salyaları gibi köpürüyordu… Büyük bir gürültü daha koptu… Bu, diğerinden daha kuvvetliydi… Fırtına kaptan köşkünü çekip çıkarmıştı yerinden...