- 550 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mis gibi sıcak ekmek
Sabahın körüydü. Ne işim vardı dışarıda? Hatırlamıyordum. Ama dışarıdaydım. Gün ışımadan yollara düşmüştüm. Bir işim de yoktu belli ki. Belki de dalga geçmekti o sabahki işim. Hatırlamıyordum.
Ayaz yanaklarımı ısırıyordu. Ellerim buz kesmişti. Ceplerime soktum. Sağ cebimde elime bir şey geldi. Tuhaf, daha önceden dokunmadığım bir şey.
Sağ elimle cebimin derinliklerini iyice kurcaladım. Bu tanımadığım nesneyi kavrayıp cebimden çıkarmaya çalıştım.
O ne? Bir türlü çıkmıyordu. Avcumun içine alıp kavrasam, yumruk olan elim cebimden çıkmıyordu. Elimi yumruk yapmadan da bu daha önce hiç dokunmadığım nesneyi tutamıyordum. Tutup çıkaramıyordum cebimden.
“Ah bir kestaneci olsa!” diye geçirdim içimden. Onun, kestaneleri çevirmek için kullandığı maşayı cebime sokar, pekâlâ tutabilirdim daha önce hiç dokunmadığım bu nesneyi.
Ne yazık ki kestaneci falan yoktu. Kestaneci delimiydi ki daha gün doğmadan sokaklara çıksın? Bu saatte kimi bulup da kestane satacaktı?
Bir yandan yürüyor, bir yandan da daha önce hiç dokunmadığım o nesneyi cebimden çıkarmaya uğraşıyordum.
Nereye doğru yürüdüğümün farkına vardığımda deniz kenarını bulmuştum. Güneşin denizden nasıl çıktığını fark ettim birden. Önce ilk ışıklarını verdi ufuk çizgisinden. Gökyüzü morardı. İlk kez böyle bir şey görüyordum. Bulutlara değen günışığı, baskın kızıllığının üzerine bir mor şemsiye geçirmişti.
Ellerimi ceplerimden çıkardım. İki kolumu yana açıp, denizin o çok sevdiğim kokusunu içime çektim. Gözlerim dolmuştu. Nedeninin sormayın. Bilmiyorum. Kim bilir neler düşünerek gelmiştim oraya…
Birden hatırladım. Hatırladığım hem iyi oldu ki kendime geldim, hem de kötü oldu. Derin bir acının kalıntıları içimi yakmaya başladı.
O, gitmişti. Yoktu artık.
Kollarımda son nefesini verirken, gözlerime baktı. Elimi sıkıca tuttu. Bana çok uzun gelen bir süre göz gözeydik.
Bütün yaşadıklarımızı konuşmuştuk gözlerimizle. Eksik bırakmadan. Elimi sıkı sıkı tutuyordu, beni bırakmak istemezcesine. Bense onu bırakmayı hiç istemiyordum.
Denizden yükselen güneş gibi büyüdü gözbebekleri. Gözleri, denizden çıkan güneş gibi güzeldi. Yavaş, yavaş elimi tutan eli gevşedi. Bir süre sonra, onun elini ben tutuyordum. O, ölmüştü.
Gözlerinde gizemli bir gülümseme kalmıştı. İstedim ki hiç kapanmasınlar. İstedim ki, hep o gizemli gülümsemeyle kalsınlar…
Birden hatırladım. Güneş bütün heybetiyle denizden çıkıp, yavaşça küçülürken, ben de küçüldüm. Ellerim de küçüldüler. Sağ elimi cebime soktum. O; daha önce hiç dokunmadığım nesne cebimde yoktu. Bir süre onu boşuna aradım. Yoktu. Artık, elim, yumruk yaptığımda da cebimden çıkıyordu.
Denize arkamı döndüm. Gözlerimi kapadım. Ceketimin düğmelerin açtım. Denize doğru esen ayazın, içimdeki yangıyı dindirmesini istiyordum. Yararı olmadı.
Hiçbir şeyin yararı olmadı. O gitti. Beni yangımla bıraktı.
Üşüdüm. Ceketimin önünü iki elimle toparlayıp yürümeye başladım. Bir süre sonra sıcak ekmek kokusuna doğru yürüdüğümü fark ettim. Fırının önündeydim.
Fırıncıya: “İki ekmek verir misin?” dedim. Durakladım… Sonra, “Biri kalsın. Bir tane yeter.” diye tamamladım sözümü. Kahvaltı için ikinci ekmek fazlaydı.
16.08.2008, Ender Erdemil
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.