- 430 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Müdahale Seyri Bozar
Müdahale Seyri Bozar
İnsan, kendi boyutunda (esfel, sefil, Dünya) evreni seyreden en bilinçli varlık!
İrşat: Doğru yolu gösterme, uyarma.
İrşat etmeye kalkan veya irşat ettiğini sanan, kendisi doğruyu biliyor veya uyanık, başkalarını da uyarıyor gibi bir durumdadır! Bu durumda irşat, bir insana itaat gibi algılanır…
İrşat makamı var mı?
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!” Bu da paylaşımla olur!
İrşat makamı, bir insan için aslen yok! Çünkü insanlar “İnsan” olma noktasında birbirleriyle eşit hak ve konuma sahip. Aralarından yetenekli olanlar ve potansiyelini verimli kullananlar öne çıkar. Bu durum onlara irşat etme yetkisi vermez! Sadece aydınlatabilirler, o da paylaşımla ve yoldaşlıkla mümkün. Bu da “Evrensel eşit insan” prensibiyle paralel!
Uygulamada neler olur?
Tarihsel süreçte hep birileri “İrşat Makamları” olarak sunulmuş! Egemenlerin tayin ettiği, kutsal ilan ettiği kişiler bu makamlarda teba, tabi, bağlı olanları irşat eder! Yani uyandırır! Bazı da toplumda kabul görmüş kişiler arasından çıkar bu gibi kişiler! Sonuçta uyuyanları güya uyandırma işini bir şekilde üstlenirler!
Uyuyanları uyandırma işi gerçekte olmalı mı? Kim uyuyor, kim uyanık o nasıl belirlenecek? Bu göreceli bir durum çünkü. Herkes kendini “Uyanık” olarak görmeli zaten. Yada kendi uyanmalı! Zaten evrende karşılaştığımız her şey bizim ihtiyacımız ve tercihimize göreceli gelir! Yani “İrşat makamı” bir insan değildir, tüm evrensel işleyiştir! Bir çekirgenin zıplamasından tutun, bir çiçeğin açması; denizde birinin boğulmasının gayri ihtiyari seyri irşat ekseninde insana tesir eder! Bu anlamda tüm ilişkide bulunduğumuz nesneler ve insanlar “İrşat Makamı” tarafından bize gönderilir! Perde önünde nesne, kişi; perde arkasında “İrşat Makamı” var!
İnsan için mürşit olmak yok! Mürşit almak var! Yani kişi kendini irşat edeni kendi sadece kendisi açısından belirler! Bir nesne veya bir kişi olabilir bu. Karınca bile mürşit olabilir arife! Buradaki ayrıntı gözden kaçmasın “Benim mürşidim” demek başka, “Ben mürşidim” demek başka; “O mürşit” demek bambaşka. Birini mürşit kabul eden sadece ve sadece kendi açısından bunu kabul edebilir. Başkasına mürşit olmak da başkasını diğerlerine mürşit olarak sunmak da “Evrensel eşit insan” prensibiyle bağdaşmaz! Yani insan kendi irşatçısını başkasına da irşatçı olarak sunamaz! Yoldaşlıkta ise mürşit mürit ilişkisi yoktur; eşit paylaşım ve eşit sunum vardır!
İnsanlar birbirini irşat etsin, uyarsın. İdeal olan bu; tavsiyelerle paylaşım! Bakın uygulamada genellikle şöyle olur; birileri öne çıkar ve bazılarını diğerlerine irşat makamındaki kutsal kişi olarak sunar! O zaman da birbirini uyarmak güme gider! İnsanların birbirini uyarma konusunda başarı olması için “Evrensel eşit insan” prensibini başta kabul etmesi gerekir! Öyle ki bazı insanlar bazılarının tüm insanlardan daha değerli olduğunu ve kendi dahil tüm insanların kutsanan insandan daha aşağıda olduğunu kabul eder! İşte bu durum eşit paylaşımı ve eşit irşadın en büyük engeli olur! Bu kabul yeni bir şey üretmeye zaten mani olur. Ne üretilse mevcut kabulün esaslarıyla değerlendirilmeye başlanır! Başka bir sakınca da kendiliğinden yerleşir; bu kutsal kabul görmüş kişilere atfedilen sözler çığ gibi büyür! Çünkü kabuller öyle! Eski zaman filozofu veya din adamı söylemişse sorun çıkmaz! Öyleyse bir söz veya uygulamaya oradan delil getirilmeye çalışılır! Yeni üretimler eski kabullere kurban edilir! Bu nedenle “Orta Çağ” da kalmak tehlikesine işaret etmiş arifler!
Hayatın her aşaması bilgisayar oyunundaki aşamalara benzer. Biri aşılmadan diğerine geçilmez. Her aşamada tecrübe artar ve her aşama yeni zorlukları veya gücü kazandırır! İnsan, soyut tercihinde nereye kadar gelmişse somut hayatında da oraya kadar gidebilir. Bu nedenle bazı geri düşer ve tekrar eder aynı aşamayı. Geçene dek sürer bu durum. Göreceli olan bu aşamaların üst noktasına ulaştığında ya tamamen geri düşer; oyunun bir alt aşamasına değil, ilk başladığı noktaya; ya da hızı artırarak farklı deneyime gider. Aşamaları geçmeyi zirve noktasına ulaşmak için söylerim. İzafiyeti unutmayalım. Görünen, gösterilen, şahit olunan, bizzat yaşanan her şey bizim için planlanmıştır. Biz görelim, şahit olalım, yaşayalım, öğrenelim diye. Bir çocuğun seyrinde bir kamyonun bir kediyi ezmesine şahit olmak bile planlanmıştır…Terakki için.
Son tahlilde; söz söylenmiş zaten “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!” bizler ilme yapışıp, hayat seyrinde birbirimizle güzellikleri paylaşalım. Kimse kendi gerçeğini başkasına dayatmasın. Herkes kendi gerçeğini yaşasın. Lüzumsuz makamlar ihdas etmenin de faydası olmaz! Geçmişteki hatalar geçmişte kalsın! Geçmişin kini günümüze taşınmasın! Geçmişin güzellikleri bile günümüzde tam karşılık bulmaz! Terakki hep var, olacak…
Selametle,
Ahmet Bektaş