bir yaz günü
Arabayı Basri, kullanıyordu. Menderesli yolu tırmanan siyah otomobil, yaz güneşi nefesiyle ısınmış siyah asfalt üzerinde gürül gürül sesle ilerliyordu. Basri, yanındaki adama baktı. Kurşun gibi ağır sözcüklerini kalıba dökmek ister gibi zorlanıyordu Basri’nin ağzı. Ferit Yalçın, arkadaşının acı çekmesine daha fazla dayanamadı.
“Yola çıktığımızdan beri bir gariplik var sende. Ne var hadi söyle ve kurtul.”
“Bak Ferit, gideceğimiz evin sahibi hakkında sana söylemediğim bazı şeyler var.”
“Anlamadım?”
“Özel bir psikiyatr doktor istediklerini söylemişlerdi. Ben de sana haber vermiştim.”
“Evet.”
“Gideceğimiz aile çok tanınmış oldukça varlıklı bir ailedir. Bunu oraya gitmeden önce bilmen gerekiyor.”
“Peki bunu neden yola çıkmadan önce söylemedin?”
“Bilmiyorum, belki gitmek istemeyebilirsin diye düşündüm. Ayrıca aile bu konuda kesinlikle bir şey söylememem için bana ricada bulundu. Daha oraya gitmeden önce kimlikleri açığa çıksın istemiyorlar.”
“Anlıyorum, ancak beni tanıyorsun. Hastalarımın kimliği her zaman gizlidir. Zengin fakir olmaları benim için önemsiz.”
“Evet, ama onlar seni tanımıyor. Kusura bakma.”
“Önemli değil. Daha çok var mı?" Camdan dışarıya baktı Ferit. "Berbat bir yaz bu.”
“On dakika sonra ordayız. Bu arada muayene edeceğin kadın ailenin büyük kızı.”
“Evet. Dosyasını inceledim.”
“Ne düşünüyorsun? Yani tedaviye olumlu sonuç verir mi?”
“Görmeden bilmiyorum. Bu arada neden böyle uzak bir yerde dağ evinde kalıyorlar?”
“Gidince anlarsın.” Dedi Basri ve gazı kökledi.
Çam ağaçları arasında kapıda silahlı güvenlik görevlilerinin koruduğu birkaç dönüm içine yayılmış dağ evine geldiler. Ağaçların gölgesine sığınmış bir meydanın ortasında araçtan indiler. Ferit, etrafa bir göz attı. Bülbül sesleri duyuyordu. Uzaktan gelen su sesine karışan bülbül sesleri. “Basri, duyuyor musun? Bülbül bu.”
“Öyle mi?”
Üç katlı büyük taş ev önlerinde tarihi şehir duvarları gibi yükseliyordu. Ahşap kapı büyük bir gürültüyle açıldı ve karanlıktan çıkan takım elbiseli adam onları karşıladı. “Hoşgeldiniz doktor. Lütfen buyrun sıcakta kalmayın.”
Evin içi dışından daha büyük olduğu izlenimi veriyordu insana. Oldukça serin havası vardı evin. Karanlık mağara gibi ışıksız ancak kuru ve serin. Taş merdivenleri çıkarak ikinci kata çıktılar. Bir çalışma odasının kapısından içeri girdiklerinde kısa boylu, kırsaçlı, elli yaşların sonunda göbekli ve yüzü kırmızı bir adam onları karşıladı. Adamın yüzündeki renk karaciğeri işaret ediyordu. Ferit’in ilk düşüncesi bu oldu. Sıkı içiyor olmalıydı adam. Viski muhtemelen. Kapı kapanınca odada üç adam yalnız kaldılar.
“Doktor, hoşgeldiniz.” Dedi kırmızı yüzlü adam. El sıkışmadan sonra köşedeki deri koltuklara yerleştiler.
“Beni tanıyor olmalısınız?”
“Evet. Berk Katrancıoğlu. Televizyonda sizi izledim. Özellikle katıldığınız spor programlarında.”
“Senin adınızı çok duydum doktor. Alanında çok başarılı olduğunu söylediler. Yurtdışından gelen hastalarınız varmış.”
“Elimden geleni yapmaya çalışıyorum.”
“Doktor, ben pratik adamım. Lafı uzatmıycam. Bir sorunum var. Daha doğrusu kızımın bir sorunu ki kızımın sorunu benim sorunum demektir.”
“Anlıyorum.”
“Anlamalısınız doktor. Ben konuştuğum zaman anlaşılmayı beklerim.”
Ferit, göz ucuyla Basri’ye baktı. Basri, sorun olmadığını belli edecek şekilde başını hafifçe öne eğdi.
“Sizi dinliyorum.” Dedi Ferit Yalçın.
“Kızımın dosyasını okumuşsundur.”
“Evet.”
“Ne düşünüyorsun?”
“İvedi bir şekilde ilaç tedavisi, ancak önce hastayı görmeliyim.”
“Hasta mı? Benim kızım hasta değil!”
“Tıbbi jargonla konuşuyoruz beyefendi.” Diyerek ortamı yumuşatmak istedi Basri.
“Hııı. Neyse, bak doktor, kızımı yaşadığı sorunlar nedeniyle bu dağ başında yirmidört saat korunaklı kale gibi eve kapandım. Neden biliyor musun?”
“Bilmiyorum.”
“Ona zarar veren ve içini çürüten şey neyse kızıma kötü şeyler yaptırıyor.”
“Anlamadım? Bunlar dosyada yazmıyordu.” Dedi Ferit Yalçın. Basri’ye öfkeyle baktığında Basri, başını şömineye çevirmişti.
“Yazmasını istemedim. Daha önce İstanbul’da kendi evinde kalıyordu. Ancak sorunlar başlayınca önce kendine zarar vermeye başladı. Ardından… Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum, bir baba için çok acı… Tanımadığı erkeklerle birlikte oluyordu.”
“Bir sevgiliden bahsetmiyoruz sanırım burada.”
“Hayır! Önce evdeki hizmetlilerden biriyle, sonra bahçıvanla, daha sonra sokaktan çevirdiği kişiler…”
Yaşlı adam kadehinden sıkı bir yudum aldı.
“Eğer birkaç yüzyıl önce bunları yaşıyor olsaydık kızımın cadı olduğu ya da ruhuna şeytan girdiğine inanabilirdim. Ama ben bilime inanırım doktor. Gitmediğim profesör kalmadı. Onu gören hekim, hoca hiçbiri fayda etmedi.”
“Acınızı anlıyorum.”
“Bir çocuğun var mı doktor?”
“Hayır. Eşimi bir yıl önce kaybettim.”
“O zaman anlayamazsın, doktor. Bu arada eşin için üzgünüm.”
“Teşekkür ederim.”
Yaşlı adam başını pencereye çevirdi. “Son olarak yaptığı şeyden sonra…”
Basri, eğilerek Ferit’in kulağına fısıldadı. “Sokağa çırılçıplak çıkmış.”
“Bakın beyefendi, bu yaptığı şeyleri tetikleyen sorunu bulmak için elimden geleni yaparım.”
“Yalnız seni uyarmalıyım. Daha önce gelen bazı doktorlar onun cazibesine kapıldılar. Nefsine hakim olabilir misin doktor?”
“Bayım, ben diğerlerini bilmem ama bir yemin ettim. Kutsal bir yemin. Bu iş benim herşeyim.”
“Size odasını göstersinler. Buyrun.” Dedi yaşlı adam ancak koltuğundan kalkmadı. Uzun zaman önce mücadeleyi bırakmış, kaybetmiş biri gibi koltuğun parçasına uygun vücuduyla oraya gömülmüştü.
Bir üst kattaki ahşap kapının kilidi açıldı ve kapı aralandı.
“Tamam, beni hastayla yalnız bırakın.” Dedi Ferit.
“Ben kapının dışında bekliyorum. Bir şey olursa seslen.”
Ferit, içeri girdiğinde beyaz günışığında hafifçe sallanan tül perdelerin altından odaya giren çam kokusu aldı. Kapı kapandı ve kilitlendi.
“Demek yeni çocuk sensin?” dedi olgunlaşmamış bir ses.
“Pardon?” dedi Ferit, odada kimse yoktu. Birkaç adım attığında ayağı altındaki ahşap döşemenin esnediği hissine kapıldı. Çift kişilik yatağın örtüsü hiç bozulmamıştı.
“Neredesiniz?” diyerek seslendi Ferit.
Yatağın yanında ayakta durup pencereye doğru baktı. Demir parmaklıklar ardında yeşilin hayat bulduğu ufku görüyordu. Bülbül seslerini duydu yine. Birden ayağını kavrayan bir şeyle irkildi.
“Tanrım!”
“Korktun mu?” dedi genç kız yatağın altından çıkardığı başıyla.
“Tanrı aşkına! Orada ne yapıyorsun?”
“Saklanıyorum.”
“Kimden?”
“Ondan.”
“O mu? Babandan mı?”
“Baba mı? Böööö….”
Ferit, yere diz çöktü ve yatağın altındaki kızı daha iyi görebilmek için eğildi. Ancak kız çevik bir hareketle yatağın diğer ucundan çıktı.
“Oyun oynamayı seviyorsu demek.”
“Hihihihih”
Karşısında yatağın diğer ucunda kızın sarı saçlarını görebiliyordu. Sonra kaşları ve gözlerini gördü. Maviydi gözleri. İki kez hızla kırpıldılar maviye. Ardından burnu belirdi. Minicik, meleklerin kayak pisti gibi bir burundu. Daha sonra pembe ince dudaklar. Yirmili yaşların sonunda olmasına rağmen oniki gibi gülümseyen, ve bir çocuğun heyecan dolu bakışlarınına sahip çok sağlıklı görünüyordu genç kız. Yavaşça aynı anda ayağa kalktılar. Ferit, yatağın öbür ucunda, kız diğer tarafta. Zayıf ve uzun boyluydu genç kız. Üzerinde pembe çiçekli elbise vardı. Elbisenin askılarından biri omzundan düşmüştü. Odanın ortasına doğru yürümeye başladı. Saçları iki yanda, örülmüş güneşin sarı ipliği gibiydi ve çıplak ayaklarıyla odanın içinde dans etmeye başladı genç kız.
“Benim buraya neden geldiğimi ya da kim olduğumu biliyor musun?”
“Sen doktorsun.”
“Evet.”
“Adımı biliyor musun?”
“Ferit.”
Ferit, şaşırmıştı. “Nerden biliyorsun?”
“Hizmetliler konuşurken duydum.”
“Hımm. Tabi ya. Oturmak ister misin?”
“Bilmem sen ister misin?” diye sordu genç kız.
“İsterim.”
“Otur o zaman. Hihihihi”
Ferit, sandlayeye çok yavaş bir şekilde oturdu. Cebinden not defteri ve kalem çıkardı.
“Ders mi çalışıcaz?”
“Sayılır, sohbet edicez. Biraz unutkanım o yüzden not alıcam. Bana adını söylemedin?”
“Hangisini öğrenmek istersin?”
“İki adın mı var?”
“Evet. Hihihihi.”
“İkisini de öğrenmeyi çok isterim.”
“Birincisi Esma. Diğeri…” Genç kız kendiyle konuşmaya başladı. Fısır fısır bir şeyler konuştu eliyle örttüğü ağzı içinde.
“O, adını söylemek istemiyor.”
“O mu?”
“Evet, O.”
“Şu an burada mı o?”
“Evet.”
“Odanın içinde?”
“Hihihi.”
“Esma, bana ondan bahseder misin?”
“Sen kötü birisin.”
“Öyle mi söyledi?”
“Evet.”
“Beni arkadaşınla tanıştırır mısın?”
“Senden hoşlanmamış. Ona zarar vereceğini söylüyor.”
“Arkadaşın şu an nerede?”
“Hemen arkanda duruyor.”
Ferit, hızla arkasına döndü. Beyaz tül rüzgarda çok hafif salınıyordu. Ferit, küçük not defterine bir şeyler yazdı.
“Hihihi. Hayır, hayali değilim diyor sana.”
Ferit, yazmayı bıraktı. Küçük siyah not defterinde satır üzerindeki son cümlesini okudu. -Hayali bir arkadaşı var.-
Sonra karşısında utangaç bir şekilde duran genç kıza baktı. Tüyleri ürpermiş bir şekilde kızın bunu nasıl bilebildiğini düşündü. Ancak öyle porfesyoneldi ki korktuğunu kıza belli etmiyordu.
“Esma, bunu nasıl yaptın?”
“O söyledi. Yazdıklarını bana okuyor.”
Not defteri kapattı Ferit.
“Şimdi ne söylüyor arkadaşın?”
“Aptal olduğunu. Buraya boşuna geldiğini. Bir an önce evine sefil hayatına dönmen gerektiğini. Ve yas tutmanı. Karın için. Onu öldürdüğün için kendinden utanmanı.”
Ferit, ayağa fırladı. Kalbinin göğüs kafesine sürtündüğünü hissediyordu.
“Kimsin sen? Karım hakkında ne biliyorsun?”
Geç kız korkarak birkaç adım geriye gitti.
“Kimsin sen?”
Genç kızın deli mavi gözleri titredi. Gözbebekleri giderek büyüdü. Ardından elbisesi önünde birkaç düğme açtı genç kız. Ferit’e doğru yürürken.
“Ferit, sevgilim.” İşaret parmağını Ferit’in boynunda gezdirmeye başladı. “Ne dersin Ferit, biraz eğlenelim mi?” Genç kız pembe elbisesini hızla yukarı sıyırınca altında külot olmadığını gördü Ferit.
“Nasıl beğendin mi? Senin için. Sıcak fırın gibi hazır.”
“Kimsin sen?” diyerek uzaklaştı Ferit.
“Oyunbozan.”
“Bunu nerden biliyorsun?”
“Oyunbozan. Oyunbozan. Oyunbozan. Hihihihi.”
“Yeter!”
“Ne oldu Ferit, neden sinirlendin?”
“Bu karımın bana söylediği bir şakaydı. Oyunbozan. Nasıl bilirsin bunu?”
“Karını öldürdüğünü de biliyorum.”
“Ben öldürmedim onu. Trafik kazasıydı.”
“Direksiyonda uyudun.”
“Kazaydı!”
“Sen öyle diyorsan.” Diyip kestirip attı genç kız ve yatağa sırtüstü bıraktı kendini. Ardından bacaklarını havaya kaldırıp ayırırken kollarını içeriden bacaklarına sardı.
“Ne diyorsun? Beni becermek ister misin?”
“Hayır.”
“Of. Çok sıkıcısın.” Hızla yatakta bağdaş kurdu genç kız.
“Kimsin, nesin sen? Aklımı okuyorsun. Numaran bu mu?”
“Zekisin ama sınırlısın. Hocalardan çok bilim adamlarını tercih ediyorum. Onlar daha eğlenceli oluyor. Çünkü bana inanmıyorlar. İnsan tanımadığı insanları çekici bulur değil mi?”
“Kim olduğunu söyle. Bir adın var mı?”
“Bana fahişe diyebilirsin.”
“Saçmalama.”
“Hmmm. O zaman Ebru’ya nedersin?”
“Bu karımın adı. Onun adını ağzına alma!”
“Neden, evet Ebru’yum ben. Ebru. Ebru. Ebru. Şimdi cehennemde olmalı. Şeytanlar arasında zevkten inliyordur.”
“Sus! Hastasın sen!”
“Hadi ama Ferit, hatırlamıyor musun son evlilik yıldönümümüzü? Otel odası kiralamıştık. Jakuzide yaptıklarımızı hatırladın mı?”
Genç kız hızla yataktan kalktı. Ferit’in boynuna sarıldı. “Ah Ferit, gözlerime bak ve beni sevdiğini söyle. Hiç sevmediğin kadar çok sev beni. Hadi sevgilim daha çok sev beni. Herkesten daha çok sev…”
“Ebru? Bu gerçekten sen misin?”
“Sevgilim, oyunbozanım benim. Çoz özledim seni. Öyle yalnızım ki…”
“Ebru…”
Genç kız dudaklarıyla Ferit’in ağzını örttü. Öpüşmeye başladılar.
“Al beni sevgilim.” Diyerek Ferit’in kucağına zıpladı genç kız.
Ferit, kucağındaki kadınla birlikte yatağa düştü. Dilleri pembe sarmaşık gibi dolanmıştı. Ferit’in gözlerine inen perde üzerinde karısı Ebru vardı. Ferit, pembe elbiseyi sıyırdı. Pantolunun fermuarını açtı. Ve kızın içine yerleşti.
“Ebru. Çok özledim seni.”
“Ben de sevgilim.”
Tam bu sırada kapı açıldı içeriye giren adamlar Ferit’i genç kız üzerinden söküp almak için çok uğraştılar. Ancak iki insan kenetlenmişti birbirine. Birisi Ferit’in ensesine sert bir cisimle vurunca Ferit kendinden geçti. Kollarından tuttukları adamı sürüyerek odadan dışarı çıkarırlarken, yaşlı adam yataktaki kızına o güne kadar dünyada hiçbir babanın kızına bakmadığı gibi üzgün bakıyordu. Genç kız yatakta bacaklarını karnına çekmiş gülüyordu.
“Hihihih. Oyunbozan. Hihihihi oyunbozan, oyunbozan…”
Otomobil bu kez yokuş aşağı inerken hacminden fazla bir sessizlik taşıyordu. Arabayı yine Basri kullanıyordu. Hemen yanında Ferit, sessizdi. Ensesinden akan gerçek kırmızıyla ıslanmış beyaz gömleği rüzgarda dalgalanırken, Ferit açık camdan dışarıyı seyrediyor, biraz önce neler olduğunu düşünüyordu…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.