Satranç sadece bir zeka oyunu mudur?
ÇOCUKLAR FITRATEN hakikate meyillidir. Onlar günahtan uzak oluşlarıyla, bir nevi meleklik vasfı almışlardır. Onların dünyasında yeni olan her şey; yeni duygular, yeni heyecanlar çok önemlidir. Çoğu zaman bu edinimlerini bir ömür boyu hatırlar ve tekrar ederler.
Onların dünyasında hakikat için bir zorluk yoktur. Onlar hakikatı kendi dünyalarına göre algılayıp yeri geldiğinde, mesela bir haksızlık ile karşılaştıklarında, bunu haykırırlar. Çünkü bu, fıtratlarından gelen bir hakperestliktir.
Gelin görün ki zamanla ya çocuk terslenerek ya da bu fıtri halleri başka bir şekle çevrilerek bu hakperestliğin önü kapatılır. Bazen de aileleri, bazı şeyleri çocuklarına iyilik yaptıklarını sanarak hem de "seve seve" yaptırırlar. Bu bazen eğlence, bazen zeka oyunu, bazen sosyal etkinlik olarak karşımıza çıkar.
İşte bu noktada satranca bir pay vermeliyiz. Zira çoğu aile; satrancın, çocukların zihni gelişiminde büyük bir paya sahip olduğunu düşünerek, onları teşvik eder. Hatta bazı "gelişimcilerce" bu hal; "düşmanın silahıyla silahlanmaktır". Oysa satranç çocuklarımızın kişiliklerinde "ciddi ve derin" yaralar açacak mahiyettedir. Zira çocuklarımıza satranç oynatarak veya onları satranç oynamaya teşvik ederek, aslında onlara; "vela teziru vaziratun vizra uhra" ayetine muhalif hareket etmelerini ve başarmak/kazanmak için herşeyi ve herkesi harcamak gibi vahşice bir zulmü teşvik ediyoruz. Aynı zamanda onların zihninde insanları ve/ya mevcudatı lüzumlu ve lüzumsuz gibi sert ayrıştırmalara itiyoruz.
Bu oyunda çocukların gözünde, kendini kurtarmak uğruna etrafındaki herşey “öteki”dir. Etrafındaki herkes ya soylu/değerli olup korunacak ya da diğerleri bu soyluları/değerlileri korumak uğruna feda edilecek kadar değersiz olacaktır. Onun yanında insanlar; zengin veya fakir, güçlü veya güçsüz, menfaatli veya menfaatsiz oluşuna göre muhatap alınacaktır. Çünkü bu oyunda bütün dünya "Ben" üzerine kuruludur ve bu "Ben" i kurtarabilmek için her şeyi ve herkesi feda(!) edebilmelidir.
Keza Kur’an-ı Hakîm, bir kardeşlik düsturu ve hedefi olarak "i’sar"ı göstermişken, satranç mantığı ile çocuk, Kur’an-ı Hakîm’in bu emrine karşı tam tersi bir şekilde karşısındaki muhtaç da olsa hiçbir şekilde merhameti nazara almaz. Zira herşey "Ben’e" feda edilebilir mantığıyla hareket ettirilir. Hayatın düsturunu cidal olarak gören mimsiz medeniyete göre -ki evrimde de aynı mantık vardır; kuvvetliler zayıfları alt eder ve zayıfların yaşam hakları yoktur- satrançta da zayıfları, kuvvetlilere feda ettirir ve Kur’an’ın emrine muhalefeti bir kez daha çocuğun zihnine verir. Bunun sonucu olarak başarıya ulaştığı zaman da, Ben’ini öne çıkarıp "innema utituhu ala ilmin" diyen karuna misal olur.
Oysa bu, en küçük bir mevcudun hayatının hakkını koruyan bir dinin emirlerine ne kadar muhalif bir hal... Çok gaddar ve şefkatsiz bir hal olan bu zulmü ve bencilliği, daha küçük yaşta, zeka oyunu adı altında çocuklarımıza öğretiyor ve onları buna teşvik ediyoruz.
Tam da bu noktada Bediüzzaman’ın dünya siyasetini anlatırken "zalimlerin satranç oyunu"* ifadesini kullanması manidar değil midir?
[*] Bu yazı Metin Karabaşoğlu Ağabey’in "Zalimlerin Satranç Oyunları" başlıklı yazısından hareketle kaleme alınmıştır. Kendisinden Allah razı olsun.
Mikail Demir