Akıl Üzerine
Bir fıkrayla yazıma başlamak isterim, izninizle:
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında adamın biri sorar:
__Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?
Doktor cevaplar:
__Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz: bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Daha sonra ise kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?
Adam:
__Hımmm… Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova hem kaşıktan hem de fincandan büyük.
__Hayır, der doktor. Normal bir insan küvetin tıpasını çeker!
Ders: Akıl, sadece bize sunulanlar dışında çözüm bulmaktır.
* * * * * * * * *
Arapça kökenli ‘akıl’ felsefede kavram oluşturma ve bunlara göre hükmetme kapasitesidir. Bugün Batı bu kavramı büyük ölçüde aklı anlayışla yüzleştiren, fakat algılamadan ayıran Alman filozofu Immanuel Kant’ın etkisindedir.
Immanuel Kant’a göre aklın sınırları şöyle çizilmiştir:
Akıl, fenomenlerin (~görüngü) benzerliğinden kurallara varma yeteneğidir. Başka bir yerde de akıl, kösnüllüğü (~erotizm) kendi sınırlarını genişletemeden kısıtlar demektedir.
Rudolf Eisler’in kapsamlı tanımına göre ‘akıl’ geniş kapsamıyla kösnüllüğün karşısındaki zekâ olan düşünme gücüdür. Daha dar bir kapsamdaysa akıl, anlayış karşısında ruhun bir bütün olarak anlama, kavrama ve hükme varma kapasitesidir. Kısacası akıl, birbiriyle bağlantı kurarak kıyaslayan, inceleyen düşünme ve anlama yani kelime ve kavramların anlamlarını bilme yeteneği demektir. Aklıselim (~sağduyu) ise özel bir eğitim almadan normal insanda doğal olarak mevcut olan, normal, metodik olmaktan uzak ve dolayısıyla yanlış sonuçlara daha kolay varabilen kavrama ve hüküm verme gücüdür.
Arthur Schopenhauer’de akıl, sebep ve sonucu ayırt etmektir. Maddenin öznel bağıntısı veya aynısı olan nedensellik akıldır ve bundan başka bir şey değildir. Tek işlevi ve tek gücü nedenselliği kavramaktır.
Klasikleşmiş olmasına rağmen kavramı tanımlamaktan uzak René Descartes’in sözü de tanınmıştır:
Aklıselim, Dünya’da en iyi dağılmış olandır; çünkü herkes ondan nasibini iyice almış olduğunu sanır. Hatta her konuda zor memnun edilebilen kişiler bile sahip oldukları akıldan fazlasını istememektedirler.
* * * * * * * * *
Akıllıya ‘deli’ derler her ne hikmetse! Birisine kızıldığı zaman ona ‘Deli!’ diye hitap etmek dile kolay gelmektedir adeta! Deli sıfatının yakıştırıldığı öyle insanlar var ki her biri cevher değerinde olup, kıvrak zekâya da sahiptir.
Aklı aklımızın alamadığı ölçüde güçlü olanlara ‘deli’ deyip geçmemiz bir gün kendi aklımızı sorgulatabilir. Aman, dikkat!
Yerli ve yabancı tarihlerde ‘deli’ lakabıyla anılan hükümdarlar, görkemli ve güçlü insanlar çoktur. Aklıma gelen bazı isimler: Deli Petro, Deli Mustafa, Deli İbrahim, Deli Dumrul, … Zamanının halkı, bunları deli oldukları için seçecek kadar akılsız mıydı?
Geçmiş tarihimizin ‘Deli’ sıfatını taktığı Rus Çarı I. Petro’ya kısaca bakalım:
Petro Romanov (1672 - 1725), doğru düzgün okuma yazması bile yoktu ve 22 yaşında Çar olur olmaz ilk yaptığı icraatlardan biri ilk Rusça gazetenin çıkışını sağlamak oldu.
Ardından Avrupa’nın kullandığı Jülyen Takvimi’ne geçilmesi emrini verdi. Kadınların kendi rızaları olmadan evlendirilmesini yasakladı. Rus alfabesini geliştirdi. Evrensel kitapları Rusçaya çevirtti. Bunlar arasında Kur’an-ı Kerim de vardır.
İlk hastaneyi ve ilk tıp fakültesini kurdurdu. Rus kilisenin siyaset ve iktisadi hayata müdahalesine son verdi yani laikliğin ilk adımını attı.
Avrupa’daki bilimsel gelişmeleri yerinde görmek için bu ülkelere gezilere çıktı. Burada tanıştığı Alman bilim adamı G. Leibniz’in isteğiyle Saint Petersburg Bilimler Akademisi’nin kurulmasını sağladı. Akademinin masrafları gümrüklerden ve liman ruhsatlarından elde edilen gelirlerden karşılanacaktı. Akademiye katılan yabancı bilimcilere üç katı maaş verilmesi teklif edildi. Maaşlarından vergi de kesilmeyecekti. Sonuçta Avrupa’nın en önemli bilim adamlarının Rusya’ya gelmesinin olanağını yarattı. İlk bilimsel dergiyi çıkarttı. Avrupa’nın en önemli kütüphanelerinden birini kurdurttu. Ayrıca gözlem enstitüsü, botanik bahçesi, müze, basımevi, sanat atölyeleri akademiye ekledi.
Akademi, üyelerini ve başkanlarını kendi seçiyordu; “Deli Petro” hiç müdahale etmiyordu. Zaten müdahale etmeyi aklından bile geçirmiyordu. Yani, Rusya Bilimler Akademisi özerkti.
* * * * * * * * *
En yetkin biçimini Korkut Ata öykülerinde bulan, Türk ve Altay mitolojisinde söylencesel kahraman Deli Dumral’ a gelince;
Tüm serüvenlerde pervasız, hoyrat ve korkusuz bir kişilik olarak yer alan Deli Dumrul, yol kesicilik yaptığından dolayı Tanrıyı kızdırır ve canını almaya gelen Azrail ile karşılaşır ve canını vermek istemez.
Tanrı’ya meydan okuyan Deli Dumrul, Azrail’in canını almaya gelmesi üzerine Tanrı’nın gücünü anlar. Tanrı Deli Dumrul’a kendi canı yerine can bulmasını söylediğinde Deli Dumrul annesine ve babasına gider ama onlar kendi canlarını vermezler. Nihayet karısı kendi canını vermeye razı olur. Bunun üzerine Deli Dumrul Tanrıya yalvarır, Tanrı da onları bağışlar, annesinin, babasının canını alması için Azrail’e emir verir.
Deli Dumrul’un susuz derenin üzerine kurduğu köprüden ‘geçenden beş akçe, geçmeyenden on akçe’ alması Türk halk kültüründe bir deyim haline dönüşmüş durumdadır. Bu ifadeye bazen şu şekilde de rastlanır: ‘Geçenden otuz, geçmeyenden döverek kırk akçe’.
Zamanımızda akıllıların çoğu içerde gözlem altındayken, diğerleri (!) dışarıda fink atmaktadır.
Allah, aklımızı korusun!
17.03.2013
Not: Kısmen çeşitli ansiklopedilerden yararlandım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.