- 428 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kıyısındaki Göl
Göz kapaklarım sıyrılırken yavaş yavaş uykunun karşı konulmaz karanlığından,güneşin haylaz ışıkları gözlerimi acıtmaktaydı .Uyku beni hala rüyalar alemine çekiştiriyordu. Ne kadar uyanmak istemesem de beni şefkatli bir anne gibi saran yorganımdan sıyrıldım.Yıllarca yüzünün her santimini ezberlediğim ,her kırışığın altındaki manidar hikayeyi bildiğim eşim,bana hala ilk tanıştığımız günkü kadar çekici gelen çehresiyle uyuyordu. Onu uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça yataktan kalktım.Gün daha yeni ağarmış toprakta ise hala geceden kalma yağmurun çağırdığı toprak kokusu vardı.İşte gene orman bana adımı fısıldıyordu.Karşı koyamadım.Her ihtimale karşı pembenin fazlasıyla cırtlak tonundaki - elli yedi yaşındaki bir kadın için yeterince fazla - yağmurluklarımı ve çetin kış şartlarına meydan okuyacak nitelikteki sert botlarımı üzerime geçirip ormanın derinliklerine doğru giden yürüyüş yoluna attım kendimi.Evin önündeki insanı kendine tutkuyla bağlayan mavilikteki gölü gördüğümüz anda yerleşmeye kara vermiştik buraya.O günkü heyecanımız aklıma geldi de ne kadar tazeydi aşkımız .O zamanlardaki gibi olmasa da çocuklaştığımız ,o çocuksu heyecanı yaşadığımız anlar olmuyor değil.Gerçi zamanla yerini sevgiye bırakan deli sevdamız,yılların monotonluğuna yenilmeyecek kadar kuvvetliydi.
Yürüyüş patikasının ortasına gelmişken durdum ve güneşin sabahın ilk ışıklarıyla yavaş yavaş ormanda yarattığı muntazam saltanatı izlemeye koyuldum.Derin bir nefesle serin havayı içime çektim .gözlerimi kapadım ve içime çektiğim oksijenin beynime nüfuz etmesini bekledim usulca.Gölden yansıyan güneş ışıkları,nakışlarını tenime işlerken;dudaklarımdan dökülen kelimeler gözümden süzülen iki damlada birikti bir an :Keşke her şeyi değiştirebilseydim!
Eve adımımı atar atmaz ormanın nefesiyle ne kadar üşümüş olduğumu fark ettim.Üstümdeki ağırlıkları bir kenara atıp yumuşacık eşortmanlarıma sığındım.Her zamankinden daha erken bir saatte ve daha çok uğraş vererek hazırladığım kahvaltı sofrasında eşimin yıllardır vazgeçilmezi olan sert filtre kahvesi ile omleti baş köşedeydi. Aslında bu sabah biraz daha kestirmesine göz yumacaktım Koray’ın, fakat bugün büroya gidip protokol gereği aklımda yanıp sönmeye başladı. Bir bürodan çok aile sıcaklığındaki iş yeriyle hala gurur duyan eşim,mesleğinde oldukça başarılı bir makine mühendisiydi ama son beş altı yıldır büroya haftada bir iki defa uğramaktaydı.Benim de eşimin iş yerinde çok yakın bir semtte mimarlık ofisim vardı.Ben de eşim gibi ofise sık sık uğramıyorum.
Genelde işlerimizi evden idare ediyoruz.Benim en son yaptığım ve hayatımın projesi dediğim ’Bulutlardan Dökülen Işık’ bana bir çok ödül getirmiş ve mimari camiasında yadsınamayacak bir mevki sahibi yapmıştı.İsminin böyle olmasının nedeni;bulutlardan esinlenerek yaptığım kompleksin ön cephesinden piramide benzeyen cam çıkıntılarına güneş ışığı düşünce bulutların saçlarına düşmüş ışıklar gibi algılanmasıydı.Ne diyebilirim ki ,altına imzası atılmış hayallerim,beni delicesine seven eşim ve gayet huzurlu denilebilecek bir hayatım var.İşte hayat her zaman huzur aynasının arkasından bir pusu kurmayı beceriyor.Otuz iki yıllık evliliğimiz boyunca eşimle bir çocuk sahibi olamamıştık.Çok kere aklımızdan evlat edinme fikri geçti aklımızdan ancak ikimizde bu ağır yükü sırtlanmaya cesaret edememiştik.Beni en çok yaralayan tarafıysa zaten bir ayağı çukurda olan amcasından başka kimsesi olmayan eşimle kocaman bir aile sahibi olma hayallerimin yıkılmasıydı.Bu durumu ikimizde kabullendik zamanla.Alıştık.
Kafamı sinsice ele geçiren düşüncelere son verip gözü yaşlı bir şefkatle uyandırdım eşimi.Gözlerindeki mahmurluk artık yükseklerde süzülemeyen bir kartalı anımsattı bana.Kahvaltı sofrasına oturduğumuzda boğazıma düğümlenen acıdan bir kaç lokma bir şey yiyebildim ancak.Sormalı mıydım acaba öyle birden bire?Peki nasıl sorulurdu ki böyle bir şey?kafamda bu gibi binlerce soru dolaşıyordu beni delirtmek istercesine.Bu sofra bizim gün içinde yapacağımız rutinlerin,ortak dokunuşlarla yürüteceğimiz döngülerin kritiklerinin şahitliğini yapmıştı yıllardır.Bu gün boynu bükük bir sessizlik hakimdi lakin.Sadece gözlerimizin kıvılcımlandığı o küçücük an bütün hayal ve umutlarımızı tutuşturan bir yangının başlamasına neden oldu...
Dün bana iş konusunda danışmak için telefon açan eski bir arkadaşımın ufak bir ricası üzerine çalışma odamdaki yıllardan beri dağınık olan belge yığınını karıştırmaya koyulmuştum.Tam o sırada elime çarpan sert bir nesne dikkatimi çekmişti.Birden gözüme tozlanmış kağıt ve kitap yığının arasına iliştirilmiş,küçük kırmızı bir kutu dikkatimi çekti.Kırmızı?O olabilir miydi acaba?Yıllar önce annemi sonsuzluğa çeken o illetin tedavisinde kullanılan ilaçlar:Kanser
Ve işte şimdi karşımda vakarıyla dimdik oturan eşimin gözlerinde gördüğüm bakıştan sonra anlam kazanmıştı her şey.Normalde haftada bir iki kere büroya uğrarken son bir ,bir buçuk aydır neredeyse hafta içi her gün uğramaya başlamıştı.Gayet iştahlıdır ama yemeden içmeden de kesilmişti.Sürekli ölümden laf açar olmuş uzaklara dalmaya başlamıştı karanlık bir simayla .Hayır hayır olamaz !Çünkü o mükemmel adama böyle bir şey kabuslarda bile yakışmazdı...
Sonunda elimde kalan bütün cesaret kırıntılarını topladım ve ilk cümleyi söyleyen ben oldum;’Ne kadar süredir bu durumdasın ’öncelikle bana nasıl olur dermişcesine bir baktı ama sonra pes etti ve ’Ben fark ettiğimde hastalığım çok ilerlemiş değildi ancak son iki haftadır hastalığın son safhasına girdiğimi söyledi doktor’ benim tahminimden daha da uzun bir süredir bu haldeymiş demek .Nasıl oldu da anlayamadım ? O her gün elimi asla bırak istemiyormuş gibi tutarken ben nasıl farkına varamadım? Az önceye göre artık telaşımı gizleyemediğim bir ses tonuyla ’Bunu nasıl olur da benimle paylaşmazsın. Ben senin bu hayattaki can yoldaşım değil miyim ?’.Kırgınlıktan çok o ,bu kadar ağır bir savaş verirken yanında olamaktan kaynaklanan bir pişmanlık yüklüydü bu soruda.’Çünkü tedaviyi kabul etmeyeceğim.Senin buna asla izin vermeyeceğini biliyordum.Artık kendini uçurumdan atmak üzere olan sevgilisini tutmaya çalışan biriydim .’Bunu yapmayana asla izin vermeyeceğim tabi ki !Seni kaybedemem ,seni kaybetmeye dayanamam’.Farkında omadan gözlerimden süzülen yaşlarla ,kucakladım onu bir daha ayrılamazdım artık ondan.Sessizlik oldu bir ömür gibi gelen bir süreliğine.Ondan sonraki sahneler rüya gibi canlanıyor gözümü önünde.Sessizliği delip geçen o olmuştu ’Hayatım boyunca sahip olmak istediğim en mükemmel şeye sahibim zaten ;sana.Bir gün mutlaka dünyayı selamlayacağım son kez.Önemli olan senin kollarında nefes alıp bir daha geri vermemek.’.Rüya sonlanmıştı artık benim için;tam otuz iki yıldır sürdüğüm peri masallarına yakışır rüya...Bu cümleler yüreğimi cehennem ateşlerinde yakıp kavurdu. Hissetmiyorum yüreğime ne oldu?
Bu gün o hatırlamak bile istemediğim kasvetli dönemin üstünden neredeyse iki yıl geçmişti.Koray zafer kazanmış bir komutan edasıyla ,derinliklerinde bizim öykümüzü saklayan gölden yansıyan orman manzarasını seyrediyordu.Zaten benimde yıllar önce ona aşık olmamın nedeni bu değil miydi? hangi zorlukla karşı kalırsa kalsın asla pes etmeyişi.Kim ne derse hayran olduğu bakış açısıyla kendi çözüm yollarını üretip hayatın akışını değiştirmesiydi.evet dediği gibi tedaviyi kabul etmemişti.Ama tedaviyi kabul etmemesine rağmen bu hastalığı aşacak kadar farklı bakmasıydı hayata onu vazgeçilmez yapan .işte yüzünün kıvrımlarını okşayan ışıklar ;bana aşkı ,hayatın güçlü olduğumuz sürece o kadar da yenilmez olmadığını öğreten o adama bir kez daha derin bir hayranlık duymam
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.