- 783 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İlim Bilim Hurafeciliği
İlim Bilim Hurafeciliği
İlim soyut, bilim somut; ikisi de hurafeleri destek amaçlı kullanılabilir!
İspatı olmayan bilgiler üzerinden hurafe destekçiliği yapılabilir!
Bir sistem ve zeka ürünü olan bir şey, bu evrenin kendisi de olabilir.
Kim yaptı? Bu soruyu vicdan sorar, cevap ister!
Kişinin “Kim yaptı?” sorusuna vereceği cevap durumunu belirler! Cevabı, kişinin vicdani kanaatidir! Ne cevap verirse versin, vicdanı rahat ise kendiyle eşit olan diğer insanlar açısından her hangi bir üstünlük veya alçaklık söz konusu olmaz!
İlimsel ve bilimsel olan her şeyin ispatı izafi olarak yapılabilir. Mutlak ispat zıddıyla olur! Bu ispat evrenin göreceliliğinde zaman ve mekan sınırlarında olduğundan inanç ve felsefe devreye girer!
Gözlemlerimden şu sonucu çıkardım; ispat edilemeyeni sahiplenme durumu var! Oysa bu boyutta pozitif, somut ispat yoksa kimse o alandaki işlevi sahiplenemez!
Sorgulanamaz olarak kabul edilen yani yalanlanamaz olanın ispatı nasıl olacak? İspat için karşı fikir olmalı. Karşı fikir, baştan batıl kabul edilirse iddia nasıl ispat edilecek?
Evrensel işleyişi sorgularken genel olarak yapılan hata peşin kabuller üzerinden oluyor! Biri diyor; “Bu konuda benim görüşüm asıl!”, diğeri “İspat et” dediğinde; “İspatı olmamasını delil göstermek gibi bir açmaza giriliyor. Bir şeyin ispatlanamaması bir tarafa delil olmaz! Bu konuyu düşünmek gerek! İspatlanamayan, sorgulanma aşamasındadır! Sorgulamayı engellemek ispatlamayı da engellemek olur! Bazıları ispatı olmayanı kendi görüşüne destek alınca bilimsel ve ilmi alandaki savunulan görüşler inanç ve felsefe alanına hapsedilir!
İlim ve bilim aslında gölgedir, yalandır. Çünkü izafi evrende gerçeklik olamaz. Tüm bilinenler, gerçeği gösteren yalandır! Yalansız gerçek de olmaz. Yalanlanamayan bir şeyin gerçekliği de olmaz! Tüm gerçekler bilinen algılara izafi bir hayaldir. Ya da öyle görünebilir yoksa görünür olamaz, algılanamaz. Biz maddi algılarımızla mana üretiriz. Şöyle ki bir şeyin “Yalan” olarak var olabilmesi, adlandırılabilmesi bir gerçeğe görecelidir. O halde bir yalan bir gerçeği gösterir! Bir gerçek de bir yalanla bilinir! Yalan, gerçeğin karşıtıdır; günlük kullanımda iftira, yanlış ve asılsız söylemlerin de “Yalan” olarak adlandırılması bahsimizden ayrıdır!
Madde, karşı madde ikileminde gerçek ve yalan daha iyi anlaşılır. Karşı madde, maddeyi; madde de karşı maddeyi gösterir. O halde yalan gerçeği, gerçek de yalanı açığa çıkarır! Biri kaldırıldığında diğeri algılanamaz. Gece, gündüz algılamasında gündüz, geceyi; gece de gündüzü anlamamızı sağlar. Hep gece veya hep gündüz olsaydı. Gece ve gündüz ikisi de olmazdı! Biri olduğundan diğeri var! Evrendeki her şey zıddıyla bilinir! Zıddı olmayan ise asla bilinmez! Sadece akılla ve soyut olarak inanç ve felsefe alanında yorum yaparak bilinmeye çalışılır. Bu da inanç mertebesinde kalır! Tanrı’nın zıddı olmadığından inanılır! Zıddı olsa bilinirdi! Bu nedenle insan kendi “Ben” liğinden Tanrı’ya ulaşmaya çalışır! Benliği olmayan ise asla Tanrı’yı bilemez! İnsanların benliğini silmeye çalışmak aslında insanların kendinden Tanrı’yı bilmesinin de önünü kapamaktadır. Bu durumda insan, bilmeye değil inanmaya mecbur kalır! Bu aslen felakettir! İnancı, bilmenin engeli haline getirmektir! Tanrı’yı inkar edenin de kabul edenin de somut bilimsel ve ilmi bir delili olmadığından yani ispat için bir zıt gösterilemediğinden her ikisinin durumu da inançtır! Ve herkes zaten inancında özgür olmalıdır. Yunus; “İlim kendin bilmektir” derken insanın kendinden yola çıkarak Tanrı’yı da bileceğine işaret eder! İnsandaki “Ben” ego, ene Tanrı’yı bilmemiz içindir. Benliği yok eden “Yalancı tanrıyı” yok etmiştir ve asla asıl Tanrı’yı bilemez! Buradaki incelik şu; insan benliği yalancı tanrı gibidir! Bununla asıl Tanrı kıyas edilip bilindiğinde bilinç olur! İnsan benliğinin gösterdiği hedef bilinmediğinde insan kendini Tanrı olarak görmeye başlar! Bu hal Firavunlarda görünen hal! Yunus ise kendindeki Tanrı’nın aynası olan “Yalancı Tanrı” yani “Ben” ile kendinden asıl Tanrı’ya ulaşma yolunda bize fikir vermiş!
Son tahlilde; ispatı olmayan bir şey, hiçbir tarafa delil olmaz! İspat bu boyutta zıddıyla olur! Zıddı olmayanın da somut ispatı olmaz! O halde insan bizzat kendinden evreni kıyas yapacak ve kendi “Ben”liğinden hareketle evreni yorumlayacak! “Ben”liğini evrene zıt yapacak ki asıl olanı bulsun! Benliği yok etmeye çalışlar ise aslında bindiği dalı kesiyor. Tevazu zannıyla kendi öz benliğini yok etmeye çalışıyorlar. Benliği olmayanın imanı da olmaz, bilinci de olmaz! Tevazu yapmak için “Ben” dememek bahsimizin haricinde bir durum. Çünkü “Ben” bilinmeden “O” da bilinmez!
Selametle,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Ahmet beyim günaydın ! Nasıl teşekkür edeyim, bilemiyorum.Yaradan'ı kolayca açıklayabilmek için elinizden gelen tüm çabayı harcıyorsunuz. Yunus Emre'yi iyi kavrayabilene de bu, zor olmasa gerek. " Ete kemiğe büründüm,/Yunus diye göründüm" Mevlana'nın yedi ciltlik Mesnevi'sine karşı verdiği yanıttı bu iki dizesi..Sözün özü zaten yazının sonunda. İnsan kendisini bilmeden,Tanrısını da bilemez! Saygılarımla...