Dehlizlerde yolculuk -4-
Bilmediklerimiz, bildiklerimizden fazla olduğu için hep hayatın peşinden koşarız. D.r
Bu ıssız körfeze geleli kaç yıl olduğunu nerdeyse unutmuştum veya buraya düşerken…
Gözlerimi kapattığım anda kollarımın, ayaklarımın karıncalandığı duyumsuyordum ve gaipten sesler duyuyordum sanki yaralanan birilerin ardında koşan, ağlayanlar beyaz gömleklilere yalvar yakarışlarına benzer seslerdi bunlar!
Bu gün sevgili Cino’mla sıradağların en tepesine çıkmak; orada tepede aşağıda duran masmavi denizleri yutarcasına izlemek istiyordum. Tepeye çıkarken laden çalıların kokusunun, kekik kokusuna karıştığı bu yelekenli ortamda kendimi daha iyi hissedebiliyordum. Sarp ve daracık patikalardan geçerken birkaç bıldırcın avlamıştım! Temizleyip kar suların doldurduğu kaya çanağındaki sularla temizleyip ceylan motifli heybeme koydum; öğle yemeğine Cino’mla beraber yerdik artık…
Doruklara varmadan ani bir kararla eve dönmeye karar verdim. Kendimi ilk kez yorgun hissettim; gizli körfezdeki gizli leyli evime gidip hemen uyumayı düşündüm. Tepe aşağı yürümek çıkmaktan daha kolaydı kısa bir süre sonra evime gelebilmiştim fakat evin kapısını her çıktığımda kapalı tutarken ilk kez kapının ardına kadar açık olduğunu görmüştüm. Meraklandım, birilerin burayı görmesinden korkuyordum! Hani bu körfezi bulan biri olsa bile evimi zor bulur sanıyordum çünkü tenha, ayak basılmayan bir yerdeydi. Burayı hep beynimdeki dehlizlerime benzetiyordum; kara karanlık mağaramı!
Ayrıca, evimin olduğu yerde uzun, karanlık bir tünel vardı şimdiye dek ancak birkaç kilometresine kadar gidebilmiştim, gerisi başka zamana ertelemiştim; fakat bu tünelin bir ışığa gittiğine emindim ve sonuna kadar gideceğime de kararlıydım. Şimdilik, insan dehlizini andıran bu tünel hala gizemini korumaktaydı.
Kapının açık kalmasını bunadığıma bir alametten sayarak içeriye daldım; tel ızgara ve tuzu alarak dışarıya çıktım. Hemen bıldırcını pişirmeye koyuldum; dağ havası beni acıktırdığı kadar Cino’yu da acıktırmış olmalı ki etrafımda fır fır döndüğü gözümden kaçmamıştı. Doğanın balkonunda; bahar eşliğinde kuşların cıvıltıları içinde ziyafete dönüşen yemeğimizi yiyip bitirmiştik. Yemek yedikten sonra sanırım vakit ikindiye geliyordu çünkü ağaçların kuzey tarafındaki gölgeler bir hayli uzanmıştı. Dibimizdeki körfezin zümrüt yeşili suyu dalgasız, kıpırtısız ölü gibi duruyordu ve yüreğimde muğlâk bir sızı…
Neden bir başıma buradayım ve kaç zaman oldu burada yabani bir hayat yaşıyordum? Bu uzaklara neden, kimden kaçmıştım? Sorularıyla beynim alt üst olmuştu. Hiçbir soruya cevap veremedim belki net cevapları boşluktu! Boşluk olmalıydı sanırım…
Bugün içerde taş masamda duran nota bakmadım ve bakmak da istemiyordum okuyunca kendimi sırların ritüellerine kapıldığımı görüyordum ve bana korkulara tedai yapıyordu! Bermutat bir sessizlik… Bermutat sessizliğin Ardında kuşların, dalgaların, börtü böceklerin seslerini cılızlaştıran veya işitme kaybına neden olan korkularım…
Bir itki, beni notu tekrar okumaya iteliyordu! Baş edemedim o içimdeki tepiye, istem dışı içeriye girip kaç gündür taş masamda duran notu elime aldım gözlerime inanamadım “Felaketin yakın!” olarak ayrıca diğer muğlâk harfler G-Ö-K-S-L olarak netleşmişti! Hala belirsizliğini koruyan diğer harfler dağınık mürekkepliydi! Hayretten nerdeyse bayılacaktım. Kâğıdı fırlattığım gibi kendimi dışarıya attım, aslında o kâğıdı yakmak istedimse de son anda vazgeçmiştim çünkü onu Pamuk kız’a kanıt olarak göstermek istiyordum.
“Ey ışıklar nerdesiniz?” diye haykırırken sesim defalarca, karşı kıyıda bulunan dağlara çarpıp bana geri dönmüştü! Cino, kulaklarını dikmiş korkuyla bana baktı “ne oluyor buna” der gibiydi ruhum metamorfoz geçiriyordu adeta.
Ani bir kararla gündüz yatıp gece o ışıkları aramaya karar verdim. Ve öyle de yaptım. Bu kez kamıştan yaptığım dışarıdaki şezlonga uzanıp hemen uyumaya başladım.
Yarı düşsellerden sonra dekliksiz bir uykudaydım. Fakat uykumu huzursuz eden o karabasanlar gene üzerime çullanmaya başladılar. Kendimi ansızın Bir uçurumun bitim noktasında gördüm, aşağı ölçülemeyecek kadar derin ve karanlıktı; sürekli bağırıyordum ve sesimi benden başka duyacak kimse yoktu. Az sonra uzun boylu sandığım birkaç kadın bacakları, telaşla gidip geliyordu; ayaklardan yukarıya doğru baka baka dizlere, göbeğe, göğüs hizasına geldiğimde hafif bir ışık görmemle boyuna bakmam oldu. Boyun etrafında ışıklar biraz güçlenmişti ardına başa bakınca güçlü bir ışık başımı döndürdü! Kafa yerinde güneş aydınlığı andıran bir ışık vardı, yüzleri, gözleri görülmüyordu bu alev topundan! Donmuştum.
Bununla beraber, Ateş topu bir flaş gibi yüzüme patlarken güneş patlaması gibi bir şey duydum ve bayılmışım; baygın halimde gaipten sesler duymaya başladım. Gaipten duyduğum bu sesler bana biraz cesaret verdi; bu patlayan şeyin onların da duyduğuna duyduğum bir sevinçle kendime gelmiştim fakat zifiri karanlık ortasındayım. Minimal kısıklıkta seslerden duyduklarım “hastamız nasıl doktor? Kurtulma şansı var mı?” seslerin Ardında beyaz bir örtünün altında sallanan turuncu bir tabuttu hayal meyal görmeye başlamıştım!
Başı yerinde ışık olan bir kadın “tıpta görülmemiş bir vaka! Bedeni gitmiş ruhu burada bir şeye takılmış gibi askıda duruyor! Ölmek nedir bilmiyor oysa çoktan ölmüş olmalıydı!”
“Nasıl yani? Hastamız yaşayacak mı? Ne gerekiyorsa yapın!”
“Amerika’da, Avrupa’da tıp heyeti gelip inceleme yapacak! Tecrübelerime göre ya intikam ya visal içgüdüsü! Gerisi metafizik!” dedi.
Metafizik sözü, kulaklarımda defalarca kez yankılanıp durdu ve bir flaş daha yanıp sönerken kendimi uçurumdan yuvarlandığımı gördüm. Bağırmışım, bağırırken kendimi şezlongdan düştüğümü fark ettim çünkü ellerim, kollarımda keskin bir ağrıyla beraber ormandaki tüm kuşları havalanmış olarak buldum ’Şükürler olsun… Karabasanmış’ diye düşünürken Cino, sanki bana karşı katıla katıla güldüğünü gördüm!
Vakit sanırım gece olmuştu, yalancı bahar sıcaklığına kanıp gündüz uyumamın bana bedeli el, kol ağrısı olarak dönmüştü. Gece, benim için artık uyanık ve ışıkları aramam demekti daha önce söylediğim gibi gece ile gündüz yerlerini değiştirmiştim!
Yaşadığım yerin otantik bir yerde ve organik bir sebze bahçemin olduğunu söylemiş miydim? Söylemedimse şimdi söylüyorum işte. Eski, kırılmış bir saçta ince pide ekmeği yapardım o ekmeğin birini alıp içinde domates dilimlerini ile biraz peynir yerleştirip dürüm yaptım; birkaç dürümü heybeme koyduğum gibi körfezin arka tarafında kalan sıradağlara gitmek için yola koyuldum. Zavallı Cino, gündüz yatmadığı için yorgundu ve gece yatması gerekiyordu fakat beni yalnız bırakmamak için o da peşime takıldı; vefalı dostum!
Devamı var...
D.RONAHİ YAY
YORUMLAR
cino, körfezde doğayla iç içe yaşam ve kaçış...
belki de en güzel sığınma doğaya...
evdeki tünel; orası da esrar kısmı yazıda...
kahramanın ağzından ruhsal betimlemeler ve çevre betimlemeleriyle resmi gözümüzün önünde:
kekik kokuları, doğa, cino, tanrı ve kendiyle baş başa bu güzel körfezde...
akıcı güzel gidiyor yazı...
devamını takipleyeceğiz usta...
teşekkürler...
============================== e d i b / a h m e t
şairziye
:P