fantom
“Sonunda kafayı yedin.” Dedi Muzo.
Bedri, yazmaya ara verip ağzına sigara yerleştirdi. Ardından başını Muzo’ya çevirdi. Muzo, kanepeye çıkmış yaylanıyordu.
“Neden bahsediyorsun?” diye sordu.
Muzo, kanepe yaylarını zorlarken konuşmaya başladı.
“Kafayı yedin diyorum. Şu haline bak üç gündür evden çıkmıyorsun.”
“Bir fantomdan akıl alıcak değilim. Kendi işine bak sen.”
“Delirdiğini kabul et. Olmayan biriyle konuşuyorsun.”
“Delirmedim! Sen geçici bir hayaletsin o kadar!”
Muzo, başını iki yana salladı ve kanepeden yere atlayıp ellerini beline koydu:
“Aha. Basbayağı kendini delirtmeyi başardın. Yalnızlık delirtti seni.”
“Bir hayalet ne bilir yalnızlık hakkında?”
“Çocuklara boşuna arkadaşlık ve dostluğun önemi anlatılmıyor. İnsan doğası
gereği başkasına muhtaçtır. Aksi halde yalnızlık insanı ikiye böler. İşte sen de beni yarattın bölünerek.”
“Kapa çeneni. Burada yazmam gereken bir roman var.”
“Hadi, biraz dışarıya çıkıp temiz hava alalım. Dışarısı kadın kaynıyor.”
Bedri, çakmağıyla sigarasını yakmak üzereydi ancak sigaradan
önce yanması, yok olması gereken bir şey vardı. O, Muzo’ydu. Çakmağı tüm gücüyle fırlattı. Çakmak hızla Muzo’nun yüzü içinden geçti ve beyaz duvarda parçalandı.
“Çok öfkelisin. Biraz rahatlaman gerek. Sana bir kadın lazım.” Dedi Muzo.
“Kapat çeneni. Yoksa!” diyerek yumruğunu havaya kaldırdı Bedri.
Ardından oturduğu yerden kalkıp odadan çıktı. Muzo arkasından seslendi.
“Hey, nereye gidiyoruz?”
Bedri, apartımanın merdivenlerini koşarak indi. Sokağa çıktığında soğuk hava duvarına çarpmış gibi kendine gelmişti. Yakmadığı sigarası ağzındaydı. Bir kibrit çıkarıp yaktı. Başını kaldırıp ikinci kat penceresine baktığında, evinin camında kendine el sallayan Muzo’yu gördü. Piç gülümsüyordu. Hızla uzaklaştı oradan.
“Sen delirmedin. Sadece çok düşündüğün için oluyor bunlar. Fantom diye bir şey yoktur.” Diyerek kendiyle konuşuyordu.
Sokaktan caddeye çıktığı sırada köşeye, sırtını duvara dayamış olan Muzo’yu gördü. Görmemiş gibi yanından geçti.
Muzo: “Hey. Nereye gidiyoruz?” Diyerek Bedri’nin peşine takıldı.
“Beni rahat bırakacağın bir yer arıyorum.”
“Dostum beni sen yarattın.”
“Sen öyküde kullandığım bir karaktersin. Gerçek değilsin. Bir hayaletsin.”
“Ama benimle konuşuyorsun. İnsanlar hayaletlerle konuşur mu?”
Bir süre sessiz yürüdüler. Çok geçmeden Muzo’nun sesi duyuldu.
“Of, şu kaseye bak.”
Bedri, bakışlarını kaldırım taşlarından kaldırdığında önünde yürüyen kadını gördü. Giydiği tayt kadının kalçasını kucaklıyordu.
“Tanrım, böyle bir şey görmemiştim. Nasıl sallandığına bak şunun.”
Muzo, haklıydı. Dünyanın ekseni o kalçalardan geçiyor gibi büyüleyici bir etki bırakıyordu insanda.
“Hadi dokun ona.” Dedi Muzo.
“Ne?”
“Dokun işte. Dokunmak istemiyor musun?”
“Ben sapık değilim. Yani henüz.”
“Ona dokunmak istediğini biliyorum. Bak şuna, nasılda kıvrılarak hemen önünde yürüyor. Yapman gereken uzanmak ve dokunmak. Daldaki meyveyi toplamak gibi.”
“Ahlak kurallarından haberin yok mu senin?”
“Öyle mi?” dedi Muzo ve ekledi: “Peki bu kadın seni elleseydi ne yapardın? Ona ahlak kurallarını hatırlatır mıydın?”
“Sanmıyorum. Aklımı karıştırma benim!” Dedi Bedri ve keskin bir dönüşle kadının yörüngesinden çıkıp sokağa daldı. Arkasını kontrol ettiğinde Muzo yoktu. Derin bir nefes verdi. Hızla yürümeye başladı. Çocuk parkı yanından geçerken salıncakta oturan Muzo’yu görünce keyfi kaçtı Bedri’nin. Muzo, koşarak bir arabanın içinden geçti ve yanına geldi.
“Her zamanki kafeye mi gidiyoruz?” diye sordu.
Bedri, karar vermişti. Bir hayaletle muhatap olmıycaktı. Yanında değilmiş gibi davranmak mantıklıydı. Çarşıya kadar böyle sürdü. Doktorlar Caddesine gelince Muzo birden kayboldu. Bedri, biraz da merakla onu aradı. Gerçekten gitmiş miydi?
Gitmemişti. İşte oradaydı. Bir kadının yanında duruyordu. Vitrindeki elbiselere bakan güzel kadını işaret ediyordu. Uzun boylu ve dolgun hatları vardı kadının. Altında kot etek ve deri çizmeler. Muzo, kadının bacakları arasına kaldırıma sırtüstü uzandı. Bedri, ona eliyle işaret ediyor, yanına gelmesi için çağırıyordu.
Muzo, bir süre iç çekerek uyuşmuş bir şekilde baktı doğaya. Sonra başını Bedri’ye çevirdi yattığı yerden.
“Dostum daha önce kırmızı örümcek ağı görmüş müydün?”
“Buraya gel! Sapık mısın sen?”
Kadın, başını çevirip Bedri’ye baktı. Söylediklerini duymuş muydu? Kadın, tehlikeyi sezen ceylan gibi ince topuklar üzerinde hızla uzaklaştı oradan. Muzo, yerden kalkıp Bedri’nin yanına geldi.
“O ağa takılmak için neler vermezdim.”
“Artık seni duymak istemiyorum.” Dedi Bedri ve hızla yürürken elleriyle kulaklarını örttü.
“Bu işe yaramaz. Çünkü senin beynindeyim. Senin hayal ürününüm ben.”
Yarım saat sonra Bedri, şehri ortadan bölen porsuk çayı kıyısında bir kafenin kaldırımdaki masasına oturmuş, içkisini yudumluyordu. Önünden geçen insanları izlerken sigarasını içiyor, düşünüyordu. Deliriyor muydu gerçekten? Sonra başka bir şey takıldı aklına. Yeni farkına vardığı bir şeydi. Aslında biraz memnundu buna.
“Ne düşündüğünü biliyorum.” Dedi Muzo sırıtarak.
Bedri, başını karşısındaki adama çevirdi.
“Ne düşünüyorum?”
“Otuz yaşından sonra kamış uzar mı diye merak ediyorsun?”
“Sen nereden biliyorsun?”
“Beni sen yarattın. Ne biliyorsan hepsini bana sen öğrettin.”
Bedri, şüpheyle baktı.
“Sence uzaması normal mi?”
“Bilmiyorum. Belki çok asılmaktandır.” Dedi Muzo gülerek.
“Lafına dikkat et.”
“Hemen kızma. Şaka yapıyorum. Pinokyonun gerçek hikayesini hatırla.”
“Ne hikayesi?”
“Sen yazmıştın ya. Hani pinokyo masalı aslında kadınlara bir mesaj veriyordu. Neden kız değil, bir oğlan çocuğu pinokyo demiştin?”
“Öyle mi demiştim?” diye sordu Bedri.
“Evet. Kadınlara diyor ki -erkek ereksiyon halindeyse yalan söyleme ihtimali artar- Hahaha. Anladın mı? Yalan söylediğinde uzayan burnu bu yüzden…”
“Hatırladım. Ama bu beni neşelendirmedi.”
“Of çok sıkıcısın. Kadınlar boşuna senden uzak durmuyor.”
“Sen ne bilirsin kadınlar hakkında? Senin cinsel hayatını ben yazdım.”
“Şşşş. Şuna bak.” diyerek Muzo yan masadaki kadını işaret etti.
Bedri, başını çevirdi. Esmer, güzel kadındı. Altında etek ve naylon çoraplarıyla oturmuş bir kitap okuyor, içkisini yudumluyordu.
“Hadi, tam sana göre. Gündüz içici bir kadın. Üstelik kitap seviyor. Çok yalnız olmalı.”
“Benim tarzım bu değil. Yani kadınların yanına tanışmak için bu şekilde gitmem.”
“İşte bu yüzden gitmelisin ya. Biraz eğlence lazım sana.”
“Hem ne diycem ona?”
“Merhabaya ne dersin? Arkası gelir. Şu bacaklara bak.”
Muzo, yerinden kalkıp kadının yanına giderek bacakların yanına diz çöktü.
“Ne yapıyorsun? Buraya gel. Buraya gel dedim sana.”
Muzo, kadının bacaklarına yüzünü yaklaştırdı ve derin bir nefes çekti.
“Mmmhoh… Plaj kokuyor, yaz gibi kokuyor bu bacaklar. Şunlara bak! Tanrım, bunları yatakta düşünebiliyor musun?”
“Buraya gel seni sapık.”
Bedri, başını kaldırdığında kadının kendine baktığını gördü.
“Nereye bakıyorsun?” dedi kadın eliyle bacaklarını örterken. “Utanmıyor musun?”
“Beni yanlış anladın. Ben kediye bakıyordum.”
“Ne kedisi? Kedi filan yok burda”
“Buradaki tek kedi o.” dedi Muzo sırıtarak.
“Senin gibiler yüzünden hiçbir yere çıkamıycak mıyız?”
“Ben sapık değilim. Yani henüz. Bakışlarım seni rahatsız ettiyse üzgünüm.”
“Pes etme hemen.” Dedi Muzo. “Bak seninle iletişim kuruyor.”
“Yaptığın ayıp. Yalnız bir kadının karşısına geçip onun bacaklarını izlemek, seni şikayet edicem.”
“Sor bakalım mezara mı götürecekmiş?” dedi Muzo.
“Mezara mı götüreceksin?” diye sordu Bedri.
Sonra bunu söylemediğini düşündü. Yo. Böyle bir şey söylememişti. Yoksa söylemiş miydi?
Bedri, hızla ayağa kalktı, kadına bakamıyordu. Para üstünü düşünmeden hesabı masaya ödedi, hızla uzaklaştı oradan.
On dakika sonra bir sigara çıkarıp ağzına yerleştirdi. Yolun karşısına geçmek için ışığı bekliyordu. Muzo, hemen yanındaydı.
“Sinemaya gidelim mi?” diye sordu Muzo.
Bedri, cevap vermedi. Sigarasını yaktı. Yeşil ışık yanınca alışveriş merkezi önündeki film afişlerine doğru yürüdü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.