- 774 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YOBAZ ADAM VE KIZI
Adam yobazdı.
Yobaz demek yetmez, kopkoyu, kapkara yobazdı.
Biri kız 4 çocuğunu terbiye etmek için çocuklarını öyle bir döverdi ki, sesler evden dışarı taşar, dar sokakta oturan komşu evlerin duvarlarını aşar, içine kadar ulaşırdı.
Durumdan şikayetçi olan komşular, yaptığının doğru olmadığını söylemeye kalktıkları zaman da, yobaz aniden celallenir, benim çocuklarım sizin çocuklarınıza benzemeyecek.
Ben çocuklarımı islami şartlara göre yetiştireceğim derdi, başka da söz söylemezdi.
Mahallenin çocukları sokak arasında cilli, döndürekle oynayıp çember çevirirken, yobaz çocuklarını evden sokağa salmaz, sürekli dini kitap okuturdu ve sık sık da imtihan ederdi.
En ufak bir yanlışlıkta da gelsin dayak, gitsin kötekti.
Bundan başka, eve sürekli gelip gidenlerin söylediğine bakılırsa, adam çocuklarını terbiye etmek için dayakla yetinmez, karısıyla birlikte, yemeğin en alasını yerken, çocuklarına yemek vermez, bayat ekmek bir kaç tane kuru zeytinle nefislerini terbiye etmeye çalışırmış.
Adamla karısı yarım dünya iken, çocuklar, tıpkı Afrikalı çocuklar gibi bir deri bir kemikti.
Okul harici sokağa çıkamadıklarından, akranları güzel havalarda sürekli açık havada koşturup evlerinin yakınındaki arsada top oynarken, yobazın çocukları devamlı evde oturduklarından yüzlerinde kan olmazdı, beti benizleri sapsarıydı.
Yıllar yılları kovalıyordu, mahallenin tüm çocuklasrı gibi yobaz adamın çocukları da büyüyordu.
Yobaz adam en büyük çocuğunu terbiyesi noksan kalmasın diye İmam- Hatip okuluna üstelik de yatılı vermişti.
Ev Bursa’da olduğu, okulla ev arasında öyle ahım şahım bir mesafe olmadığ halde İmam- Hatip okuluna yatılı verilen en büyük çocuk için yatılı okumak evden kurtulmanın en kolay ve en pratik yoluydu.
Çocuk yatılı okula gitmişti gitmesine de sonrasında ne olmuştu ki?
Ne olacaktı ki?
Sonuç tam bir fiyaskoydu...
Çocuk yatılı okuduğu halde, sürekli okuldan kaçtığından devamsızlıktan sınıfta kalmıştı, babası da çok yüklü bir tazminat ödemek zorunda kalmıştı.
Baktılar olmayacak, çocuğu yatılı kısımdan aldılar, normal bölüme yazdırdılar.
Çocuk bundan böyle diğer talebeler gibi sabah evden çıkacak, okul çıkışı eve dönecekti.
Peki döndü mü?
Döndü dönmesine de canının istediği zaman döndü.
Bazen gece yarısına doğru bazen de gece yarısından sonra döndü.
Yobaz adam çocuğunu terbiye etmeye kesin kararlıydı, evden attı, bahçeye kurduğu köpek kulübesi benzeri derme çatma barınakta yatmaya zorladı.
Soğuk kış geceleri köpek kulübesi benzeri barınakta yatmak çocuğu terbiye etmeye yetmemişti, gitgide yoldan çıkıyordu.
Ana- babasının evde olmadığı zamanlar, gizlice içeri giriyor, evden çaldığı paralarla kumar oynuyor, kumar masasında devamlı yütülüyor, yütüldükçe hırslanıyor, hırslandıkça da yeniden hırsızlık yapıyordu.
Baba, baktı olmayacak; bahçedeki köpeğin bile zoraki barınabileceği kulübeyi yıktı, çocuğu kolundan tuttuğu gibi sokağa attı.
Sokağa attı da kurtuldu mu?
Hayır efendim, ne gezer...
Bir gece yarısı evin kapı zili acı acı çaldı.
Adam uykusundan uyandı, gözlerini ovuştura ovuştura uyku mağmurluğuyla sokak kapısını açtı.
Açtı, baktı, şok oldu.
Sokak kapısında iki polis memuru vardı.
Polis memurları, falanca burada mı oturuyor deyince adam onayladı.
Ben babasıyım, hayrola, ne oldu? Diye sorunca, polis memurlarından biri sıkıntıyla, efendi, oğlun Bursa Devlet hastanesinde yatıyor, haberin olsun dediler, başka da bir şey söylemeden çıkıp gittiler.
Vakit gecenin bir yarısıydı, zaman çok kötüydü,Türkiye terör belasıyla boğuşuyordu.
Acaba oğlanı vurdular mı diye bir soru geçti adamın aklından.
Hemen giyindi, caddeye çıktı, bekledi, bekledi,bekledi, bir araç bulamadı.
Baktı, araç bulamayacak, çaresiz yola koyuldu.
Allah’tan Bursa Devlet hastanesi fazla uzak değildi, sıkı bir yürüyüşle 35- 40 dakikada varılabilirdi.
Mümkün mertebe ana yoldan ayrılmadan ve pusu kurmaya müsait köşeleri açıktan alarak Devlet Hastanesine vardı, acil servise giderek derdini anlattı.
Acildeki görevlilerin dediğine bakılırsa mesele çok basitti, çocuk yaşadığı sıkıntılara daha fazla tahammül edememiş, bir kutu hap içerek intihara teşebbüs etmişti.
Karanlık bir köşede yığılıp kalınca da tesadüfen oradan geçen bir polis otusundaki polislerce bulunmuş, derhal hastaneye kaldırılmış, midesi yıkanarak yaşama döndürülmüştü.
Bunca olaya rağmen, adam, hala hatayı çocuklarında arıyor, en ufak bir yanlışlarında şiddetle cezalandırıyordu.
Ev cazaevini geçmiş, esir kampına dönmüştü.
Erkek çocuklar, okula ya da işe gitmek için evden çıksalar da, kız çocuğu okuldan alınmıştı, işe de gönderilmemişti.
Kapı dışarı çıkamıyor, çarşıya, pazara gidemiyordu.
Komşu gezmesine gidemiyor, akran kızları evine kabul edemiyordu.
Yaşı yirmiyi geçmişti, bugüne kadar dünür olarak gelen kimse olmamıştı.
KIz için evden kurtulmanın yegane yolu, kısmeti çıkınca evlenmekti, ama adamın olumsuz tutumu, kıza dünür gelmesini de engelliyordu, hayırlı iş için eve gelen giden olmuyordu.
Ev hayatı kız için resmen işkenceye dönmüştü, ruh sağlığını kaybetmeye başlamıştı.
Ne yapıyor, ne ediyor, eve gelen komşu kadınlarla sohbet ederken bu gece kocaya kaçacağını ileri sürüyordu.
Komşu kadınlar kocaya kaçma lafını o kadar çok duymuşlardı ki, her kaçma lafı duyduklarında, inşallah diyerek kafalarını sallıyorlardı.
Onlara bakılırsa, kız kendi zavallı dünyasında olmayacak hayaller kuruyordu.
Kocaya kaçmak kim, o kimdi?
Kocaya kaçmak için ilk önce koca adayı olmalıydı.
Önce koca adayı bulacak, konuşup anlaşacak, bir gece yarısı bohçasını kaptığı gibi pııııııııııır diye uçacaktı.
Evden dışarı çıkamayan, sokak kapısından bile bakamayan biri kaçmak için kocayı nereden bulacaktı ki?
Kimsenin beklemediği oldu, kız kaçmak için koca adayını buldu, aracı vasıyasıyla anlaştı.
Bir gece yarısı, ev halkı uyuyunca, bohçasını hazırladı, nufüs kağıdını da koynuna soktu, taaaam sokak kapısından çıkacaktı ki uyanan babası tarafından yakalandı, firar da gelecek bahara kaldı.
Vaaaaay dedi, babası.
Kızım büyümüş de kocaya mı kaçıyormuuuuş?
Dövdü, dövdü, dövdü.
Kızını dövmeyen kızını döver sözünü amentü bellemiş adam kızını sabaha kadar dödü.
Yoruldu, ara verdi, dinlendi, yeniden dövdü.
Allah’tan ki kız dayağa şerbetliydi, o kadar sopa yemiş, vucudunda morarmamış yer kalmamıştı ama bana mısın dememişti.
Sen koca mı istiyorsun dedi, adam bir soluklandığı esnada.
Tamam seni kocaya vereceğim.
Adam sözünü tuttu, en kısa zamanda bir damat adayı buldu, kızını kakaladı.
Kakaladı ya, durum biraz tuhaftı, damat; yobaz adamın asker arkadaşıydı
Her ne kadar kızın fikri alınmasa da, görüşü sorulmasa da kız, evden kurtulacağına memnundu, koca olsun da bu gece olsun hesabı evden kurtulacağına seviniyordu.
Bir pazar günü, evin kapısına gelin arabası yanaştı, kız teklli duvaklı baba evinden çıktı, koca evine yerleşti.
Kocaya gitti de kurtuldu mu?
Ne gezeeeer....
Komşu kızın gelin gittiği yer, Bursa’nın doğu çıkışında, 40 dönüm tarlanın ortasında, içinde büyük baş hayvan beslenen sözüm ona bir çiftlik eviydi.
Adamın ilk eşi ölmüştü, tarlayı sürecek, ekip biçecek, hayvanlara bakacak genç biri lazımdı, karşısına da asker arkadaşının kızı çıkınca da tereddütsüz kabul etmişti.
Tamam, kız babasının Bursa’daki evinde büyümüştü, çiftten, çubuktan, hayvan bakımından anlamazdı ama öğrenebilirdi.
Öğrenen anasının karnında öğrenmiyordu ya.
Öğretti adam, genç karısına kırsalda yaşamanın inceliklerini.
Karısının, ben bilmiyorum, yapamıyorum demesine aldırmadan döve döve öğretmişti.
Ön teker nereye giderse, arka tekerde oraya gidermiş deyimi gerçekti, kız, koca evinde de dayağa abone olmuştu.
Adamın karısına şiddet uygulamasının arka planında yatan olumsuzluklardan bir tanesi de kızın hiç hesap edemedi cinsellikti.
Gelin kız yirmisinde, çiçeği burnunda damat Altmışındaydı.
Arada güç, kuvvet, takat farkı vardı.
adam çok çabuk kesiliyor, suçu da karısına atıyordu.
Sonra gelsin dayak, gitsin kötek...
Kız yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu anlamıştı ama geç kalmıştı, bu saatten sonra kaderine rıza gösterecek, yazısına boyun eğecekti.
Baba evine ziyaretler git gide seyrelmişti, Bursa’ya yakın bir yerde oturduğu halde, kız, bazen aylarca baba evine gelemiyordu.
Bu arada bir kız çocuğu doğunca da gelin, tüm sevgisini kızına vermişti.
Bebek de annesini hayata bağlamıştı.
Aradan yıılar geçti, önce annesi sonra da babası vefat edince, kız, aklına geleni uygulamaya koydu, kocasını terk etti,boşanma davası açtı, boş duran baba evine yerleşti.
Boşanınca, hem kocasından nafaka aldı hem de ölen babasının emekli maaşına girdi, mali durumunu düzeltti.
Koca baskısından kurtulan kız, baba evine yerleşince öyle bir değişti ki, onu tanıyanlar gözlerine inanamadılar.
Önce baş örtüsünden kurtuldu, eski, kapalı giysilerini yırttı, çöpe attı, daha modern giysiler giyinmeye başladı.
Giysilerini değiştirmekle yetinmedi, çevrewsini de değiştirdi, eve gelip gidenlerin profili değişti.
Artık gelenler, yaşadığı muhite yakışmayacak kadar dekolteli ve suratları da bir evin sokak duvarını boydan boya boyayacak kadar aşırı boyalıydılar.
Bu arada gece yatısına gelenlerin sayısı da giderek artıyor, erkek misafirlerin sayısı giderek çoğalıyordu.
Vakit gece yarısına yaklaştığında, gelen misafirlerin kuyruğu uzuyor, sokakta izdiham oluşuyordu!
Durumdan rahatsız olan komşular polisi arayıp şikayetçi olsalar da, ev misafirsever kadının kendi evi olduğundan elllerinden bir şey gelmemişti.
Evin bulunduğu sokakta resmen bir sektör oluşmuştu, kuyruk giderek uzuyordu.
Kadına, yaptığının doğru olmadığını anlatan komşular, duydukları cevaba inanamıyorlardı.
Kadının ifadesine göre, gelenlerin hepsi akrabaydı.
Ya amca ya teyze ya da hala, dayı çocuklarıydı.
Bursa nufusunun 1/4 ünün akraba olacağına inananayan komşular gerçek durumu bilseler de kadına söz geçiremiyorlardı.
Aradan 3 sene kadar bir süre geçmişti.
Bir gece komşular geceyi yırtan yoğun silah sesleriyle uyandılar.
Polisi aradılar, gelen polisler sokak kapısını kırıp içeri girdjklerin de korkun bir manzarayla karşılaştılar.
Kadın delik deşik olmuştu, yarı çıplak vaziyette beton merdivenlerin dibinde yatıyordu.
Gelen polisler komşuların ifadesine başvurdular, cinayeti kimin işlediğini öğrenmye çalıştılar.
Eve o kadar çok gelen giden vardı ki, hiç bir komşu şu yapmış olabilir diyemedi.
Cinayet masası dedektfleri gecelerini gündüzlerine kattılar, eve gelip gidenlerin kimler olduğunu tespit etmeye çalıştılar, çaresiz kadılar.
Bursa nufusunun 1/ 4 ü bir eve gelip gidiyorsa ve bunlardan biri veye bir kaçı olayın faiili olarak aranıyorsa, polisin işi gerçekten de çok zordu, samanlıkta iğne aramaya benziyordu.
Komşular, kendi aralarında cinayeti kimin işlemiş olacağını tartışırken biri ortaya bir fikir atmıştı:
Bu meseleye Müge Anlı bir el atsın, cinayet çözülür deyiverdi.
Diğerleri de bu görüşe katıldılar, Müge Anlı’nın el atması halinde cinayette ki sırrın çözülebileceğine dair inançlarını teyit ettiler...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.