- 689 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
UNUT ONU
Gönül bir kağıt gibi bembeyazdı. Önce noktalar kondu üzerine. Birleşti Elif oldu. Elif ince bir çizgiydi sadece önceleri. Bir direk gibi uzanırdı önünde. Nerede başlar, nerede biterdi kimbilir? Çok da önemli değildi. Gördüğü kadarını anlardı. İnsan ne kadar derin olduğunu sanırsa o kadar cahildi. Ben bilirim dediği ölçüde bilmezdi. Kınalı kuzunun samimiyeti gibiydi bilmediğini kabul eden alimin mütevaziliği. Kalplerin teveccühü ondandı. Sonraları kan damladı kağıda. Kan ateşten bir damla gibi dağladı düştüğü yeri. Kağıt bir daha aynı kağıt olmadı. Olamadı da. İsli bir iz gibi kaldı her şey üzerinde. Yaşanmışlıkların bir haritası gibi kapladı heryeri. Ve defalarca damladı kan. Defalarca yaktı değdiği yeri. Açılan delikler birleştiler. Varlığın üzerinde yoklukla varoldular. Gönül yandı kor gibi. Ve öğrendim yazının silinse bile hep oralarda bir yerde olacağını. Öğrendim gönlümü yakan ateşin aşk olduğunu.
Aşk benim her şeyimdi. Aşksız bir adım atamazdım. Öylesine elim-ayağımdı. Sonradan anlamıştım ki; aşk benim yaşam enerjimdi. Herkesin yaşam enerjisiydi. O yüzden aşksız kalanların gözlerinin ferinin gitmesi, renklerinin o sarımsı sağlıksız tonu, öfkeleri, bitiklikleri, vazgeçmişlikleri…
Aşkın katmanlarında kayboluyorum. Ne çok hücreli, tuzaklı katmanı var. Bazen kalın, sıcacık bir yorgan gibi şefkatle sarıp sarmalarken bazen de bugünkü gibi hiç tanımadığım birisiymişcesine üstüme dikiyor yabancı gözlerini, içimi tarıyor buz gibi. Yalan-dolan haklılığıyla en derin düşüncelerime ortak oluyor, onlarla alay ediyor. Tartaklıyor beni. Kimbilir hangi unuttuğu uzak, soğuk hücresine gönderiyor. Onu kötü, merhametsiz bir gardiyan gibi hatırlıyorum. Sığ fikirleri mi var sanki?
Bu olmamalı aşk…
Güzel günlerimizi hatırlıyorum… Pamuk gibi olduğu… Dualite bu olmalı. Kaç kez kaçmak, yüzünü bir daha görmemek için radikal kararlar aldım. Denizde büyülü şarkılarıyla erkekleri boğan Yara gibi etkisine aldı yine beni. Kaçamadım. Kolay mı ona direnebilmek? Var mıdır direnebilen aşka bilmiyorum.
Aşkın katmanlarında kayboluyorum. Neyse ki yerlerde sürünen zayıf kızı büyüttüm. Bir eşikten atladı. Artık aşk için ağlamıyor. Kıskançlık kalbini bir mengene gibi sıkıp kanatmıyor. Kıskançlık yüzünden kaybettiğim sevgilime bu kadarını borçluyum. Bana kıskançlığın utanılacak yanını gösterdi. Kıskançlığın aslında özgüven eksikliğinden, hatta daha da ileri gideyim; özsaygı eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum ve bu ilkel zaaflardan kurtulduğumu fark ediyorum. Bu seviyeye gelmem kolay olmadı elbette. ‘’Seven kıskanır’’ kalıbı beni kandırmıyor artık. Kendisi için isteyen insanın hummalı hastalığı kıskançlık. Bunu biliyorum. Öğrendim. Sevgilinin mutluluğuyla mutlu olma becerisini kazanmak zorundaydım. Daha da ötesi bunu hissetmem gerekiyordu. Gerçek aşkın kuralı buydu çünkü. Diğeri düpedüz egonun uşaklığıydı. Herkese nasip olmasa gerek bu bilgeliğe erişmek. Çok ağır bir bedel ödedim. Bir çok sevgiliyi yolundan döndürecek bir bedel. Sadece aşkın kazanabileceği bir savaştan çıktım.
Ruhumun bıkkın gözlerini geçmişime çeviriyorum. Hey gidi günler diyorum. Çok sevdiğim romanın kahramanlarından birisinin sözleri geliyor aklıma.
’’Her insanın içinde iyilik de vardır, kötülük de… Önemli olan bizim hangisini seçtiğimiz. ’’
Onun hangi yolu seçtiğini düşünüyorum. Bazen iyi, bazen de kötü olmak mümkün müdür? Bu çelişki insanın ruhunu tartaklamaz mı? Pinpon topu gibi serseme çevirmez mi? Fakat O iyi yolu seçmedi diyebilir miyim? Çıkarları için iyilik yapan iyi midir? Niyet önemsiz midir?
Evet, O beni asla üzemez dediğim adam beni üzdü. Hatta çok üzdü. Fakat kırgın değilim.
Bazen çoook sevdiğiniz bir insanın doğum gününde yanında olmak istersiniz. Ya da bir yeni yıla Onunla girmek, bir bayramı sıradan bir şekilde birlikte geçirmek... Bir pazar akşamı şehire birlikte dönmek ya da O dişini fırçalarken aynadaki halini kısa bir an görebilmek gibi sıradan şeylere arzu duyarsınız. Üzücüdür bunları yapamamak. Ama en çok acısını paylaşmak, moral vermek ya da hastalandığında başucunda olamamak koyar insana. En insani paylaşımlara cesaret edememek, basit bir sabır dileği için bin kez düşünüp vazgeçmek yaralar insanı. Kalbinden akan acıyı hissedip de dokunamamak o yüze, bilseniz ne acı şeydir…
Şimdi martıların gecenin bir yarısında gökyüzünde çığlık çığlığa bağırdığı bir evdeyim. Martılar göndermişti bir zaman bana.
‘’Gönlümden kalkan martılar senin omuzlarına kondular mı bu sıcak yaz gününde? ‘’ diye bir mesaj çekmişti. Ne çok mutlu olmuştum. Gönderdiği martılar sadece omuzlarıma konmamışlardı. Kollarımın altına girmiş havalandırmışlardı beni. Gökyüzünde süzülmüştüm. Aşıktım. Aşk hiçbir kadına benim kadar yakışamazdı. Çünkü benim aşkım; sevgilimin hatalarını bile çiçek bahçesine dönüştürebilecek kadar gerçekti.Konuşması su şırıltısı gibi sakindi. Ruhu okşayan tatlı bir meltem gibiydi ilgisi. Zamanı geri almak mümkün olsaydı, defalarca geri dönüp yaşasaydım tekrar o anları.Geçmişimden gelen, nereden tanıdığımı, bana nasıl hitap ettiğini bir türlü hatırlayamadığım bu adamla yüz-leşsem defalarca. Ve yine merak etsem neden adımın dilinde yabancılaştığını.
Düşüncelerin enerjisi var. Bunu biliyorum. Rengi, kokusu, kişiliği de varsa eğer; Onunkiler nasıldır? Kızgın olduğum zamanlar, en kötü benzetmeleri yakıştırıyorum. Düşüncelerinin simsiyah, kötü, sinsi, cehennem kokan bir yaratığa benzediğini düşünüyorum. İçimde Ona hak verecek bir mercii bulamıyorum. Sonra çok değil, birkaç dakika sonra pişman oluyorum. O tarz düşünceler canilere yakışır diye düşünüyorum ve kızdığım her ne varsa bir sebep yakıştırıp temize çıkartıyorum içimdeki en güzel yerin bu nazlı sahibini. Aklayıp paklayıp kalbimin şatosunun en güzel yerine oturtuveriyorum. Zaten çok çok ne kadar indirdim ki oradan? Benim öfkelerim de sabun köpüğü gibidir. Sevmem kin tutmayı. Hele de karşımdaki O ise… Sevimli bir afacan çocuk edası taşıyan o güleç sesiyle konuşmaya başladığında kim dayanabilir ki Ona? Ya da askılı şortuyla sokakta üstünü başını kirletmiş, burnu yırtılmış, tatlı bir yaramaz olarak canlandığında zihnimde nasıl affetmem bu tatlı adamı? Hem sonra O benim sevdiğim. En sevdiklerimden birisi… Biraz kayırılmayı hak ediyor zannımca. Öyle anlar geldi ki; limitini tükettiğini düşündüm. Duygusal, aşk dolu nağmeler dizen adam bu olamaz dedim. Yılankavi yollarının, gizli geçitlerinin, yer altı dehlizlerinin üzerinde yükselen muhteşem şatomun iskambilden dermeçatma bir kulübe olduğunu düşündüm. Çok uzun bir yoldan geldim. Sınavlardan geçtim.
Nasıl olmalıyım? Nasıl bir ruh halinde olmalıyım? Aşk puslu bir ormana attı beni. Sık ağaçların yönümü kay-bettirdiği bir ormana… Geceler ve günlerce düşündüm beni hiç sevmedi mi diye. Sevdim derken, sevgilim derken samimi değil miydi? Ona sormaktan korktum. Hala da korktuğumu inkar etmemeliyim. Sevgisi bittiyse, bunu anlarım. Ama sevgi bitince bir zamanlar sevdiğini de unutmalı mı insan? Bunu kadınlar yapmaz. Onu çok sevmiştim diyebilirler rahatlıkla. Kaç erkek bunu itiraf edebilir? İtiraf… Sanki bir suç gibi…
Bugün uyanır uyanmaz adın aklıma geldi. Cız ettti içim aklıma düşünce adın. Adınla suretin canlandı tenimde. Kucaklaştı hücrelerimle her bir hücren. Karıştı, yeni bir yapı oluştu, bölündü, çoğaldı. Aynı ruhum gibi... Çığlık çığlığa haykırdı ilk kez gözlerini açtığında aşk. Bilemedim. Küçük bir çocuğun hali vardı üzerimde. Anlayamadım. Kabından usul usul boşalan zehir gibi nüfus etti benliğime, inanamadım.
Ucuz muydum? Onu çok sevdiğimi belli ettiğim, hatta hiç çekinmeden gösterdiğim, beni her istediğinde kendimi açtığım ve Onu her istediğimde bunu söylediğim için ucuz muydum? Taktik yapmadığım, saydam bir ruh gibi karşısında dikildiğim için zayıf mıydım? Bu eli baştan kaybetmiş miydim? Uzak durmalı kaçmalı mıydım?
Şimdi Onu tanıdığım ilk günden sonra burada oturmuş ağlayarak Tanrı’ya yakarıyorum;
‘’ Lütfen… Lütfen al bu aşkı içimden. Sana yalvarıyorum al. Acısından kaçtığım için değil, Ondan uzakta, içimde yaşarım aşkımı ben.
Bunu daha önce de yaşadık ve ben zaman içerisinde kendimi ikna ettim Onun iyiliğine. Beni hiç olmazsa insan olarak sevdiğine… Aramızda yaşananların izinin kaldığına. Sıkıntılarında elimden geldiğince yanında olduğumu gördüğünde bir daha beni üzmeyeceğini düşünecek ve yeniden kalbimi kırmasına izin verecek kadar aptalım. İşte tam da bu yüzden yalvardım Tanrı’ya sabahın bu ilk saatlerinde. Bu aşkı içimden söküp alsın. Ölene dek aşık olmamaya bile razıyım. Yeter ki unutayım Onu. Yeter ki; beni bir daha ararsa, ben artık gelemem diyebileyim. Ve bunu söylerken de acımasın içim. O bilsin ki; artık dünyadaki bütün kadınları ayartabilir ama beni asla… Bu yüzden ne olur Tanrım unuttur Onu bana! ‘’
Biliyorum Tanrı dualarıma cevap verecek. Bir bıçak gibi kesecek aramızdaki kordonu. Kesmeli…
YORUMLAR
Sevgili şair dost, çok güzel bir iç döküm okuduk. Ya da buna öz eleştiri diyebilir miyiz. Yani insanın kendisini dinlemesi ve eleştirmesi.bilemiyorum.Fakat durumlar ciddiye benziyor :)
İnsanın hücrelerine ateş düştümü iflah etmez :) Ama ger şey bir gün normal yolunda devam eder.
Devam eder ama insan sevdiğini unutamaz. Toprağa değin
Kaleminizi takdir ederken saygılar sunarım.
Peri Tozu.
Aslında şu an yazdığım romanımdan bir parça.
Paylaşmak istedim.
Muharrem Nalçacı
Peri Tozu.
Evet psikolojik,duygusal bir roman...
Teşekkür ederim.
bir sevdalının bitmeyen acı çığlıklarını okudum çok güzel ifadelerle anlatılmış
anlayamadığım iki satır okuyup bir çok yorum yapan arkadaşları,maksad beğenilmekte değil
yürekten,gerçekçi ve emekle yazılan bu yazıları nasıl olurda farkedemezler
Yürekten söylüyorum çok güzel olmuş ,yüreğinize ve emeğinize sağlık.....
Başarılarınızın devamını diliyorum...