- 483 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kuyular Açıyor
Komşunun çocuğuna günaydın diyen teyzelerle dolacak şehir yakında. Tüm çocuk yüzlerine aynı anne gülüşünü konduran, o yüzlerde eksik gedik kalan hangi duygu varsa tamamlamayı kendine borç edinmiş… Çünkü hayat bazen insanları kendi seçimleri dışında noktalara getirir zorla. Bilgiç bir öğretmen gibi parmağını sallar “hele bir yapma, görürsün başına gelecekleri” der gibi...
Beş altı yaşında birkaç çocuk oynuyor bahçede. İçlerinden biri aralarından hemen ayrılıveriyor ‘benim oğlum’ olarak, sırf ona özel bir aydınlığın içinde. Diğerlerine de taşıyor aydınlık, gözlerimden çıkan o sıcacık ışıktan bir parça da onlara vuruyor.
Pencerelerde aradıkları annelerinin yerini hemen alıveriyorum gizli bir sözleşmeye uyar gibi. Ayşe Hanım banyoyu temizliyor diye şu küçük oğlan mahrum mu kalmalı yani annesinden ille de? Kadıncağız saatler boyu camda duramaz ya, “ya oğlum pencereye bakar da annesiz hissederse kendini” diye.
Hele şu sarı saçlı, şirin kızın işi hepsinden daha da müşkül… Anneannesinin adımları gencecik bir anneden arda kalan o yeri doldurmak için fazla ağır kaçıyor çünkü. Her adımı, her oflaması bir haykırış sanki... Bankada çalışan Meltem Hanım’ı küçük kızının yanına çağıran...
Onlar ve bahçedeki diğer çocuklar çalışan bir kadın olsun olmasın, annelerinin gözlerinin bir nedenle üzerlerine değmediği o ıssız anlarda ya çok kimsesiz hissederlerse kendilerini koca bir dünyanın tam ortasında..? Zihinlerine kazınacak kadar içlerine işleyen bir soğuğun içinden bakakalırlarsa dünyaya, “burası çok soğuk bir yer” diyerek..?
“Bana ne” deyip kendi çocuğuma bakmaya devam edeceğim o günler çok geride kaldı artık. Çünkü kimsesiz kalmış çocukların feryatları inletip duruyor her yeri. Koca koca bedenlerin içinde kadınsı ve erkeksi seslere dönüşseler de feryat olmaktan kurtulamıyorlar birtürlü.
Kahkahalarında saklı o karanlık noktada derin bir kuyu var çünkü. Ona şöyle bir dokunan hemen gömülüveriyor derinliklerine… En dipte, karanlığın en koyu yerinde bir zamanlar evinin bahçesinde arkadaşlarıyla saklambaç oynarken gözleri boş bir pencereye takılan bir çocukla karşı karşıya geliyorlar. Orada her saniye bir kadının kendisine bakmasını beklemese de hiç değilse kimi zamanlar o tüllerin kımıldandığını, aradan tanıdık bir gölgenin belirdiğini görebilmenin de bir seçenek olduğuna inanabilecek kadar o kadının varlığını hissetmek isteyen… Yalnız olmadığına inanmak…
Derinlerde küskün çocuklar bırakmamalı bu yüzden. Kahkahalarda kuyular açıyor onlar çünkü. O kahkahaya çarpanları geçmişlerinden koparıp kendi yazgılarına mahkum ediyorlar.
Çünkü yollarına çıkanlara görünürde o kadar benziyor, şimdilerine o kadar çok hitap ediyorlar ki; o insanlar onlarda geçmişlerine dair insanlardan çok daha fazla şey buluyor kendilerinden. Duymaz oluyorlar feryatları. İşte bu sağırlık o ‘içlerinde küskün çocuklar saklayanlar’la onları aynı annenin çocukları haline getiriyor. Sorumsuz bir kadının yok saydığı bir çocuk ağlamaya başlıyor birden içlerinde. O zaman o kadın benim oğluma da dokunmaya başlıyor çok uzak zamanlardan birinden. O ışıklı, sıcacık bahçe, geçmişinin hiçbir noktasında yer bulamaz oluyor artık kendine.
O da kahkahalar atıyor feryat figan, karanlık kuyularla dolu… Kendisine ait olmayan bir mazinin şimdi’sini yaşama başlıyor. Yanındaki o insanda o kadar çok görebiliyor ki kendini, ‘o şarkı’ onunkiyle o kadar aynı yerine dokunuyor ki kalbinin… O aynada ne görse alıveriyor içine. Aslında kendisine ait olmayan şeyler de ait olanlar kadar aşina görünüyor çünkü orda. Cirit atar oluyor gözlerinde, ona ait olmayan acılar.
Yanlış yerlere varan o yollardan geçmeden, güneşsiz kalmadan da birden üşüyüveriyor o soğukta kalmış çocuk yüzünden. Kendisine ait bir geçmişe dair olmasa da, içine buyur ettiği bir zamandır… Arkadaşına dair diğer her şey gibi…
Bu yüzden “önce kendi evinin önünü süpür” tarzındaki o söze uymakla kalmayıp başka evlerin önünü de dert edinmek gerektiğini düşünüyorum artık. Çünkü bir adada yaşamıyorum. İstediğim kadar süpüreyim evimin önünü, süpürülmeyen kapı önleriyle dolu evlerin olduğu o bütünün bir parçası olmaktan kurtulamayacağım. Hayatımı evimin sınırlarına hapsetmek istemiyorsam başkalarını da görmeliyim çünkü. Bu da şaşmaz bir biçimde kayıtsız kalmamayı, müdahalede bulunmayı gerektiriyor. “Ne halleri varsa görsünler” tarzı bir vurdumduymazlıkla geçemiyorsun evine giden o yoldan. Kaldırılmayan çöplerin kokusu senin sınırlarına da giriyor. Sevgisiz kalan küskün çocukların soğuğu…
“Emre, arkadaşlarına sor, üzümlü kek severler mi?” diye sesleniyorum pencereyi ardına kadar açıp. Gözlerim sarı saçlı, şirin kızın asık yüzünde… Bahçeye gönderdiğim o sıcacık ışığın merkezine birkaç saniye için de olsa onu koyuyorum oğlumun yerine. Zaten ışığım bahçedeki tüm çocukları kapsayacak kadar güçlü... Tüm küskün çocukları kapsayacak kadar…