- 860 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMANSIZ ÖLÜMLER
Zamansız ölümleri kimse sevmez.Genç yaşta ölenler için en acıklı ağıtlar yakılmış, en acıklı destanlar,şiirler ve yazılar yazılmıştır.
Hayatım da iki sanatçının ölümüne çok üzüldüm. İkisini de yakından görmedim. Birinin şarkılarını severek dinledim. Diğerinin ise isimlerinden başka şarkılarını bilmem. Ama yine de kendisini severim.
Bunlardan biri BERGEN’dir.
Diğeri ise Müslüm Gürses.
Her ölüm acıdır. Bu ister, isimsiz biri olsun isterse hiç tanımadığımız bir sanatçı. Yine de insan üzülüyor. Kaç yıl önceydi;Bilemiyorum? Zile Postası’nda yazıyordum. Bergen öldü,dediler. Nedense çok üzüldüm. Hemen bir yazı yazdım.Başlığına da “Bergeni de Vurdular” diye manşet attım.Şimdi de Müslüm Baba öldü,dediklerin de yine aynı hüznü yaşadım. Belki de ikisi de gariban doğup,gariban öldükleri için bu kadar hüzün yaşadım.Geçelim!..
Bu yazım da aslında Almanya’da yaşadığım bir olayı anlatacağım. Onun için bilgisayarımın başına
oturdum.Bir pansiyonda kalıyoruz. Her milletten insanlar var.Pansiyonun yöneticisi bir İspanyol kadın.Annamaria!Almanca’yı öğrendiğimiz de gördük ki,gerçekten çok iyi bir yönetici. Pansiyon kalabalık. Türkler buraya Hayım “Heim” diyorlar.Bura da birkaç ta Sırp işçi kalıyor.Biri belediyede çalışıyormuş. Fakat Allah sizi inandırsın kokarca onun yanında yunmuş-yıkanmış sayılır.Adamın kendisini bırakın, geçtiği yerler bile leş gibi kokuyor. Onlar Allahtan başka katta kalıyor da bizim burnumuz rahat ediyor. Meğer biz kısaca Mariya diyoruz,bu Sırpların işlerini bildiği için Türklerden ayrı tutmuş.Bir Pazar günüydü galiba! O sırp mutfağa girdi,çıktı.Kahvaltı yapıyorduk. Nerede ise burnumuzun direği düşecekti.Öylesine pis kokarak geldi,geçti.Biz bunu konuşurken yanımıza Mariya geldi.
--Günaydın Türk Öğretmenleri,dedi.
Biz de;
---Günaydın Hanımefendi,diye karşılık verdik.Beni şair ve yazar diye diğer öğretmen arkadaşlardan daha çok seviyordu.Geldi yanıma dikildi.Elini omzuma koydu.
---Nasılsın, diye sordu?
Teşekkür ettim.Kalktım sandalyemi verdim.Oturmasını ve çayımızı içmesini söyledim. O da bana teşekkür etti. Oturdu. Sohbete başladık. Daha önce Türkiye’ye geziye göndermiştik. Biraz gezdiği yerlerden bahsetti.Sonra dayanamadım,Sırpın neden bu kadar kötü koktuğunu sordum?..Güldü,yine buradan mı geçti,dedi?
---Evet,dedim.
---O belediye de çalışıyor.Fırında ölenleri yakıyor. Daha sonra küllerini topluyor. O zaman üstüne,başına ölenin kokusu siniyor, olmalı,dedi.Öyle kötü kokması ondandır.
---Hayret,dedim.İnsanların eti bu kadar mı kötü kokar!Ne ise..
Daha sonra gittik,bu fırının önünden geçtik.Gerçekten çok fena kokuyordu.Kendimce;
---- İyi ki,dedim biz de cenaze yakılmıyor. İki metre toprak her türlü kokuyu kapatıyor.
Ya aynı kokuları, şehrin ortasında ki fırından duysaydık, ne kötü olurdu?
Aslın da ben zamansız ölümleri yazacaktım. Ama aklıma bu olay geldi,onu yazdım.
Dilerim bana kızmamışsınızdır? Kızsanız da haklısınız.Ama insanoğlu merak ediyor işte..Ben de
meraktan yazdım zaten.Siz de cenaze yakma işini öğrenmiş oldunuz.
Kemal DOĞANAY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.