HUZUR
Huzur bazen kaçmaktır her şeyden… Bazense yokluk alemine doğru yol almaktır, kırık dökük bir yelkenliyle… Kalplerin sultanını aramaktır bir bebek saflığıyla gönüllerin en kuytu, en karanlık köşelerinde.
Bazense deli gibi sevdalanmaktır tanımsız bir düşünceye. İçinden çıkılmaz, dibi görünmez kuyulara doğru yuvarlanmaktır belki de dağın doruklarından kopan bir taş misali…
Belki de ömre bedel bir gülüşün sıcaklığını aramaktır çehrelerde. Kim bilir bir damla gözyaşıdır al yanaktan süzülen…
Belki de bir güvercinin kanadında seyahate çıkmaktır bilinmezliklere. Çok para kazanmak hayalini içinde taşımaktır. Belki de hiç olmayan oyuncağımıza zamanı geçmiş bir heves de olsa yetmişinde kavuşmaktır.
Hiç ayrılamadığımız ama bazıları için bir öcüden farksız kitapların arasında kaybolup sayfadan sayfaya seyahat etmektir durmaksızın… Kitabımızın nemli sayfaları arasında bir aşığın Leyla’sına söylediği nağmeleri dinlemek belki de…
Belki de kimsenin haydi kalk işe gitmelisin deyip de uyandırmayacağı bir uykuya dalmak, en azından hayalini kurmak öylesine.
Bazen cebimizdeki son paramızı bir arkadaşımızla bölüşmek, bir yoksulu doyurmak, elimizdeki simidi birisiyle paylaşmak…
Hiçbir sıkıntımız olmadan dağ bayır dolaşmak, çimlerin üstüne uzanmak, ağaca tırmanmak sonra da inemeyip ağlamak…
Issız bir ormanda yapayalnız kalmak ya da herkesten uzaklaşıp kafa dinlemek…
Kışın soğuk günlerinde küçük odun sobasının etrafına dizilip yediğimiz portakalların kabuklarını sobanın üzerine koymak, masallar anlatmak saatlerce usanmadan…
Yüreğimdeki kum saatini kurup göz açıp kapayıncaya kadar geçen mutlu günlerin ardından maziye dalıp anılarda yaşatmaktır birilerini…
Gömüldükçe düşlerin o büyülü iklimine sevgilerimin kalbimdeki ilahi melodisi çalınmasıdır kulaklarıma birden…
Yorgunluğun iliklerimize kadar işlediği ağustos ayının kısa gecelerinde kapanmasına engel olamadığımız göz kapaklarımıza rağmen epeyce geç vakitlere kadar bekleyen misafirin ardından nerede uyuduğunu bilmeden uykuya dalmak belki de…
Gerçeğin acımasız zindanlarında kilitli kalıp, ümidin tükendiği bir anda yeni bir bahara uyanmak…
Yabani bir ot gibi ruhumuzu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla, benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştıramamak; sıkışıp kaldığımız bu karanlık denizde, kendi kalbimizde, yalnızlığımızda, sessizliğimizde kendi kendimize çareler aramak…
Başka hayatların hayatımızı dışladıkları öfke nöbetlerine kapılıp bana bile yabancı gelen hiç tanımadığım bir sesle etrafa bağırmak, haykırmak, ağlamak, sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sevdiklerimize sarılmak…
Bir anneyi, bir babayı, bir can yoldaşını, hayatının sonuna kadar yanında olduğunu bildiğin bir dostu, ilgiye ve şefkate doymayan bir küçük çocuğu karşılıksız bir sevgiyle sevmek…
Yalnızlığın soğuk kollarından bir an olsun sıyrılıp, nefes alabilmek için geceleri saatlerce tek başına şehrin karanlık sokaklarında kalabalığın soluğuyla ısınmaya çalışmak…
Hiç tanımadığım insanların silik yüzlerinde tanıdık bir sine aramak, kalabalıkların kaybedilmiş umutsuz hayatlarında yaralı geçmişimin ve çocuksu düşlerimin izlerini sürmektir belki de…
Önce her şeyden soyutlamak benliğimizi, sonra da yalnızlığın ilahi kudrete yaraşacağı düşüncesiyle bütün yaratılmışın kollarına bırakmak kendini… Onlarda aramak huzuru, onlarla örgülemek kısacık bir hayatı, onlarla işlemek nakış nakış sıcacık bir geleceği bir dantela misali…
Boyun eğmek elimizden hiçbir şeyin gelmediği anlarda kadere; ama bir fındık kabuğu misali fırtınanın ortasına bırakmamak kendini, hayatı oluruna bırakmamak…
Aslında huzur; huzuru nerede aradığını bilmektir…
Eşref YILMAZ / Kumru - 2002