- 804 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Aşk Masalı
Bir kafes küçük ufacık bir prensesi ne kadar mahkûm edebilir ki ne kadar özgürlüğünden hayallerinden yoksun bırakabilirdi ki… Kanatları olsa da uçmaya yeltenmeyecek bir prenses ti o biliyordu bir gün biri gelecek açacak o kafesi tutacak ellerini, gidecekler Kaf dağının ardına ufacık küçücük bir ev aynı küçük prenses e benzeyen bir ev, ahşap bir ev bin bir çiçeklerle dolu bir bahçe, bulutlar elini uzatsan tutacaksın sanki…
Prenses hayallerle kafesini cennete çevirmişti ister dolu yağsın ömrüne ister kar umurunda değildi bazen sabırsızlandığı olmuyor değildi ama çabuk geçiyordu bu duygu biliyordu ki bir gün bir gün gelecek olan gelecekti.. Sabırı en kara gecelerde umutsuzluğa düşmemeyi de gözlerinde ki yaş dudaklarına değdiğinde öğrendi. Bir gün evet bir gün Kaf dağının ardını görecekti.
Her gün her dakika hayal etti, hayal ettikçe gözleri ışıldadı yüreğinden bir anka kuşu geçti kanatlarına takıldı prenses Anka kuşu ile hayaller kurdular…
Kaf dağının ardını düşündü, ufacık evini, evinde ki yatağını, penceresini penceresinden bakacağı güneşi, odasının kapısını o kapıdan girecek olanı hayal etti,yemek tabağını o tabağa konacak sıcak çorbasını o çorbayı birlikte içeceği kişiyi hayal etti,yerde ki halıyı hayal etti o halıya ayak basıp kırk yıllık betonu çayır çimen yapacak olanı hayal etti, ateşi hayal etti ocağını o ateşle yüreğini yakacak olanı yüreğini ısıtacak olanı hayal etti,banyosunu ,musluğunu hayal etti o banyo da gelecek olanı yıkamayı hayal etti ellerini gözlerini omuz başlarını dudaklarını hayal etti… ondan olacak olan kızını ,oğlunu hayal etti,bahçesini bahçesinde ki papatyaları kır çiçeklerini, ellerine aldığı toprağı , o kır çiçeklerinin arasında oynayan çocuklarını hayal etti, onlar oynarken onları nasılda sevgiyle izlediğini hayal etti… Hep hayal etti, hayali gerçek yapmak için hep sıcak tuttu yüreğini…
Geceleri çocuklar yattıktan sonra şaraplarını açıp yıldızları izlediler beraber hafif bir rüzgar esti Kaf dağı üzerinden bir ürperti birbirlerine sarılmalarına bir olmalarına yetip artıyordu bile hep bir bahaneleri vardı bir olmaları için ,sarıldılar , bu sarılmaya kuşlar böcekler çiçekler tanık olup utandılar sevginin büyüklüğü önünde usulca sessizleşip izlediler … Prenses başını omzuna koydu gelmiş olanın sımsıkı sarıldı ve “ sen olmasaydın, ne ben ben olabilirdim ne de bu hayalim gerçek olurdu sen hayalimsin düşlediğim düşümde düşmediğimsin eğer düşmediysem bu hayalin içinde ellerinin sayesinde” deyip usulca öptü gelmiş olanın avuçlarını…”Sen geldin ya yüreğim bayram yeri her gün bir bahanem var deliler gibi her günü bayram ilan etmeye sen benim tek bahanemsin”
Gelmiş olan usulca öptü prensesin dudaklarından “ geldim çünkü gelmeliydim sensiz dilim lal aklım yoksun yüreğim ayazdaydı, gelmeliydim çünkü sen benim bana inen tek vahimsin sev dedi tanrı… Gelmeliydim çünkü toprağımsın vatanımsın kök salmam köklerimde kendimi bulmam lazımdı kendimde seni sende kendimi bulmam lazımdı biliyordum ki sen bendin benden olandın bana yar olandın… Gelmeliydim çünkü gözlerinde ki ormanı yüreğinde ki ummanı, dudaklarında ki yalnızlığı bir ben gördüm… Adınla yazılsın istedim adım her yana ağaçlara, kuşların kanadına, mezar taşıma…
Uzun uzun daldılar gökyüzünün karanlığına… Prenses kalktı ayağa tuttu gelmiş olanın elinden yataklarına gittiler yatak bir nehirdi sanki akıp gidiyordu onlar yataklarına girdiklerinde bazen coşuyor yatağına sığmıyordu bazen usul usul akıyordu yatağında ama hiçbir zaman durulmuyordu…
Güneş çok erken doğuyordu Kaf dağının ardında , ilk prenses uyanıyor bahçesinden topluyordu kahvaltısını sütünü ineklerinden sağıyor yumurtasını tavuklarından alıyordu .. sessizce gelmiş olana ve çocuklarına kahvaltı hazırlıyordu kimseyi uyandırmadan hiçbir iş yük olmuyordu ona hiçbir zaman of kelimesi çıkmıyordu ağzından sevgiyle aşkla mutlulukla yapıyordu uyandırıyordu herkesi tek tek öperek …. Kahvaltıları kahkahalarla geçiyordu, çocuklar hiçbir zaman insanların kötülüklerini , eksikliklerini , acımasızlıklarını öğrenmeden büyüyorlardı. Korkusuzluğu, sevmeyi, umut etmeyi,pes etmemeyi ne olursa olsun gülmeyi öğreniyorlardı, düştüklerinde tek başlarına kalkmayı, toparlanmayı, her düştüğünde daha hızlı kalkmayı , gözyaşlarını saklamamayı ağlamanın acizlik olmadığını öğreniyorlardı, büyüklüğün varlıkla,parayla değil yürekle olduğunu öğreniyorlardı.
Yağmur yağdığında anneleri gibi çamurun ortasına oturup hayallerini şekillendiriyorlardı çamurlarla , en sevdikleri oyun ata binmekti erkek olan hayalinde dört nala koşardı atın üstünde koşardı düşmanın üstüne üstüne kız olan ise atın üstünde bir amazon kadındı mücadele ederdi bütün kötülüklerle , Rüzgar dı erkek olanın ismi prenses istemişti ki adı gibi essinsin savursun yüreğini olması gerektiği yere essin bütün kötülükler,n üstüne kız olanın ismi Asya ,prenses istedi ki Mezopotamya gibi güçlü yenilmez,ele geçmez ser verir sır vermez topraklarında sadece hak edenleri kıymet bilenleri yaşatacak bir kız olsun.
Rüzgar adı gibi bazen asilik yapardı ama yıkıp dökmezdi boran gibi, sıcak esen bir rüzgardı o…Asya asildi , gözlerinde bir ormanın güzelligini saçlarında toprağının rengini taşırdı, sessizdi sessizliğinde binlerce soru gizliydi.
…Öyle mutluyduı ki prenses ne yerdeydi ne gökte … ne ayakları yere basabiliyordu ne de bir kuş gibi süzülüyordu gökyüzünde ..Mutluluk buydu sevda ,aşk buydu.. Binlerce kez şükretti tanrıya ,daha ne isterdi ki bu güzelliklerden başka . prenses ağlamak nedir gözyaşı nedir dudağa değince tadı nasıldır unutmuştu, şükretti tanrıya unuttukları için , unutturanı düşündü, baktı ona baktı ve gülümsedi “ Ey beklediğime değen ey yüreğime ışık veren , toprağıma kök salan, bana evlatlar veren sensizliği göstermesin tanrı bana, mutluluğumun asil sebebi evimin şenliği yüreğimin bayram yeri yokluğun cehennemden farksızdı varlığınla cennette yaşıyorum ,ismimin karşılığı,adresim, arandığımda sen de bulunduğum seni eksik severim diye korkuyorum haksızlık ederim bu sevgiye diye uykularımın kaçtığı iyi ki varsın hiç bırakma beni varlığınla var olmuşum
Gelmiş olan anlıyordu prensesinin korkularını gülümsedi ellerini tuttu prensesin sıcacıktı öptü “Ocağımın bereketi, evimin ışığı sen bende var olmasaydın ben sende çoğalırmıydım yok olmayı beklerken senle varolmuşum, bana evlatlar verenim sana baktığımda cenneti gördüğüm, gözlerinde kaybolduğum ben seni nasıl bırakırım nasıl kendimden vazgeçerim sen ben olmuşsun ben kendi canıma nasıl kıyarım ben tanrıya nasıl şirk koşarım. Tutmuşum bir kere o elleri bırakır mıyım, söyle ey sevdiğim dünyamdan vazgeçebilirmiyim,güneşim sen yıldızım sen gecem gündüzüm sen olmuşken baharım yazım kışım sen, olmuşken ben nasıl bırakırım vazgeçerim senden...
Kaf dağının ardında bir mutluluk, o mutlulukta dört yürek ,o yüreklerde sevda hiç bitmedi, çoğaldı azalmadı, her masal biterdi bazen iyi bazen köti biterdi ama bu bu masal hiç bitmeyecekti ve bitmedi, büyüdüler yaşlandılar toprağa girdiler yine de ayrılmadılar.
Rüzgar Asya nın topraklarında esti, Asya annesini ve babasını kendi topraklarında sakladı.Ve kendi topraklarını hak etmeyenleri kıymet bilmeyenleri almadığı toprağına annesi prenses hep böyle isterdi. Rüzgar usulca yakıp yıkmadan eserdi Asya topraklarında, babası öğretmişti bunu yıkıp dökmeden de koruyabileceğini kardeşini.
Dilber Konur