- 2147 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KARANLIKTAN AYDINLIĞA FEYZLERDEN BİR DAMLA; MEHMET FEYZİ EFENDİ (K.S)
Darb-ı meseldir. Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı bilir? Elbette görecelidir. Ancak çok gezme gibi bir lüksümüz olmadığı için meylimiz daha çok kitaplaradır. Zira her kitap ufka açılan yeni bir penceredir. Ve okuma alışkanlığı olanlar bilirler bu alışkanlığı edindikten sonra artık gıda açlığı gibi kitaba da acıkırsınız. Sürekli okuma ihtiyacı hissedersiniz.
Yemekle aram çok olmasa da kitap açlığı konusunda “doyumsuz bir obur” olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Okumak ve okuduğum her eseri arşivlemek benim için tarifsiz bir lezzet. Ve tabi en büyük zevkim bulduğum her fırsatta sararmış kitap sayfalarının eşsiz kokusunu iliklerime kadar hissederek kütüphanemde vakit geçirmek.
Benim için bir çeşit “huzurevi ziyareti” gibi bu kısa ama sık ziyaretler. Zira hayli yaşlı, gün görmüş geçirmiş kitaplarım da var. En kıymetlileri şüphesiz yazarından imzalı olanları. Aldığım her kitabın üzerine tarih ve yer şerhi düşmüşüm. Arkadaşların evlerinden arakladıklarım hariç tabi…
İşte bugün o rutin ziyaretlerimi yaparken gözüme çarpan bir kitap, eski bir dostumu görmüş kadar sevindirdi beni. Üzerine düştüğüm şerhe bakılırsa 1998 yılında İstanbul Sultanahmet kitap fuarından almışım. Ve kim bilir hangi hislerle kitabın iç kapağına;
“Onlar Hakk’ın halkta seda bulan sesleridir/Çünkü; Alimler, Peygamberlerin varisleridir…” dizelerini yazıvermişim.
Kitabın adı KARANLIKTAN AYDINLIĞA, yazarı ise Şaban KALAYCI… Kitabı aldığım günü dün gibi hatırlıyorum. Alma nedenim ne kitabın ne de yazarın adı değildi. İsmini aile büyüklerimizden sürekli duyduğum Merhum Mehmet Feyzi Efendi (ks) ile ilgili olmasıydı. O iştiyakla kitabı alır almaz kendimi eve zor attığımı ve büyük bir şevkle aynı gece okuyup bitirdiğimi hatırlıyorum. Üstelik uykusuzluktan kanlanmış gözlerime inat, kitapta bir hatırası geçen ve Tosya’lı olduğunu öğrendiğim Bebek Camii İmam’ını bulmak için apar topar Bebek Cami’ne gidişim ve bir ay önce tayin olduğunu öğrendiğimde yaşadığım hayal kırıklığı da hafızamdaki canlılığını halen koruyor.
Aslına bakarsanız binlerce kitap arasında bu kitabın bugün gözüme çarpmış olması biraz bilinçaltımla ilgili. Malûm son günlerde “millet ve milliyetçilik” kavramları üzerine ehil olan olmayan herkes ahkâm kesiyor. “Her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına alıyoruz..” diyenlerin de bu çirkin tartışmalara katkısı yok sayılamaz elbette..
“Bunun kitapla ne alâkası var?” dediğinizi duyar gibiyim. O halde daha fazla merakta bırakmayayım sizi. Bunun kitapla şöyle bir alâkası var. Kitapta hayatından ve sohbetlerinden söz edilen merhum Mehmet Feyzi Efendi (ks) der ki; “Devir Ehl-i sünnet itikadına, Hanefi Mezhebine ve Türk Milliyetçiliğine nusret etme devridir.”
Kitap içerisinde de “vatan muhabbeti” ve bu vecd ile mücadele yürüten insanlara yaklaşımını anlatan onlarca hatırat vardır. Bunlardan en dikkat çekici olanı Rahmetli Alparslan Türkeş Bey’in 1982 yılında Ankara Tutukevi’nden, Kastamonu ve civar Ülkücüleri’nin çok iyi tanıyıp bildiği Abdullah ARPACI Bey’e yazdığı mektup. Bakın Başbuğ mektubunda neler söylüyor;
“Çok muhterem ve aziz kardeşim Abdullah ARPACI Bey’e
Sizi, Ali Bey’i, Ömer Bey’i ve diğer vefakâr kardeşlerimi mahkemede uzaktan bile olsa gördükçe çok mutlu oluyorum. Allah sizlerden razı olsun. Gösterdiğiniz alâka ve yaptığınız yardımlar için çok teşekkür ederim. Muhterem (Mehmet Feyzi) Efendi Hazretlerine mahsus selamlarımı, sevgilerimi ve hürmetlerimi bildirmenizi rica ederim. Başta kendileri olmak üzere, bütün ihlâslı kardeşlerimizin hayır dualarını istirham ederim. Benim sizler gibi Cenâb-ı Hakk’a güvenim sonsuzdur. Bana evvelce hediye etmiş olduğunuz Hakâik-i Nuriyye hep yanımdadır, devamlı okuyorum. Hep sizleri hatırlıyorum. “
Ve aynı eserden bir başka hatırat..
“26 Temmuz 1988 Kurban Bayramının üçüncü Salı günü Safranbolu’nun Yazı Köyü’nden altı kişi Kastamonu’ya hareket ettik. O gün Türkeş Bey, Kastamonu’nun Bozkurt İlçesi’ndeki geleneksel pilav gününe katılacaktı. Arkadaşlarla Türkeş Bey’i Kadı Dağı mevkiinde karşıladık. Aynı gün ikindi namazından sonra Mehmet Feyzi Efendi’yi ziyarete gittik. Oda kalabalıktı. Tosya’dan ziyaretçiler vardı. Biraz sonra (Mehmet Feyzi) Efendi hazretleri odaya teşrif edip divanın üzerine oturdular. Bizim arkadaşlardan üçü de dışarı çıkmışlardır. Ben de ayakta el öpüp vedalaşmak için sıramı beklerken birden “Türkeş Bey” dediler. Baktım Türkeş Bey oda kapısından içeri girdiler. Efendi Hazretleri de “Türkeş Bey” deyip gülerek yerinden kalmak istedi. Türkeş Bey: “Rahatsız olmayın efendim” dedi ve birden (Mehmet Feyzi) Efendi Hazretlerine sarılıp kucaklaştılar. Efendi Hazretleri Türkeş Bey’i alnından öptü. Türkeş Bey’de Efendi Hazretlerinin elini öptüler. Türkeş Bey’le gelen Devlet Bahçeli ve diğerleri de Efendi hazretlerinin elini öptüler.
Efendi Hazretleri ve Türkeş Bey “Tekrar görüştüren Allah’a hamdû senalar olsun” dediler. 1976 senesinde beraber bulundukları Hacdaki tavafın, Arafat’ın tazeliğinin, canlılığının, gözlerinin önünden hiç gitmediğinden bahsettiler.
Aynı kitabın 315. Sayfasından devam edelim okumaya;
“1976 yılında yaptığımız ziyaretlerden birisinde, bir şahıs Efendi Hazretlerine şöyle bir soru yöneltmişti: “Efendim, ahir zamanda isminin başında elif veya ayn bulunan bir kavmin İslamiyete dehalet edeceği ve İslamiyeti yücelteceğinden bahsediliyor. Acaba bu kavim Almanya’ mıdır, Avrupa’mıdır yoksa Amerika’mıdır?”
CEVAP: Bu kavim Âl-i Osman’dır, bu kavim Türk Milletidir. İnşallah bu Aziz Türk Milleti tekrar İslam’ın bayraktarlığını, sancaktarlığını ele alacak ve İslamın Cihanşumul mesajını yaymakta öncülük, rehberlik edecektir!..”
Mehmet Feyzi Efendi Hazretleri Kur’an’dan ve Hadis-i Şeriflerden aldığı ilhamla, feyizle insanlık aleminin ve Türk Milleti’nin kurtuluşu için çok faydalı reçeteler sunmuştur. Bunlardan biri de TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ reçetesidir. Bu reçete;
1- Hamiyet-i Diniye
2- Hamiyet-i Milliye
3- Sadakat-i Vataniye unsurlarından meydana gelmektedir. Kurtuluşumuzun bu üç unsurun, bu üç esasın beraberce uygulanmasıyla olacağını, bunların birbirinin mütemmimi, tamamlayıcısı olduğunu beyan ederlerdi. Bu meseleye, bu davaya siyaset âleminde hakkıyla sahip çıkıp ona gönül veren, omuz veren ve bu ağır davayı yüklenen Sayın Alparslan Türkeş olmuştur. Bu Allah (cc)’ın bir lütfudur, ikramıdır, ihsanıdır. TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ, geniş manada DİN, MİLLET, VATAN üçlüsüyle özetlenmekte, şahsi bazda ise DİN, RUHU, MİLLET CESEDİ, VATAN DA ELBİSEYİ temsil etmektedir. Ruhun hayatı bâkidir. Ancak onun kendi başına yükselmesi ve alçalması yoktur. Ruh cesede girince mükellef olur, görevli olur.
Ondan sonra ya terakki eder (yükselir) ya da tedenni (alçalma) başlar. Ruhla ceset bir şirkettir, sermayesi ise istidattır. Ruh-ceset var ama bu üryan olmaz. Bunları muhafaza edecek bir örtüye ihtiyaç vardır. Bu da insanda elbisedir. RUH, CESET, ELBİSE; DİN, MİLLET ve VATAN… Bu üçer unsur birbirinin tamamlayıcısıdır.
Her türlü kavramın iç içe geçtiği, birkaç slogan atanın “büyük dava adamı” pozlarıyla caka sattığı şu günlerde özellikle gençlerimiz çok iyi bilmelidir ki; nefsini üç tâl’akta boşamayanın, davasını yaşamayanın ve en önemlisi bilgiyle teçhizatlanmayanın varabileceği bir menzil yoktur. Bilgiyi kılavuz edinmenin tek ve en etkili yolu ise elbette okumaktır.
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların akıbeti, hayatları boyunca kuru bir yaprak gibi her kuvvetli rüzgarın önünde sağa-sola savrulmak olacaktır. O halde emr-i ilahiye kulak verin!..
İkra!.. Bismirabbikellezi halâk |Yaradan Rabbinin adıyla oku!..
Selam,dua, aminlerimle…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.