- 840 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk Tenimin Asırlık İhtişamlığı
Her şafakta menekşe toplar yüreğim, baharlar hüzzam bir şarkı
Ömür saltanatım da bitiyor yar, sevdalar unutulmuş yangın artığı
Gelgitler nuruyla onarır ruhumu, hüzünler gönlümün mahşer tanığı
Her gece bir kadın gül atar yatağıma, aşk tenimin asırlık ihtişamlığı
Bu öyle bir hikâyedir ki, öyle bir iç döküştür ki, insan vurdumduymaz bir sancının kölesi olur, içinden dökülenlerin küreklerini çekerek aşkın ve hüznün denizini bulur.
Bu öyle bir düşünüştür ki, her insanda olan, ancak her insanın dışa çıkaramadığı bir iç dökülüşün öyküsüdür. Biz o korsan denizlerde yürek yüklerimizle ve gönül dertlerimizle ilerlerken bir başınalığımızın, yaşam kırıntılarımızın ve hayat akışkanlıklarımızın tortularını toplar peşimizden aç martılar.
O martılar ki, tekrar gagalarıyla hüznü dökerler saçlarımıza, ellerimiz yaşamı tarar, dökülenlerle de böylesine hüzünlenir insanlar.
Göğsümüzü örseleyen yorgun yakamozların kırık uzantılarında hep bir başınalığın derin iç çekişlerine vurur imgeler. Sorgulardan arınmış gemilerin yaslı güvertelerinde ay’ı izler bir kadın, bir sevdanın geliş türküsünü diline dolayarak. Kıyım sızılar küresine bir gül atar, deniz dalgalanır ve alır gemiyi götürür aşkın adalarına.
Bazen, kımıltısız bir gök ararız kendimize, iç sesimizin tiz yalnızlığına tutunarak gölgelerle sevişmek istediğimizde,
Bazen, yükümüz ağır gelir bedenimize, yangın sağarız aynı gökten, menzilsiz öpüşmelerin sadağındaki oklar gibi uzaklara atılmak isteriz,
Bazen, gönlümüzün alabora olmuş kıyımlarında çığlık ekeriz göklere, yaman bir ağrı böler uykularımızı, suskumuz olur düşünüşler, dalarız uzaklara,
Bazen, o mor boyalı coğrafyada şafakları emzirtiriz yüreğimize, eskimiş aşkların namahrem yatağında kırık iç çekişleriyle sevdanın ellerini bağlarız,
Yangın olur düşünüş bazen, rüzgâr kar etmez, mevsimler ne kadar istesek de kükremez ve bir resim seçeriz kendimize, eli yanağındadır bakışların, coşkumuz olur itiraf, ne söylesek de fayda etmez.
Zılgıt dalgalarla övünen denizlerin en soylu karıdır tuz. Öfkeyle çarptıkça taşa, sürtünür öfkeye su, delirmiş sorguların kapılarını rüzgâr gıcırdattıkça. Mavinin yoldaşıdır yeşil, kırmızı şafakların Nuru hep gizemi saklar koynunda, yalçın dağların ve azgın dalgaların buluşmasıyla öfke dönüşüverir bir anda hazza.
Bütün kaçışlar tutkuyu besler unutma, mevsim zemheri de olsa iki ten atılır bir anda ataşa. Dudakta kan toplanırken, bedenden akar utkular, mahrem kokuların salıyla açılırken biz kendimizden çok uzaklara.
Gölgenin rahmindeki gülüşe sordum seni, isimsiz ölülerin kayıklarında defne dalları cevap verdi, kırmızılı entarinle karşıla diye cennetinde ruhumu.
Gümüş renkli günlerin musallasından mezarlara beden taşıyor insanlar, fatihasız ayrılıkların toprağını atarken kefene yorgun ve hüzünlü kollar. Ömür yakarısız bir dönence, üzünçlerle denizlerden, çok uzaklara kaçarken balıklar.
Kapanmış bir ömrün çukurundan feryat yükseliyor durmadan, huysuz renklerin saydam dallarından omuzlara düşerken meneviş nidalar. Kalburüstü masalların son sayfasında hazin düşler var ahh, gönülsüz gidişlerin savaş arabalarından sarkarken sevgisiz başlar.
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.