Ankara Akşamı_
Soğuk bir Ankara gecesiydi. Yumruğumu sıktığımda parmaklarımın soğukluğunu beş kez hissettim.
Tırnaklarım buz tutmaya yakındı. Sakallarım bana aldırmıyordu hiç, ki küstük galiba. Yalnızdım yalnız Başkent’te. Ve insanlar bana inat bir hayli kaynaşmış görünüyorlardı. Annem geliyordu aklıma bazen. Zeki Müren’den Annem şarkısını dinlediğimiz geceler geliyordu hatrıma. Gözlerim
doluyordu tekrar dinleme tuşuna basarken. Güven Park her zamanki gibi güven vermiyordu hiç kimseye. Bir melodi geliyordu kulağıma. Dizlerini kırıp üzerine oturmuş beyaz saçlı bir adam
flüt çalmaya çalışıyordu. Bir süre durup dinledim hep aynı melodiydi ama hoştu. Arada bir
çalmayı kesiyor, flütte biriken tükürüğü yukarı aşağı sallayarak flütün içerisinden atmaya çalışıyordu. Cebimdeki bozukluğun hepsini attım önündeki çaresiz kutuya. Sürekli aynı melodiyi dinlemek ilk defa sıkmıyordu. Hatta bir ara melodiye bir kaç satır söz yazıp söylemeyi bile denedim. İnsanlar kışa hazırlanan karıncalar gibi vızır vızır gidiyorlardı bir yerlere. Saat akşam
oluyordu ve sonra gece... Saat sabah olur, saat akşam olur ve saat gece olurdu bana göre. Karanfil Sokak; Başkent’in bayramlık sevinciydi. Ağır ağır yürüyordum nereye gittiğimi bilmeden.
Mendil satan küçük kızlar bile peşimden koşmuyordu artık. Sakarya civarında balık kokusu geliyordu burnuma ama göremiyordum balıkları. Meşrutiyet ise cenaze eviydi gözü kör olasıca Başkent’in... Sessizliğin fazla olduğu saatlere geliyorduk. Yani saat gece oluyordu artık.. Ayakkabı boyayanlar, Güven Parktaki çay satan adamlar dahi gidiyorlardı artık evlerine. Rakı-name’deki klarnet sesi de kesilmişti az önce. Son otobüs geriye kalan alkolikleri toplamak için durağa geliyordu yavaş yavaş saatin gece olduğu saatlerde.. Ne güzel izlemek insanları. Ellerime nefesimi üfleyip birbirine sürttüm ki başka çarem yoktu zaten. Saat gece ve ben tek hece kalıyordum gittikçe.. Bir adam sigaranın canını alırcasına çekiyordu dumanını içine. Ateş istedim bir sigarayla birlikte. Kullanmıyordum fakat ısıtır diye düşündüm içten içe. Cebinden çıkarttığı paketten bir tane uzattı bana kendi sigarasının dumanıyla acıyan gözlerini kısarak. Aşklarından bahsediyordu adam, soluk almadan anlatıyordu yüzüme bile bakmadan. Uzayan saçları gözlerini gizliyor, onu daha gizemli yapıyordu kendi çapında. Kabuk bağlamış yaralarını tekrar kanatıyordu ve ben ağzımı dahi açmıyordum dinlerken. Ev telefonlarından bir numara çevirirdik hikaye anlatırdı ya işte tıpkı onun gibiydi. Dinlemekten zevk alıyordum. Ellerim üşümüyordu artık veya hissetmiyordum. Ayak parmaklarımın uçları ruhlarını çoktan teslim etmişlerdi soğuğa. Ve daha da griye gidiyordu bu hüzünlü şehir. Hafiften saat sabah oluyordu. Zaten saçı sakalı birbirine karışmış olan o adam da artık yorulmuştu. Sabah ezanının okunmasına ramak kalmıştı. Hoca Allahüekber derken sordu adam: "Senin hiç aşkın olmadı mı?" Soğuk artık üşütmüyor yakıyordu bedenimi. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum ama donmaya başlıyor olabilirdim. Dişlerim birbirine değerek dedim adama: "Sen bensin aslında. Senin bütün gece anlattığın o aşkların hepsi benim. Bana sigara yakan adam falan da değilsin. Çünkü öyle birisi yoktu. Kendim yaktım sigaramı ben. Saçlarımın gözlerimi kapattığı ve böyle daha gizemli olduğum doğru. Yüzüme bakmadan anlattın çünkü bir aynam yoktu anlatırken yüzüme bakacağım... Sigaranın canını alırcasına dumanını çektiğim de doğru. Sen bensin aslında. Saat sabah olurken yine yalnızım ben şurada, şuracıkta."
Semih Uludoğan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.