- 795 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UBUDİYETİN KOKUSU
UBUDİYETİN KOKUSU
Öğlen ezanıyla beraber Konya’ya indik. Arkadaşımız Hatice bizi karşılamaya gelmişti.Ben, Ayşe ve Fatma otobüsten indik. Hatice ile kucaklaşıp salavatlaştıktan sonra onun evine doğru yürümeye başladık. Şubat ayı olmasına rağmen hava gayet yumuşak idi. İçimden iyi ki dedim manto ile gelmemişim. Ezanı dinlerken hem içimden tekrar ediyor hem de bu duayı tekrar tekrar okuyordum:”Allahümme edhilni müdhale sıdkın ve ehricni muhrace sıdkın vecalni min ledünke sultanen nasira” Eğer Müslümanların ana dili olan arapçayı bilmiyorsanız sizin için mealini de yazayım: Allah’ım girdiğim yere doğrulukla girdir ve çıktığım yerden doğrulukla çıkar ve bana katından bir yardım gönder”. Bu ayeti birkaç ay önce Arapça dersi aldığım Mukaddes hanım vasıtasıtla ezberlemiştim. Allah ondan razı olsun; bu duayı her dersimizin başında okuyordu. Ben de önceleri hep bir yere girip çıkarken okuyordum ama sonra aslında manevî olarak sürekli bir yolculuk halinde olduğumuzu ve bu yüzden Mânen her an bir yerlere girip çıktığımızı düşününce artık sık sık okumaya başladım. Esasen yeni bir işe girişmek, bir şeye başlamak hep başka bir âlemin kapısını açmak mânasına geliyordu. İşte bu mülahazalar ile o an bir evin kapısından içeri giriyor olmamamıza rağmen bu duayı okuyordum. Mübarek bir şehir olan Konya’da olmakla beraber Mevlâna hazretlerini Şems hazretlerinin Abdülmecid Nursî’nin, Zübeyr Ağabeyin ve daha nice Hak dostlarının manevî huzuruna giriyor olduğumuzu düşünüyor ve bu duayı okumanın bu hissimle beraber bir edep hâli takınmam gerektiği düşüncemi pekiştirceğini ümit ediyordum.
Bunları düşünüyor olmak beni kızlarla sohbet edip şöyle geldik böyle ettik demekten de alı koymuyordu. Hatice’ye :”sana kurabiye ve puaça etirdik” deyince “aa neden böyle yaptınız ben iki gündür hazırlık yapıyorum bir sürü şey pişidim” dedi.Gerçekten biraz şartlarımı zorlayarak ve kendime eziyet edercesine kurabiyeleri pişirmiş olan ben:” bilsem yapmazdım bunları yapacağım diye hem uykusuz kaldım hem de kendimi yordum “ dedim. İçimden de hakikaten kız bizi davet etti bir talebi de olmadı e becerikli de biri, neden kendime eziyet ettim ki diye düşündüm ve bu sorunun cevabını da şıp diye kendi kendime verdim.Bu arada eve varmıştık.Ev öğrenciler için tasarlanmış ve stüdyo evler olarak adlandırılan bir yüksek binanın giriş katında idi. “stüdyo İstanbul”. Bu adı görünce içimde bir kenarda sürekli bulundurduğum ve ara ara depreşen, zaman zaman da vuslat anlarını yaşattıran İstanbul özlemimin depreştiğini duyumsadım. Aynı akşam da taktığım eşarbın kenarında İstanbul yazdığını fark ettim ve önünden geçtiğimiz “cafe İstanbul” da bütün bunlara tevafuk edince bu hissiyatım bütün bütün tahrik oldu ve acaba yakında İstanbul’a mı gideceğim diye düşündüm, eş zamanlı olarak da acaba bir İstanbul seyahati mi planlasam dedim kendi kendime.
Ve eve girdik, bir oda bir salon Amerikan mutfak ve küçük bir banyodan ibaret olan daire, kapılarının beyaz olması ve salonda geniş bir percere bulunmasıyla ferah görünüyordu. Salonda biri krem rengi biri kırmızı ve eskice iki çekyat ve bir portatif masa ile iki de sandalye bulunuyordu. Mutfak ile salonun arasında ise üzerinde eski bir televizyonun ve uydu alıcısının durduğu bir sabit masa vardı. Hatice portatif masanın üzerine güzel bir sofra kurmuştu içeri girince hepimz bir ağızdan “ oooo Hatice neler yapmışsın böyle” dedik. Masa gerçekten özenle hazırlanmış, ve tabaklardaki yiyeceklerin ustü streç film ile kapatılmıştı. Sırık gibi sigara börekleri, tombul tombul peynirli puaçalar, üstü pudra şekeri ile mantolanmış kurabişler, mercimek köftesi, patates salatası ve marullar adeta bir resmi geçit törenindeymişler gibi arz ı endam ediyorlardı ve lisan ı halleri ile kendilerini nefislerimize feda edeceklerini söylüyorlardı. Pardösülerimizi çıkarıp elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra sofraya oturduk benim getirdiğim kakaolu kurabiyeler ile tuzlu simitleri ve Ayşe’ nin getirdiği mayalı açmaları da tabağa koyduk artık masaya sığmaz olan tabakların ikisini bir tepsi içinde çekyatın üzerine bıraktık. Hatice’de iki sandalye olduğundan masayı çekyata yanaştırmıştı. Ayşe ile Fatma çekyata ben ve Hatice ‘de sandalyelere oturduk. Yemeğimizi yedikten sonra çay içerek uzun uzun sohbet ettik. Hatice’nin odayı çınlatan kahkahaları hepimize bir canlılık vermişti. Ayşe de epey konuşkan ve esprili idi. Fatma ise daha sessiz olmakla beraber sohbetimize katılmaktan geri kalmıyordu. Öğlen namazını eda ettikten sonra Mevlana hazretlerini ziyarete gitmeyi kararlaştırdık ve böylelikle namaz kılıp evden çıktık maharetli ev sahibemiz bu arada masayı da toplamış ve portatif masayı katlayıp kenara kaldırmıştı.
Namaz kılarken otobüste ettiğim bir dua hatırıma geldi “Allah’ım Efendimiz aleyhissalatü vesselamın miracından hissemizi ziyade eyle” Hissedar eyle dememiştim de hissemizi ziyade eyle demiştim çünkü kesif ve sakil olan maddelerin mesela otobüsün ve bedenimizin bir mekandan başka bir mekana gitmeye kâbil olması yâni mekan içinde hareket etmenin kendisi miracın bir meyvesidir diye düşünüyordum. Yani sadece otobüse binip bir yerden bir yere gelebilmek ile ve dahi hareket edebiliyor olmakla miraçtan bir hisse almış ve miracın birfeyzine mazhar olmuş idik. Bu hisseyi mü’min olsun kafir olsun her insan alıyordu; zira Efendimiz aleyhissalatü vesselam sadece müminlere rahmet olarak değil, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş yani değil sadece insanlar, tüm âlmeler onun mazhar olduğu rahmetten hissedâr olmakla vâr edilmişti. Eğer Efendimiz aleyhissalatü vesselam cesedi ile miraca çıkmamış olsa idi, yani lâtif ve cesedi necmî olan bedeni miraçta ruhuna eşlik etmemiş olsa idi öyle zannediyorum ki hiç bir zerre, hiçbir madde mekan değiştirme kabiliyetine sahip olmazdı. Elbette miracı bizim bildiğimiz zaman ve mekanla kayıtlı zanneden biri ‘ama miraçtan önce de madde hareket ediyordu’ diye itiraz edebilir. Lakin miracın dışında kalmış olan ne bir an vardır ne de bir zerre…Konya gibi mübarek bir mekanda kılınan namaz da elbette daha geniş daha huzurlu idi. Namazdan sonra kararlaştırdığımız gibi evden çıktık epey uzun bir dolmuş yolculuğundan sonra nihayet Mevlana hazretlerinin huzuru ile müşerref olduk.
Genelde böyle yerlere girerken ayakkabılarımızı çıkarmaya alışmış olduğumuzdan girişte herkesin galoş giydiğini görünce epey şaşırdım ve yadırgadım. Esasen oraya ayakkabı ile girmek edepsizlik gibi göründü bana ve bu sebeple kendimi kötü hissettim bir an ben çıkarsam ne olur ki diye içimden geçirdim ama dikkat çekmek istemedim. Bu mesele bana hemen Ta Ha suresinde Cenâb-ı Hakkın Musa aleyhisselam’a nalınlarını çıkart’ hitabını hatırlattı. Biz de herkes gibi galoş giyerek içeri girdik ve biraz ilerledikten sonra Mevlana hazretlerinin haşmetli sandukası nazarımıza göründü. Biz de diğer insanlar gibi ellerimizi kaldırıp dua etmeye başladık, işte o anda, kabre biraz daha yaklaşabildiğimiz anda anlatılması mümkün olmayan, insanın algılayabileceği ama asla anlatamayacağı ve adeta insanın başını döndürüp kendinden geçiren bir muazzam kokuyu algılamaya başladık. Efendimiz aleyhissalatü vesselam’ın ravzayı mutahhara’sında cennet bahçesinde duyulan koku, kendisine tâbi olan, sünneti seniyyeye ittibaı hayatının merkezine koyan mübarek zâtların yanında da az veya çok, farklı farklı kokular olarak duyumsanıyor. Fakat bu kokuların menbaının bir olduğunu derkettiren bir şey var ki o da bu kokulara başka herhangi bir maddede (Kâbe ve kutsal emanetler müstesna) rastlanmaması ve üretilen kokulardan hiç birine benzememesi ve o kokuyu alan kişiyi de âdeta ötelerin ötesine taşıması. Gerçekten öyle çok merakımı celbediyor ki bu mübarekler ne yaptılar, nasıl bir tecelliye mazhar oldular ki böyle buram buram kokuyorlar. Kokusu böyle olan şeyin kendisi nasıldır abaca. ibadetleri, insanlara muameleleri, sabırları… bunların hepsinin bu âlemden başka âlemlere bakan neticeleri var şüphesiz. Demek ki bu zâtların zamanı ve mekânı aşan öyle halleri var ki vefât edeli yıllar olmasına rağmen bu muhteşem kokuları devam ediyor. Bunun oralara sürülen esanslar olduğunu düşünenlerimiz vardır şüphesiz ama dedim ya bu kokuların benzeri yoktur dünyada ve bunların etkisi de esanslardan çok farklıdır, hiçbir esans sizi alıp ötelere götürmez.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.