Kiminle İstiyorsan Onunla Yat!
Pazar sabahının güneşi perdenin arasından sızarak gözlerini dövüyordu. Mırıldanarak yattığı yerden kalktı. Gözlerini ovuşturup odasındaki aynaya kadar uykulu adımlarla ilerledi. Komidinden sigarasını aldı. Aynaya karşı bir dal ateşleyip sert bir nefes çekti. Dumanı yavaşça burnundan verirken kapının açılmasıyla irkildi.
Dün gece yaptıkları tartışmada diğerlerine göre seviye daha da düşmüştü. Öykü’nün özgürlükçü tavırları ALp’i deli ediyordu. Öykü; "Seninle birlikte olmam her şeye engel değil." diyerek imalı birşeyler söylemişti. Alp; "Sana güvenmiyorum Öykü!" diyerek odadan çıkmıştı. Arkasından Öykü; "Sen kimseye güvenmezsin zaten!" bağırarak yanındaki vazoyu kapıya fırlatmıştı. Gerginliğin son raddesinde Alp geri gelip kapıdan; "O zaman kiminle istiyorsan onunla yat!" demişti. Son bir haftadır aralarındaki gerginlik azalmak yerine gittikçe artıyordu. Bir çözüm üretmek yerine hiç bir şey olmamış gibi davranmak işleri iyi gibi gösterse de daha kötü bir hale sürüklüyordu.
"Günaydın." Öykü gülümseyerek odaya girdi. Elindeki kahve bardağını Alp’in çalışma masasına bırakıp boynuna sarıldı.
Alp de aynı şekilde karşılık verdikten sonra banyoya gitti. Geri geldiğinde Öykü mutfağa gitmişti ve telefonla konuşuyordu. Şortunu giyip mutfağa doğru yürüdü. İçeri girdiğinde Öykü panikle telefonu kapttı.
Kahvesini bardağa doldurup tezgaha yaslandı. "Kimdi o?"
"Bir arkadaşımdı." Alp’in önünden hızlıca geçip salona geldi. Yüzünde oluşan panik ifadesinden Alp bir şeyler olduğunu anlamıştı.
"Önemli bir konuydu heralde?" İmalı bir şekilde arkasından seslenerek yanına geldi.
"Merkezde sorun çıkmış gitmem gerekiyor." Çantasını alıp hızlıca kapıya yöneldi. Alp öylece bakakalmıştı. Öykü dışarı çıktıktan sonra Alp saatine bakıp "3...2...1..." dediği sırada zil çaldı. Masadan anahtarları alıp kapıyı açtı anahtarları Öyküye uzattı.
Kapıyı kapattıktan sonra çalışma odasına geçip müziği açtı. Kahvesini manzaraya karşı yudumladı. Koşu bandına geçti. Yavaş tempoda kırkbeş dakika koştu. Terler boynundan süzülüyordu. İşe yarar bir kafa ancak dinç bir vücutta bulunurdu. Rutin sabah sporunu yaptıktan sonra duşa girdi ardından kahvaltı yapmak üzere Öykü ile her sabah kahvaltı yaptıklara mekana gitmek için yola çıktı.
Mekana geldiğinde girişte arabayı park etmesi için çocuğa bıraktı. Oldukça şık bir yerdi ve sahibi arkadaşıydı. Alp’i kapıda karşıladı.
"Günaydın. Bu gün Öykü senden önce kalktı anlaşılan?" Cenk, Alp’in elini sıkarak gülümsedi.
"Nasıl yani?" Yüzüne anlamsız bir ifade takıştırdı.
"İçerdeler şimdi. Yarım saat önce geldiler." Cenk, Alp’in haberi olmadığını anlamıştı. Alp’in yanına biraz daha yaklaşıp; "Haberin yok mu?"
Alp gözlerini kısarak; "Geldi-ler? dedin değil mi? -ler ekini kullandın. Kiminle geldi? Ayrıca haberim de yok. Merkeze geçeceğini söylemişti."
"Kim olduğunu bilmiyorum girip bak istersen?"
Alp içeri girip kendini belli etmeden Öykü’nün oturduğu masaya baktı. Bir anda hayretler içinde kaldı. O anki sinirini içinde hapsedip derin bir nefes aldı. Cenk’e dönüp "Benimle gelir misin?" deyip kapıyı işaret etti. Dışarı çıktıp sigara yaktı. Dumanı Cenk’in yüzüne üfledi. Elleri titriyordu.
"İçeride o masada Öykü’nün karşısındaki adam kim biliyor musun?" Cenk kafasını iki yana salladı.
Alp sert bir nefes daha çektikten sonra; "Öykü’nün eski erkek arkadaşı!" deyip dumanı bıraktı. Olduğu yerde ileri geri adım atıyordu. Çok sinirlenmişti ve ne kadar kıskanç ve paranoıyak olduğunu bilen biliyordu. Cenk elini Alp’in omzuna attı ;
"Önce sakin ol. Ne olduğunu, ne amaçla burda olduklarını öğrenelim. Hemen panik yapma."
"Umrumda değil. İsterse burada karşılaşmış olsunlar, bir rastlantı olmuş olsun yine de bunu kaldıramam." deyip sigarayı yere attı. O an aklından binlerce tilki kervan kurmuştu sanki. Öykü’nün eski erkek arkadaşıyla yaşadığı olayları Alp çok iyi biliyordu ve o kadar şeyden sonra hala aynı masada oturup hiç bir şey olmamış gibi davranmaları müthiş derecede canını sıkıyordu. Bir şekilde olaya el atmalıydı yoksa işler çığırından çıkıp daha can yakıcı hale gelebilirdi.
Kısa bir süre düşündükten sonra Cenk’e yaklaşıp; "Bana burdan çıktıklarında haber ver." deyip çocuğa arabayı getirmesi için işaret etti. Cenk başıyla onaylayıp içeri girdi.
Arabaya bindikten sonra telefonunu çıkartıp Öykü’yü aradı. Nerede olduğunu sordu. Aldığı cevap sinir kat sayısını on kat daha arttırmıştı çünkü Öykü yalan söylemişti. Arabayı çalıştırıp önce sahibi olduğu spor salonuna uğradı. Daha sonra eve geri döndü. ÇAlışma odasında müziği son ses açıp düşünüyordu. Bir sefer daha paranoyalarının kurbanı olmak istemiyordu. Bunu düşünürken bile içinde bir yerde binlerce kötü düşünce dolaşıyordu. Başıboş saldırgan aç kuduz köpekler gibi düşünceler her yerine yayılmıştı. Tam o sırada telefonu titredi. Cebinden çıkarıp gelen mesajı gördüğünde telefonu fırlatıp kırmamak için kendini zor tuttu. Mesajda :
"Bu gece beni bekleme, gelemeyeceğim işlerim uzadı, seninle yarın görüşürüz." yazıyordu.
Paranoyaları aslında hiçbir zaman Alp’i yanıltmamıştı. Kötü bir şeydi fakat olayın sonunda hep haklı çıkardı. Bunun da onlardan biri olmasını istemiyordu. Kafasında hemen tasarladı. Gece Öykü’nün evine gidecekti ve düşüncelerinin doğruluğunu veya yanlışlığını test ederek onaylamış olacaktı. Tam o sırada telefonu bir kez daha titredi. Gelen mesaj Cenktendi. "Çıktılar."
Hızlıca yerinden kalkıp dışarı çıktı. Öyküyü arayıp nerede olduğunu soracaktı fakat telefona kimse cevap vermedi. Tam da tahmin ettiği gibi. Şuan için ne yapması gerektiğini bilmiyordu kendini öylece dışarı atmıştı. Geceyi beklemesi gerekiyordu. İçine düşen kurt onu baştan aşağıya kemirir gibiydi. Bahçede ileri geri bir kaç tur attıktan sonra düşündü.
"Eğer onu o şerefsiz ile birlikte yakalarsam işte o zaman bildiği bütün duaları etmesi gerekecek. Peki ya kahvaltıdan sonra o adamla ayrılmışsa. Başka işi varsa?" Kendi kendine sorular sorup cevaplıyordu. "Bunu bu gece öğreneceğiz."
Yaklaşık iki sene süren ilişkilerinde her iki taraf da birbirlerinden büyük fedakarlıklar yapmıştı. Öykü’nün eski erkek arkadaşı Öyküyü ölümle dahi tehdit etmişti. Alp araya girip her şeyi düzeltmişti. Bütün bunlara rağmen nasıl olur da onunla tekrar buluşur, görüşürdü aklı almıyordu. İstediği tek şey sadakatti Öyküden. Acaba o sadakati bulamamış mıydı? Çünkü kendisi çok sadık biriydi. En ufak bir şekilde dahi aldatmamıştı Öyküyü. Buna karşılık aldatılmak bir yana bunu düşünmek bile Alp’i hiddetlendiriyordu ve doğru düzgün düşünemiyordu. Geçen sene anne ve babasını kaybetmesinden sonra gördüğü psikolojik tedaviler tam da etkisini göstermeye başlamışken bu sakinlik bozuluyordu. Bu gece göreceği manzara karşısında kötü bir şey yapabileceğini kendisi de çok iyi biliyordu. Bu yüzden "bir tedbir almalı mıyım?" diye düşündü. Sonra hiç bir tedbire gerek olmadığına karar verdi. Bu yaptığı kabullenilemez, kaldırılamazdı. Öyküsüz bir hayat düşünebilirdi fakat ihanete uğrayıp, ertesi gün bunu bile bile aynı insanın yüzüne gülümseyemezdi. Tek bildiği bir işin ya hiç yapılmaması ya da tam yapılmasıydı. Bu gece hiç bir şey yarım kalmayacaktı...
Sonunda saat 23:00’ı gösteriyordu. Cenk’i arayıp kısa bir telefon görüşmesi yaptı. Bütün gün sabırsızlıkla bu anı bekliyordu. Ümit ettiği iki şey vardı. Birincisi onu evde bulabilmek. İkinci onu tek olarak evde bulabilmekti. Eğer üçüncü bir ihtimalle ikisini birden evde bulursa, işte o zaman....
Arabasına atlayıp Öykü’nün evine doğru yola koyuldu. Direksiyondaki ellerini sıkıp gevşetiyordu, dikiz aynasına bakıp duruyordu sanki biri onu takip ediyormuş gibi. Sabırsızdı. Gaza yüklendikçe yükleniyordu. Hız ibresi tehlikeli rakamlara geliyor, çevresinden gelen korna sesleri ona yavaşlamasını söyler gibi bir hal alıyordu. Kırmızı ışığa yakalanmadığı için kendini şanslı görürdü. Ama bu gece bütün kırmızı ışıklar birlik olmuş gibi sürekli hızını kesiyorlardı. Varmasına on dakika kala bir kırmızı ışık daha...
Sonunda geldiğinde arabayı iki blok geriye park etti. Arabadan inip fazla dikkat çekmeden eve doğru yürümeye başladı. Yan yana ucuz plastik ağaçlar gibi dizilmiş villaların önünden yürüyordu. Nefeslerini derinleştirdi. Sakin olması gerekiyor ve içinden de yapacaklarını düşünmeden edemiyordu. Villanın demir parmaklıklı kapısının önüne geldiğinde sigarasını yaktı, kapının solundaki duvarın boşluğundan içeriye göz atmak için eğildi. Bahçede ışık yanmıyordu.
"Diğer tarafta olmalılar." diye düşündü. Yol boyunca devam eden villaların sonuncusuydu Öykü’nün kaldığı yer. Hemen dolaşıp arka tarafa geldi. Odanın ışığı yanıyordu. Bahçeye girebilmek için duvarı aşması gerekiyordu ki bu onun için hiç de zor olmadı. Tek hamleyle duvarın üstüne tırmandı. Ardından kendini bahçenin çimine bıraktı. Eğilerek evin duvarına kadar yavaş ve sakin adımlarla yürüdü. Kapının yanındaki duvara geldiğinde sensörlü ışık onu algılayıp birden yanıverdi. Işığı fark etmemeleri için dua etti. Işık söndükten sonra zıt yöne doğru sensörden uzaklaşarak devam etti. Bahçeden eve girmek için iki kapı vardı. Biri salona giren diğeri ise şuan önünde durduğu sürgülü eski bir kapıydı. Telefonu aklına geldi, hemen sessize aldı. Sürgüyü çekip kapıyı açtı. Bastığı yerlere dahi ses çıkmaması için dikkat ediyordu. Ve sonunda içeri girmişti...
*************
Öykü muhteşem bir korku içinde hem ağlıyor hem de Alp’in yakasına yapışıp;
"Bunu nasıl yaparsın!" diyerek korku dolu bağırıyor, tükürüklerini Alp’in yüzüne saçıyordu.
Alp, Öykü’nün söylediklerini sanki kulağında tıkaç varmış gibi duymazdan geldi. Öykü’nün ellerini yakasından çekip geri ittirdi. Yan tarafındaki şöminenin üzerinde asılı, işlemeli duvar süsü demir sopayı alıp Öykünün yanına hızlı bir adım attı. Saçlarından tutup yere yatırdı. Demir sopayı Öykü’nün diz kapağına sertçe indirdi. Acıdan çığlık bile atamadı. Alp çok sakindi fakat gözü dönmüştü. Terlemiş elleriyle demir sopayı iyice kavrayıp iki eliyle tuttu. Hava kaldırıp son süratle Öykü’nün yüzüne indirdi. O anda kanlar kendini göstermişti. Demirin soğuk acı verici darbeleri Öykü’nün yüzünde hat çiziyor gibiydi. Her darbe bir öncekinden daha hızlı suratıyla buluşuyordu. Etrafa sıçrayan kanlar sarı loş ışığın altında bir satanist ayinini andırıyor gibiydi. Yüzü artık paramparça olmuştu fakat Alp durmuyor vurmaya devam ediyordu. Artık kendisi de farkında değil gibiydi ne yaptığının. Bir darbe... Bir darbe daha... Ve son bir darbe... Bu yetmedi. İnce uzun demir sopayı Öykü’nün boğazına sapladı. Olduğu yerde başını yukarı kaldırdı. Gözlerini kapadı. Odanın kan kokusunu ciğerlerine çekip, bütün nefretini kusar gibi anlamsızca bağırdı... Yüzüne sıçrayan kanları gömleğinin koluyla sildi. Yaptığından pişman değildi. İhanet, hakkı olduğu şekilde karşılığını bulmuştu. Başını önce odanın girişinde, yerde başında bir kurşunla yatan adama çevirdi. -Odaya ilk girdiğinde adam kapıya doğru hızla gelmiş, hamle yapmasına fırsat vermeden Alp belindeki Magnum S500 ile adamın beynini yere dökmüştü.- Ardından yerde kanlar içinde paramparça olmuş yüzüyle yatan Öyküye çevirdi başını. İçini çekerek;
"Peki sen bunu nasıl yaparsın..."
Bahattin BERKDİNÇ
YORUMLAR
Pazar sabahının güneşi perdenin arasından sızarak gözlerini dövüyordu. Mırıldanarak yattığı yerden kalktı. Gözlerini ovuşturup odasındaki aynaya kadar uykulu adımlarla ilerledi. Komidinden sigarasını aldı. Aynaya karşı bir dal ateşleyip sert bir nefes çekti. Dumanı yavaşça burnundan verirken kapının açılmasıyla irkildi. İÇten bir yazıydı yazan kalemi kutlarım sevgilerimle
of dedim üstad kalem harika öykülerim alpin zirveslnde ve düşüşte etkili bravo