Uzay Yolu-2
Din adamı olmayı isterdim küçükken. Akranlarım "Pilot, Polis, Şoför, Doktor ve umumiyetle de Asker " olmayı arzular ve bu yönde hayaller kurarken ben "çirkin öküz yavrusu" gibi sesimi kısarak "ben de din adamı olucam" derdim.
Büyüklerim söylediklerimi duymazlıktan, meramımı anlamazlıktan gelirdi.
E haklılar bir yerde, altı yaşındaki çocuğunuz "şöfey olcamm bana ne " dese kolu komşuya "Ay dayısının arabası var ya çocuk ona heves ediyor ama ilerde müyendis olcak benim paşaaam" der çocuğunuzun bu saçma ve seviyesiz isteklerini izah edersiniz.
"Bana ne ben askey olcam işte yaa" der ise "işallah " der televizyonu kapatmaya gelen mangadaki yüzbaşı gözlerinizin önüne getirir içinizden “her akşam da yorulucak çocuk ama neyse “ diyerek hafiften gurulanır gibi olursunuz. Tabi tarih daha on iki eylül olmamış zamanlar.
Yani şimdiki gibi memleketin en makbul askerleri sadece “Sakarya Fırat” dizindeki “Çelik tepe Karakolu” nda yaşamıyordu.
Millet üniformalı bir tanıdıkla resim çektirebilmek için türlü taklalar atardı o zamanlar.
Hey gidi, hey.
Milletin çocuğu “doktorculuk-şoförcülük-kovboyculuk-pilotçuluk” oynarken ben illa “din görevlisi” oynamak için oturur ağlardım.
Mahalleli çocuklarla “Uzay Yolu” oynarken biri Mistir Sıpak, biri kaptan Körk, biri Uhura, Sulu, Doktor Makkoy olurken ben o uzay gemisinin tek din görevlisi olmak için bütün bilyelerimi ve sapanımı rehin verirdim.
Uzay Yolu deyip geçmeyin, o kadar cenaze çıkıyordu ki bir oyunda, inanamazsınız.
Bir de zor yanı vardı benim işin Uzay Yolunda ölenlerin her biri ayrı dinden olduğu için, yıkaması da, kefenlenmesi de, duaları da farklıydı. İşin en zahmetli yanı her din için ayrı bir “İlmihal” bilgisi lazımdı ve bu bende çok eskiden beri var olan Allah vergisi bir özellikti.
Çok eskiden dediğim dokuz en fazla on yıllık birikimim neticesinde her dine uygun dualar ve ritüeller mevcuttu, övünmek gibi olmasın da hava atmak gibi olsun bu kafanın içerisinde ta o zaman.
Mesela uzaylı bir yaratıkla savaşırken yaratığın ensesinden yakalayıp çamura yatırdığı sırada vahşi uzaylının yaratılışından mütevellit zehirli gaz salması sonucu kaskatı kesilip şahadet mertebesine yükselen değerli takım komutanımız “ Romulan “ ın defin işlemi bizzat tarafımdan yapıldı.
Bu âlemde umumiyetle üç sınıf insan olduğundan, “Vulcan-Romulan ve Klingon” ırklarının inançları ve ibadetleri çok farklılıklar arz ediyor yenim olsun ki.
Böyle olunca da benim düşünsel cevherim zuhur ediyor hayırlısıyla.
Ölen Romulanlı komutanı defnetmek için önce yandaki inşaattan araklama bir tahtanın üzerine yatırıp cenazeyi bir güzel yıkamak gerekliydi ki burada Laz Ayhan adlı arkadaşımızın aklına gelen “bizde imamlar pambuk tikayiler habu Romuloğlina ne tikayacağuz bence buı uzaylilara sabun tikanur” sözüne önce “geri zekalııı sen bir kere Klingon’sun. Sizde imam yok. Sizin din adamlarına ‘Vidanjöt’ derler “ diyerek gerekli ikazı yaptım.
Ancak hakikatten elimizde bir ceset vardı ve bu cesedin inançlarına uygun elimizde somut veriler olmadığından her kafadan çıkan sese göre hareket etmek merhumun aziz hatırasına saygısızlık ve öbür gezegendeki ebedi hayatında huzurlu olmamasına sebep olabilir bu da ruhunun “Enterprise” sınıfında üç kanatlı, koruma kalkanlı “Atılgan” içerisinde hapis kalmasına sebebiyet verebilirdi.
Bir dinler adamı olarak derhal bu meseleye bir çözüm getirmem gerektiğinden Atılgan’dan Gezegen Kabristanına ışınlanıp burada cemaate “ Aziz ve mühterem cemaatimiz bu tip yani Romulonlu kardeşlerimizin sizin bilmediğiniz bir hususiyetleri mevcut, daha doğrusu mevcut değil, mevcut da değil, yani bu modellerde bizdeki gibi pamuk tıkayacak mahal,bi-mahal yani.yani anlayacağınız bu mübareklerde böyle bir merkez donanım yoktur. Bu vesileyle takdir edersiniz ki durup dururken adamın kıçına MAkkoy’un dediği gibi pamuk yerine sabun tıkamak gibi bir gaflete düşmeyelim” dedim ve bütün uzay cemaati sözlerimi kabul ettiler.
Daha sonra cemaatin önüne geçip “ Muhterem uzaylı kardeşlerim o şimdi size lisan-ı haliyle ben artık
Atılgandan gidiyorum, bana hakkınızı helal edin” diyerek üç defa “Helal olsun” diye bağırtıp Pansumancı Mehmet Küçük ‘ün “Ulan def olun gidin kırmayın dalları” demesine aldırış etmeden arkamı döndüm ve “er kişi niyetine “ diyerek Romulan’ların dini vecibeleri ne uygun olarak cenaze namazını idrak ettik. Tabi bu kardeşlerimiz bizim gibi ayakta kılmıyorlar cenaze namazlarını, sizi yanıltmış olmayayım. Bu ulus önce tekbir getiriyor sonra bir sağa bir sola dönerek elleri havada sallayıp ‘ Gumala gumma, humala humma’diyerek merhumun etrafında altı tur atıyor”
Bir saat sonra Atılganın güvertesinde ekmek arası gül reçeli yerken acil ve ani bir haberle yerimizden fırladık.
Bu defa Sünnetçi Mithat’ın kızı gemi personelimiz “ Memelix Lundo” genç yaşta Uzayın selameti, Atılganın müdafaası için kendini uzaylı canavarların önüne atmış kahramanca çarpışırken galiba bu uzaylılardan biri (Mikail adlı komşu çocuğu) bunu fena ellemiş, bu kızcağız da “öyleyse ben de çıkarım oyundan “ demiş ve oyun kuralları gereği “şahadet” mertebesinden atlayarak oyundan çıkmayı kabul etmiş.
Tabi bu Klingon olduğunu ve bizzat din görevlisi tarafından yıkanıp paklanıp defnedilmesi gerektiğini yeni öğrenen “Memelix Lundo” uzaylı canavarın elinden bir an önce kurtulup öbür dünyaya göç etmek için bütün şartları kabul etmiş, Atılgan gemi Müdüriyetine bu vaziyeti onayladığını beyan etmişti.
Bu veçhile biz de ciddi bir din görevlisi olarak merhumenin cesedini gemiden biraz uzaklaştırarak özel gasil haneme atmıştım ki dışarıdan Doktor Mak Koy’un “ Babasi geliyi,babasi geliyi” diyen anonsunu işittim. Bu durumlarda, yani şehadete erdiği halde babası Atılgan’a gelen müteveffaların yıkamasını daha sonra yapmak üzere söz alıp salıveriyorduk.
Çünkü bu yıkama esnasında yakalanıp bizzat merhumenin babasından dayak yemenin personel üzerinde moral motivasyonu çökertecek zararları olabilirdi ve bu uzaydaki faaliyetlerimizi asgari düzeye düşürüp mahallede insan içine çıkacak yüz bırakmayabilirdi.
Bu durumda merhumeyi daha sonra müsait bir zaman ve ortamda defnetmek üzere salıverdik.
Bizim uzay gemisinin bir ustası vardı. Uhura bacımız geminin komuta merkezindeki yönetim panelinin üzerine oturup kalınca içi geçip bir an kendini serin rüzgarların estiği,kurdun kuşun ,insanın bulunmadığı bir göl kenarında hissetmiş ve kaptan köşkündeki elektronik dümenin üzerine işeyivermişti.
Bizim makine ikmal bölümü sorumlumuz Mıstır Sıkat hemen telsize asılıp “Yıldız tarihi beş bin dört yüz on altı nokta sekiz şu anda uzayın bilinmeyen bir bölgesinde sürükleniyoruz ve Uhura direksiyona işedi” diye zabıt tutmaz mı?
Uhura başladı ağlamaya ve beni çağırdılar vaziyete el koymam istendi. Fakat kaptan köşkü kamuta merkezi sırılsıklam, el koyacak gibi değil. Uhura desen hem ağlıyor hem de orlon çift iplik örme donu sular altında, el koyacak durumu yok.
Ben derhal durumu merkeze bildirip “Koalisyon Güçleri” nden yardım istemeli veya annesine haber vermeli diyerek meselenin halledilmesi için en radikal kararları uygulamaya yönelince Kaptan Körk esmer bacımız Uhura’nın Öztürk apartmanındaki gezegene gönderilmesine ve donunu değiştirip gelmesine izin vermişti.
Uzayın derinliklerinde rölantide giderken Çekov aniden “Atılgan tehlike altında, her an bütün gemiyi bilinmeyen bir gezegenden gelen deniz anası gibi bir yaratık sarabilir” ihbarıyla heyecanlandırdı.
Din adamı olmama rağmen “denizanası gibi bir yaratık” tehlikesine karşı henüz dua bilmediğimden cephanelikten derhal “ışın tabancası” tedarik ederek belime taktım. Ne olur ne olmaz bu denizanası Çekov’un dediği gibi çok tehlikeli olabilir ve gemiyi kurtarmak için gerekli duaları temin etmek için İlçe Müftülüğü’ne başvurmamız gerekebilirdi.
Bu durumda en yakın müftülük üç ışık hızı yıl kadar uzaktı ve oraya gitmek epeyce riskliydi. Zira her ne kadar “Uzay Gemisi” de olsa ilçe merkezinde görünmek akşam ana gemimizin kaptanı tarafından naylon terliğin altındaki baklava dilimli kalıpların baldırlarımıza nakşedilmesi hoş olmazdı doğrusu.
Bu sebeple her ne kadar Uzayın derinlikleri havalisinde geziniyor isek de çağın gerisinde kalan naylon terliklerin şakırdamaları buralardan da duyuluyordu.
Uhura donunu değiştirip“Şşşttttttt” diye açılan kapıdan kaptan köşküne girince sevindik ne yalan söyleyeyim. Bu arada kapıların otomatik açılması için her eleman “Şşştttt” demek zorundaydı ve bu ses duyulmayınca motivasyon acayip bozuluyordu.
Hatta Kaptan Çekov’a “ Vallayi da bi,llayi da bi daa Şşşşttt demezsen gemiden atarım seni “ diye ikaz etmişti.
Şunu anladım ki her gemide bir din adamı olması lazım. Konfederasyon bu işi çözmüş. Maaş “Uzay Kapağı” olarak ödeniyor. Paraların üzerinde “Fruko Gazoz” yazsa da işe yarıyor.
Cenaze sahiplerinin defin başına verdiği diğer kapaklarla elime birkaç uzaylı avrat bakacak para geçiyor.
Bir gezegende gördüğüm kızı alıp “kadınım “yapayım dedim. Fakat abisi kardeşinin eteklerinin kısa olması sebebiyle gemiye binerken zorluk çekeceğini öne sürerek bizimle yıldız tarihi “beşbin sıfır “ a gelmesine karşı çıktı.
Başka bir gezegendeki bayan da “din adamı” olduğumu öne sürerek başörtüsü örtmekten korktuğu için “ sen yarın beni çarşafa da sokarsın” diyerek kabul etmedi. Ne kadar “Ya niye çarşafa sokayım” dediysem de inandıramadım.
Bir de Uhura’nın bir akrabası gelmişti, geçiçi işçi statüsünde “Maya” olmuştu gemide. Kız maşallah her kılığa giriyordu. Ben en çok “Arzu Okay” olmasını beğeniyordum.
Elini şöyle ( elime bakın ..işte böyle) yapınca birden Arzu Okay oluyordu. O zaman öpebiliyordun Maya’yı.
Bir de kedi oluyordu.Bir şirin kedi anlatamam. Uzay besmelesi çekip kucağıma alıyor tüylerini okşuyordum. O da “mırrrrr.mırrr” yapıyordu ve benden takdir alıyordu ,rolünü hakkıyla yaptığı için.
Uhura’nın babası yakalayınca Mayacığım bir daha gemiye ayak basamadı.
Uhura da birkaç hafta gemiye uğramadı.
Resimde : Ben-Mr.Spock ( biz gemide kısaca Sıpak deriz) ,kaptan Körk, merhum Makkoy( Allah rahmet eylesin geçtiğimiz yıllarda yakalandığı amansız virüs sebebiyle öldü)-Uhura ( o da kocasından boşandı iki çocukla İzmir’e yerleşti), Doktor Makkoy ( Merhum)-Bay Sulu ( İSKi’de çalışıyor) hey gidi gençlik be ....
YORUMLAR
Sevgili Erol
Biz dünyaya biraz erken gelmişiz sanırım.
Uzay Yolu dizisinin tv de..Tek kanallı TRT de , siyah-beyaz film olarak oynadığı, bizim İstiklal Marşının okunması ile artık sona ermiş olsa bile daha sonraki karıncaları bile seyretmeye doyamadığımız o televizyonun ilk yıllarında yazmış olsaydın bu senaryoyu Cüneyt abim hiç '' Dünyayı Kurtaran adam'' Ya da Sadri Alışık '' Turist Ömer Uzayda '' olabilir miydi?
İnanmayacaksın ama ben de din adamı olmayı düşünmüşümdür çocukkken ama uzayda din adamı olmak? Yok yok... Osenden başka birinin düşünebileceğini hiç sanmıyorum. Biz daha klasik oyunlar oynuyorduk...Mesela doktorculuk...Her zaman en etkili meslek olmuştur. Din adamı olarak diriye '' Soyun '' diyemezsin, ölüye desen ne yazar di mi ama?...Haaa ama ölüsünü , dirisini diyorsan o başka tabii ki...
Velhasılı kelam Allah seni nasıl bilirse öyle yapn e mi...Karnıma ağrılar girdi gülmekten.
Selam ve sevgilerimle.
erolabi
Murat Soydan havalarında yani...
En iyisi din görevlisi ama...
:)))))))))
selam ve saygı ile ellerinden öptüm Hocam...
Erolabi,
Ne güzel bir çocukluk anekdotu paylaşmış sınız. Ben de Ankara'nın Yenimahalle'sine , şöyle bir gidip geldim sayenizde.
Teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
erolabi
Saygıdeğer yazar abim...
Bazen düşünüyorum "Neden yazıyorum?"
Ne derdin var da yazarsın olur olmaz...
Okunsa ne olur ...okunmasa kaç yazar?
Ardanuçlunun dediği gibi "Almasine yanmiyerim zanduğune yaniyerim"
Ben neresine yanayım.
Fakat benim de söyleyecek bir şeylerim olduğuna inandığım için kafama göre takılıyorum.
Selam ve muhabbetlerimle değerli "kukurikuu"
erolabi
kovboyculuk vardı ...
maymunculuk...
mandalina araklamacılık.
het gidi heyyyy