- 1334 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Gözü Yaslı Masal
…Annem duymasın, saçlarımın kömür yükünü hibe ettim geceye
Bu yüzden kaybettim yıldızları
Herkes birbirine bakarak büyütüyordu dilindeki acıyı.
Bense bir iç çekişle bakıyordum olan bitene.
Herkesin yarasında sessizce çoğalıp usul usul kanayarak.
Çocukluğumun bakışları karşısında ezilen yetişkinliğimi, bir korunak halinde gizliyorken ellerim, bir suçlu gibi uykulardan sıçrayışlarımın geriye dönük terli düğümlerini çözüyorum. Karanlığın ortasında dilsiz dualarda çocuk telaşımın 7 yaşı.” Lambayı yakma baba!” demek isterdim. Ne çare!
Tınısız hıçkırıklarla avunup durmaksızın adını teyelliyorum ağzımın yuvasına…
B ir
A h
B ende
A dın…
Gülümsüyorum ve fakat siz görmüyorsunuz, duymuyorsunuz içimdeki kuyulara düşen taşların sesini. 7 yıldır eskiyen mektuplara duyduğum güvenle yitik ve de yıpranmış düşleri öpüyorum avuçlarından. Size neyi anlatayım, hangi birini?!
Yitik mektupların önsözü olduğum şivesi kırık alfabeyi mi?
Dicle’de deli boran akışlarımın veryansın gazelini mi?
Yoksa kulaklarımda melodisini yitiren rüzgârın korkuya dönük amelini mi?
Dilimin usturasında körleşmiyor kelimeler yazık ki.
Nicedir şaşırma yetimi kaybettiğimden gözlerime alaca keder düştü çizgi çizgi gün yansımaları. B/elası kıvransın istiyorum, bu keşmekeşte gözbebeklerimin ruhumun izdüşümünde.
Yazılmış kederlerin terkisinde yazılmamış bütün masalları inkâr ediyorum göğün ve yerin üzerine yeminle!
Sözün cehenneminde karalama yapıyorum durmadan. Olası bir yangına daha düşmeden, küllerimi serpiyorum avaz avaz boşluğun o yüreğe inme türküsüyle.
Yüzümde hâlâ yıllanmış can çekişen taze yaralar. Yüzümde kerpiç duvarlara yaslanmış bir çocuk ağlar.
Yüzüm diyorum, ellerim sızlanıyor.
Yüzüm ki, yankılar istiyor kimselerin olmadığı istasyonlarda.
Yüzüm ki, bu kırıcı sessizliği aynı içtenlikle kabul ediyor.
Yüzüm ki, kararan gümüşler misali sisli bakıyor.
Ellerim diyorum, yüzüm geceyi taşıyor kaşlarım arasına.
Ellerim ki, yüreğe inme kederlerle annemi kuyulara gömüyor.
Ellerim ki, babamı suretime imliyor.
Ellerim ki, ülkesini arıyor yeşil gözlü bahçelerinde âlemin.
Yönsüz düşüncelerden sıyrılmak istercesine yürüdüğüm yollar, tıpkı sapanla vurulmuş serçe ölülerini anımsatıyor. Gözlerindeki uzaklığa bakıp içime akan sesini dinliyorum gözyaşlarının. Ah öyle sızılı, öyle!
Göğü mavi bakışından öpmek isterken annemin soğuk bakışları geliyor aklıma. Ardımdaki kuyular önüme geçiyorken düşercesine sendeliyorum. Ne zaman göğü sevsem bir iç titreme halinde annem uçurum duruyor yıkık ha(ya)llerime. Solgun bir zamana teslim oluyorum adeta griye çalan gülüşlerimle…
Yağmur yağıyor sessiz sedasız, ortak bir türkü arıyorum babamlı yenik büyüdüğün anlardan sıyrılarak. Zira bir başıma türkü söyleyemem ben.
Babam gitti ebedi uykusuna, ben onun anılarına tutunuyor, alnından öpüyorum hayalinin her defasında sızıldanarak.
“Gitmeyi bekliyorum, gelmesini değil elbette” derken yükünü indiriyor siyah bulutlar omuzlarıma, sırtım üşüyor bu sırılsıklam yas damıtan türkü yakanlarında. Aksime yürüdüğüm yollardan ayna sır duruyor akıbetime.
Ben diyorum anadilimde: Umutsuz pencerelerde kirpik yaşları…
Kim bilir neler dilemişti yıldızlar altında susan biri olarak.
Her yanlışın üstünü örtmüyor mu? Kirpikler diyorum içten içe heceleyerek.
Birden irkiliyorum gecemi bölen bu ince, bu garip bu bana gülüşümü söndüren kelimelerle:
/Seni öldürecek diyor
bu canına dikenleri saplayıp
yanıtını almadan çekip gidenler
seni öldürecek
bu şehrin ortasında ki polis sirenlerine faili suskunluklar
bu kirpiğine düğümlenen çaresizliği açık etmiş su damla yalnızlıklar
seni öldürecek
bu defa biraz daha iyimser
bu sessizliğin çiçek açtığı yüzde görünen gücenik gülümseyişler
yalnızlığınla dönüyorken boşluklarına
bu katmer katmer ayyuka çıkmış mor endişeler/
Nereye göçse gözlerim köklerine sarıldığım bütün çınarlar devriliyor sükûnetime. Ölü sevinçler mızıldanıyor “ağladın mı sen?”, diye.
Canı cehenneme, diyorum sonra bu paramparça saatin tik takına!
Bu hâreli vedaların zorba gözyaşlarına.
Bu dumansız köy bacalarında ağıtlanan yazgıya.
Bu alnımdaki kâ/küle.
Bu dilimde ki talana.
Bu dağ başlarında çoban ateşlerini getirmeyen rüzgâra.
Bu kılı kırk yaran göz göz yıkımlara…
Zira:
Büyük değil acılar bu bedene.
Yıllardır mezarların ayakucunda zemheri sustuk.
Dondu çığlığımız yutağımızda.
Yıllardır gömüyoruz türkümüzü toprağa
Ve masalların gözleri bulutların ülkesi, ılgın ılgın dökülüyor yetimlerin sırtına
Anlıyor musunuz?
Boş ver be anne
Yıldızlarını harcadım saçlarımın
Meteliksizim.
Hazal Karadağ
YORUMLAR
Yüzümde hâlâ yıllanmış can çekişen taze yaralar. Yüzümde kerpiç duvarlara yaslanmış bir çocuk ağlar.
Yüzüm diyorum, ellerim sızlanıyor.
Yüzüm ki, yankılar istiyor kimselerin olmadığı istasyonlarda.
Yüzüm ki, bu kırıcı sessizliği aynı içtenlikle kabul ediyor.
Yüzüm ki, kararan gümüşler misali sisli bakıyor.
Ellerim diyorum, yüzüm geceyi taşıyor kaşlarım arasına.
Ellerim ki, yüreğe inme kederlerle annemi kuyulara gömüyor.
Ellerim ki, babamı suretime imliyor.
Ellerim ki, ülkesini arıyor yeşil gözlü bahçelerinde âlemin
...
"Asıl acı veren ölüm değil ; ölenlere söyleyemediklerimizdir." der Suzanna Tamarro.
Dicle'de , Gediz'de son bulan binlerce can aşkına duyumsamak gerek hüznü,sevinci...
nur içinde yatsın babanız.
şiirsel bir anlatımdı
günün hatta ayın en güzel eseriydi..
teşekkürler
Ellerin ki ellerimle buluşan başka bir ülke. Yüzün biraz hüzün biraz umut yankısı içimde.
Dil ve yürek ateş altında buluşup dökmüşler kor tanelerini önümüze. Ki ne çok insandır o sevgiyi ateşten nakışlayan. Dağ gibi dik yıkılmaz, dal gibi kırılgan yüreğinden öpüyorum.
Seviyorum seni can'ım benim can'ım...