- 782 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
seni seviyorum
Seni Seviyorum
Başkentin çetin geçen kışlarının kanıtı olan kar, günlerdir alabildiğine bonkör davranmış ve gri kentin sokaklarını beyaza boyamıştı. Her yer göz alabildiğine beyaz ve gökyüzü yağışın devam edeceğini anlatmak istercesine duru ve pembe idi. Tüm kent gecenin alacakaranlığı ile birleşen bu pembelikte yataklarında huzur içinde uyurken Bülent ise kararmış dünyası ile baş başa bir başkent sokağındaydı.
Dizkapaklarına kadar gelen kar hem bedenini hem de ruhunu donduruyor ama içinde yanan ateşi soğutmaya yardımcı olmuyordu. Yalnız, mutsuz, çaresiz ve bitap halde, elinde bitmek üzere olan bilmem kaçıncı sigarası ile sadece yürüyordu. Günlerdir beklediği hastane kapısından ayrılalı iki saat kadar olmuş ve sonunun nereye çıkacağını çok da önemsemediği tenha sokaklarda yürümeye başlamıştı. Düşünüyor, beyninin tüm hücrelerini kemiren o korkunç cümle ile savaşmaya çalışıyor ama bir türlü çıkış yolu bulamıyordu.
İki yıldır hayatı paylaştığı sevgilisi ölümle pençeleşiyor ama bunca gücüne ve nüfusuna rağmen elinden hiçbir şey gelmiyordu. Betül, her zaman olduğu gibi iş için şehir dışına gitmiş ama gelirken yolda çok büyük bir kaza geçirmişti. Her şey birdenbire olmuş ve tüm güzelliğiyle son sürat yaşanan hayatları bir trafik kazası ile nefessiz, ışıksız kalmıştı. Hayat dolu, yerinde duramayan ve gülüp eğlenmeden yaşayamayan genç kadın günlerdir hastanede komada idi. Artık her şey değişmişti...
Bülent, bulanık zihnini toparlamaya çalışırken gittikçe çıkmazlara giriyor ve zor kararı vermeye çalışıyordu. Sevgilisi beyin ölümü yaşadığı için günlerdir makineye bağlı halde tutuluyordu ve hayatına anlam katan kadınının yaşamı şimdi tamamen onun ellerinde idi. Tüm bunları düşünüp çıkmazlar içinde kaybolurken içini en çok acıtan şeyin ona bir kere bile “Seni seviyorum” dememiş olması olduğunu fark etti. İki yıl boyunca, kadını ona tüm sevgisini ve ruhunu sunarak sınırsızca aşkını yaşarken, bir kez olsun ona “seni seviyorum” dememiş ve bunu hep hareketleri ile anlatmaya çalışmıştı. Betül, ilk başlarda bundan rahatsız olduğunu dolaylı ve direkt olarak defalarca dile getirmiş olsa da sonunda pes etmiş ve yaşadığı aşkın tadını çıkartmaya çalışmıştı. Yüreğinin üstüne kara bir bulut gibi çöken bu düşünceler Bülent’in boğazının düğümlenmesine sebep oluyor ve gözlerinden süzülen yaşlara hakim olamıyordu. Elli yaşında elde ettiği bu mutluluk ellerinden kayıp gidiyor ve hiçbir şey yapamıyordu.
İlk tanışmaları geldi birdenbire aklına. Takvim 1 Aralığı gösterdiğinde ortak bir arkadaşlarının doğum gününde tanışmışlar ve bir kaç ürkek dakikadan sonra ancak yılların verebileceği bir samimiyet kurmuşlardı. Hemen hemen her konuda paralel düşünüyor, hayatı aynı perspektiften değerlendiriyor, yaşadıkları acı tatlı pek çok anıda benzerlikler görüyorlardı. Büyüleyici bir başlangıç olmuş, aynı güzellik her gün biraz daha artarak bugüne kadar gelmişti ama şu an rüya adeta kabusa dönüşmüş ve yaşam ile ölüm arasında incecik bir çizgi kalmıştı.
Bülent, ilk tatile gidişlerini hatırladı birden bire. Herkes gibi Bodrum, Kuşadası, Didim ve tercih edilen benzer yerlere gitmek yerine romantizmi ve sessizliği hat safhada yaşayabilecekleri Amasra’ya gitmeye karar vermişlerdi. Kısa ama bir o kadar da keyifli tatillerinin ardından Ankara’ya birbirlerine bir kat daha aşık olmuş halde dönmüşlerdi. Bütün bu güzellikleri yaşadığı ve yüzünden gülümsemenin eksik olmadığı kadını şu anda bir hastane odasında son dakikaları için savaş veriyordu.
Daha fazla sokaklarda dolaşıp sevdiğinden ayrı kalmak istemediğine karar veren Bülent, az önceki şuursuz yürüyüşünden eser kalmamış şekilde son derece hızlı ve kararlı adımlarla hastaneye gitmeye başladı. Bir an evvel sevdiğine kavuşup ona, onu ne kadar sevdiğini fısıldamak hatta avazı çıktığınca bağırmak istiyordu. Hayatına anlam, dünyasına huzur, ruhuna yaşama sevinci katan kadını bu altı heceyi duymadan gidemezdi, gitmeyecekti. En azından bu kadarını ona borçluydu.
Hastanenin kapısında içeri girmeden evvel son bir sigara daha içmeye karar vermişti Bülent çünkü biraz sonra kadınını son kez göreceğini biliyor ve tüm benliğine işkence yapan bu acıyla minicik sigara yardımıyla başa çıkmaya çalışıyordu. Son nefesi de hızlı ve telaşlı şekilde içine çektikten sonra kültablasında sigarayı söndürürken bir yaşamın da nasıl bir anda sönüp biteceğini düşündü.
İçeriye girip sevgilisinin olduğu odaya doğru ilerlerken yüreğinde inanılmaz bir yanma ve acı vardı. Nefes dahi alamıyor, başı dönüyor ve yaşadığı tüm güzellikler gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyordu. İşte oradaydı, tam karşısında... Tam iki enfes yılın ardından kadını bitkin, soluk ve savunmasız halde, makinelere bağlanmış şekilde yatağında yatıyordu. Kapıyı usulca açıp gördüğü manzarayı istemeden de olsa zihnine kazıyan Bülent, yavaşça kadınının yanına yürüdü ve yatağın yanındaki refakatçi sandalyesine oturup sıkıca Betül’ün ellerini tuttu ama hiçbir tepki yoktu. Oysa hep tam tersi olur; Betül sıkıca Bülent’in elini kavrar ve bazen araba kullanırken bile erkeğinin ellerini aşk ile okşardı. Çok şeye alıştırmıştı Betül erkeğini; sürpriz hediyelere, günde onlarca kez gelen mesajlara, kendisinin yazmış olduğu şiirlere, çılgınca sevişmelere, gözlerine aşkla bakarak ruhunu ruhuna akıtmaya ve hatta hiç sevmediği kolaya bile... Ve şimdi...
Dakikalarca Bülent kadınının elini sımsıkı tuttu ve içindeki tüm sıcaklığı ona vermeye çalıştı. “Kalk bebeğim, kalk kadınım, kalk karım” diyordu kulağına fısıldayarak oysa Betül hiçbir şey duymuyordu. Ne çok istemişti zamanında “karım” demesini erkeğinin ama imza atılıp akit yapılmadıkça, karı-koca olmazdı kadınla erkek Bülent’e göre ve bu yüzden kadınının tüm ısrarlarına rağmen ona hiç “karım” dememişti. Halbuki şimdi gözlerini açsa, yeniden hayatında olsa, tekrar gözleri gözlerine değerken ruhları sevişse ne çok şey yapabilirdi onun için. Ama artık çok geçti, çok geç...
Bülent ağlıyor ve bir yandan da Betül’ün saçlarını usulca okşuyordu. Siyah, gür ve her zaman bakımlı olmasına alıştığı saçları bir daha hiç göremeyecek, koklayamayacak, okşayamayacaktı. İçindeki kor iyice alevlenip tüm ruhunu, bedenini ve benliğini yakmaya başlamıştı. “Bir daha görememek, nefesini hissedememek, tenine dokunamamak ve hayatı paylaşamamak” düşünceleri bile yüreğini eziyor ve koca bir karanlığının üstüne çökmesine sebep oluyordu.
Gözlerini kadınının saçından uzaklaştırıp bağlı olduğu makineye baktı Bülent. İşte o an, o makine tam bir iblis gibi görünmüş ve sevdiğini ondan alabilmek için sabırsızlıkla bekleyen bir yaratığa dönüşmüştü. Korkunç kahkahalar atıyordu kendince hatta daha da çirkinleşerek iğrenç ruhunu dışa vurarak konuşmaya başladı. “Vedalaş artık hadi, hoşça kal de, rahat bırak kadını, o benim.” Bülent çıldırmış gibiydi. Betül nefes alıp verdikçe şişip sönen baloncuk Bülent’in gözünde canavar gibi görünüyor ve her an son hamlesini yapmak için bekleyen Azrailmiş gibi duruyordu. “Hadi” dedi şeytan. “Çek fişini, nasılsa o artık benim. Bir daha asla göremeyeceksin onu, asla...”
“hayıııırrr” diye bağırdı Bülent. Yapamazdı, kadınının avuçlarının arasından böyle ucuz ve savaşmadan gitmesine izin veremezdi hem daha o gözünü açacak ve ona, onu ne kadar sevdiğini söyleyecekti. Daha yapılacak o kadar çok şey vardı ki...
Birden Betül’ün kalp ritmi bozulmaya ve makineden insanın yüreğinde korku ve tiksinme uyandıran o iğrenç ses çıkmaya başladı. Korkmuştu Bülent ve avazı çıktığınca bağırdı: “Doktor, doktooor”
Hastanenin koridorlarında yankılanan ses hemen cevap bulmuş ve hastanenin başhekimi, aynı zamanda Bülent’in de abisi olan Mehmet de koşarak gelmişlerdi. “ Kenara çekil Bülent” diye bağırdı abisi. Bülent titriyordu. Betül’ün kalbi artık atmıyor ve doktorlar ile hemşireler tüm güçleri ile genç kadını hayata döndürmeye çalışıyorlardı. Bülent olduğu yere yığıldı. Hiçbir şey yapmadan sadece sevdiğinin ölümünü izliyor ve makinenin korkunç kahkahasını dinliyordu. Orada olup biten kaosu görmemek ve kadınını hayallerindeki gibi güzel ve güçlü hatırlamak için elleri ile başını sıkıştırarak dizkapaklarının üstüne yüzünü dayadı. Etrafına bakmıyor, hiçbir şey duymuyor ve sadece olduğu yerde öne arkaya sallanıyordu.
“Geldi, geri geldi” diye bağırdı hemşirelerden biri. Betül’ün kalbi atmaya başlamıştı, yerinden fırlayarak kadınının yanına koştu Bülent. “Aşkım, seni seviyorum, duyuyor musun beni, seni seviyorum.” Olanca gücüyle bağırıyor ve kadınının kendisini duyduğunu sanıyordu. Sevildiğini duyamadan kalbi durmuştu ve belki de sadece bunun için son bir şans daha verilmişti. Bülent bunu sonuna dek kullanmak istiyordu: “ Seni seviyorum, hayatımda hiç kimseyi sevmediğim kadar seviyorum. Tüm yaşamımı ve hatta uğruna canımı verecek kadar seni seviyorum. Aç gözlerini kadınım, aç, aç,aç.”
“Seni duyamaz” dedi abisi, “sakin olmaya çalış”
Bülent, abisinin dediklerini duymamış gibi haykırıyordu: “Uyan kadınım, uyan karım, seni seviyorum”
Birden kalp ritmi yine bozuldu ve odadaki o çirkin ses yeniden duyuldu. Makine bağırıyor ve çıldırmışçasına sesler çıkartıyordu. Doktorlar ve hemşireler hemen müdahale edip Betül’ün kalp ritmini düzeltmeye çalıştılar. Dakikalarca süren müdahale Bülent için bir ömür gibi geçmiş ve zaten beyaz olan saçlarına üzüntüden yeni beyazlar katılmıştı. Betül ölmüştü.
Bülent son kez kadınına baktı ve “ sen seviyorum” dedi ama odada sadece makinenin sevinç çığlıkları duyuluyordu “dııııııııııııııııtttttttttt”.........................
Betül