5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
800
Okunma
DARBE + ERGENOKON + DONANMA ve MONTRÖ
Değerli okuyucu, başlık muhteşem değil mi?
Neden böyle bir başlık? Bu başlıktaki konular arasındaki ilişki nedir?
Aşağıdaki yazım da tüm bunların nedenlerini açıklamaya çalışacağım.
Darbeler büyük çoğumuzun ya yaşadığı ya da bildiği bir askersel devirmedir. Genellikle de dünyada ABD Emperyalizmi tarafından desteklenen askersel devirmeler uygulana gelmiştir. Bazı istisnalar var elbet. Venezuella’da ki yönetim değişikliği bunların dışındaki en belirgin olanıdır.
Bizim ülkemizdeki 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri ABD Emperyalizminin direk talimatları doğrultusunda olan askersel devirmelerdir. Her iki askersel devirmelerde Faşist darbelerdir.
Ne yazık ki son beş yıldır da bir darbedir gidiyor. Fakat ortada darbe filan da yok. Ortada darbe olmasa da bol miktar da tutuklanma var.
Tutuklananların ilk partisini yazarlar oluşturdu. Başlarda asker yok.
Yazar olan Ergün Poyraz isimli bir arkadaş bir kitap yazdı. Musa’nın Çocukları, diye. Burada Erdoğan, Arınç ve Abdullah Gül ‘ün etnik kökenleri ile ilgili bazı iddialar ortaya attı. Kitap raflara konmadan, kitap hakkında fırtına koptu.
Arkasından da Ergün Poyraz tutuklandı. Arkasından başka yazarlar tutuklandı. Derken olağanüstü yetkilerle donatılmış bir savcılık ve bir mahkeme kuruldu.
İlginçtir ki savcılık Beşiktaş’ta Mahkeme Silivri’de kuruldu.
Yaklaşık ta 8 ay sonra Ergenekon ismi telaffuz edilmeye başlandı. Tam da bu sıralarda Silivri’deki mahkeme inşa edilmeye başlandı. Derken Ergenekon 1-2-3-4….12-13 gibi dalgalar la bir sürü insan göz altına alındı. Fakat gözaltına alınanların içlerine emekli olmuş askerlerden de iliştirilmeye başlandı. Sivil gazeteciler, İş adamları, Emekli olmuş veya göze batmış polisler derken tüm toplumsal kesimleri içine alan geniş bir yelpazeye yayıldı. Fakat daha sonraları, yani 3 yıl sonra bu Ergenekon davasının içine önce alt rütbeli emekli subaylar alınırken daha sonra ordu komutanları ve kuvvet komutanları da alındılar. Şimdilerde de iki E.Genel Kurmay Başkanının adı teleffuz edilmeye başlandı gözaltına alınacaklar diye.
Bu komutanların büyük bir çoğunluğu şu anda Silivri’de tutuklu, görev başında olanlar da Hasdal askeri tutuk evinde tutuklu.
İşte tam o yıllarda yani 2007 yılında önce Aydınlık Dergisi sonrada başka çevrelerin doğruladığı Türkiye’ye Pentagon kökenli 35 Amerikalının geldiği ve bu operasyonlarda görev aldıkları yazıldı. Gerçi bu sayı daha sonra 500 olarak revize edildi.
Gerçi ABD nin bu tür operasyonları askersel devirmelerle değil Adalet Bakanlıkları kanalı ile yapmaya başladığı yazıldı çizildi. Örnek olarak ta Gürcistan’da bir gecede 72 üst rütbeli subayın ordudan atıldığını ve tutuklandığını, böylelikle de Şakaaşvili’nin önünün açıldığı yazıldı. Bizde de Adalet Bakanlığı bu soruşturmayı yürütüyor. Bizim konumuz bu değil elbet.
Önceleri gözaltına alınan siviller çoğunlukta iken giderek askerlerin ön plana geçtiği ve hatta bunların içinde Deniz Kuvvetlerinden kurmay subayların öne çıktığı görüldü.
Bu durum beni bu konuyu irdelemeye yöneltti. Daha duyarlı hale getirdi. Oysa askeri darbeler sırasında en etkisiz olan komutanlık Deniz Kuvvetleri.
Çünkü Ankara’da deniz yok. Deniz gücümüz kasabalarda.
Askeri darbe sırasında en etkili olan kara ve hava kuvvetleri iken Ergenekon davasında en etkili gözaltılar Deniz Kuvvelerin den. Toplam 52 üst düzey kurmay denizciden 26 sının, yani % 50 sinin gözaltına alınması insanda ister istemez böyle bir düşünceyi ortaya çıkarıyor. Bende bunun nedenlerini araştırdım. İşte tam bu noktada Montrö (Montreux) antlaşması kafama takıldı. Bunu irdeledim. Şimdi bu konuyu açalım.
Montrö Boğazlar sözleşmesi 20 Temmuz 1936 da İsviçre’nin Montrö şehrinde yapılıyor. Görüşmelere, Türkiye adına;
Tevfik Rüştü Aras
Suad Davaz
Numan Menemencioğlu
Asım Gündüz
Necmeddin Sadak
Bulgar Krallığı adına; Nicolas P. Nicolaev – Pierre Nelcov,
Fransa adına; Paul Boncaur – Henri Ponsot,
Büyük Britanya + İrlanda + Hindistan İmp.luğu adına; Lord Stanley,
Avustralya adına; Stanley Melbourne Bruce,
Yunanistan adına; Nicolas Politis – Raul Bibica Rosetti,
Japon İmparatorluğu adına; Naotake Sato – Massa-aki Hotta,
Romanya Krallığı adına; Nicolas Titulescu –Constantin Contzesco-
Vespasien Pella
SSCB Adına; Maxime Litvinoff,
Yugoslavya Krallığı adına; İvan Soubbotıtch
Katılarak imzalamışlardır. Bu sözleşme tüm dünyada yankı uyandırmıştır.
Çünkü, bu sözleşme ile Boğazların ve Marmara denizinin hükümranlık hakkı Türkiye’ye geçmiştir. Lozan Sözleşmesinden 1936 yılına dek boğazların egemenliği Türkiye de değildir.
Bu Montrö sözleşmesi içerik olarak mükemmeldir. Bizim ülke çıkarlarına tamamen uygundur.
Boğazlar sözleşmesinde sivil ve askeri gemilerin hangi koşulda ve ne şartlarda boğazları kullanabilecekleri en ince ayrıntısına dek belirtilmiştir. Bizi burada yakından ilgilendiren askeri kısmıdır.
Hangi tür askeri gemilerin hangi şartlarda boğazlardan geçebileceği veya geçemeyeceği belirtilmiştir.
‘’ Yabancı deniz kuvvetlerinin savaş gemisi, en yüksek (Tavan) toplam tonajı 15.000 bin tonu geçemeyecektir,,
‘’ Bu gemilerin üzerindeki toplar, yüzer hedeflere karşı 105 mm yi, hava hedeflerine karşı olan topları da 75 mm yi geçemeyecektir,,
‘’ Kara Deniz de kıyısı olmayan devletlerin deniz kuvvetlerindeki gemiler üzerlerinde taşıdıkları uçakları kullanamayacaktır,,
‘’ Kara Deniz de kıyısı olmayan devletlerin deniz kuvvetlerindeki gemilerin toplam tonajı 30.000 tonu geçemeyecektir. Ancak insani yardımda bulunmak istediklerinde insani yardım amaçlı gemide 8.000 tonu geçemeyecektir,,
‘’ Kara Deniz de kıyısı olmayan devletlerin ne amaçla olursa olsun deniz kuvvetlerindeki gemilerini 21 günden fazla Kara Deniz de bulunduramayacaklardır,,
‘’ Boğazlar Türk hükümranlığına bırakılacak ve tahkimat (Yığınak) yapma hakkı Türklere bırakılmıştır,,
Montrö sözleşmesinin bütün maddelerini burada yazamayız. Buna sayfalarımız elvermez. Fakat sadece yukarda sıraladığımız maddeler bile ABD nin, Fransa’nın, İngiltere’nin deniz kuvvetlerini Kara Deniz’e çıkarmasının önündeki en büyük engelin Türkiye olduğunu görmekteyiz. Düşünsenize ABD nin dev uçak gemilerinin veya dev muhriplerinin Kara Denize açıldığını.
İşte bu sözleşmeyi uygulayacak olan yani hayata geçirecek olan T.C Deniz Kuvvetleridir. ABD nin önündeki en büyük engel bizim Deniz Kuvvetlerimizdir. İşte bu nedenledir ki Bizim Deniz Kuvvetlerinin üstünde kara bulutlar dolaşmaktadır. Elli iki üst düzey kurmay kadrosunun 26 tanesi neden tutukludur? Deniz Kuvvetlerimizin yatırımlarını kim yönetecektir veya kim koordine edecektir? İşte asıl soru budur.
Darbeler bahane edilerek Deniz Kuvvetleri ve Montrö Boğazlar sözleşmesi üzerinde oynanan oyun budur. Bu davadan yargılanan tüm subaylarımızın ve tüm halkımızın bu gerçeği görmesi gerekmektedir.
Sanırım yazının başlığının neden öyle olduğu anlaşılmıştır.
Bende darbelere karşıyım ama bir şartla desteklerim, eğer yapılan askeri darbe emperyalizme, faşizme ve gericiliğe karşıysa Venezuella örneğinde olduğu gibi o darbeyi sonuna dek desteklerim. Yani halkla beraber ve halkçı bir darbe olmak koşulu ile desteklerim.
Fakat bu yazı da yukarıda açmaya çalıştım mesele darbe nutku atılarak varılmak istenen hedef farklıdır.
Yani cambaza bak, oyunu oynanıyor.
Sami Gök
20/02/2011/AYVALIK