DİCLE
-Dicleciğim sen Fırat’ın yanlışlarını görmedin mi hiç?
-Onu o kadar seviyordum ki fırsatım yoktu başka şeye… demişti bir kez konuştuğunda. Bir daha konuşmamıştı asla!
Siz hiç tıka basa sevdiniz mi yârinizi… İçinizi onun varlığıyla doldurdunuz mu asla? Bir yalanla ömrünüzü yerle bir ettiniz mi? Bir yalanla yaralandınız mı? Onu sevmekten gayri bir işle iştigal ettiniz mi? Bu esnada doğrularını güzelliklerini büyütürken yanlışlarını ve çirkinliklerini ihmal ettiniz mi? Sahi aşkın gözü kördür, bunu ispatladınız mı yaşamınızda?
Dicle nehir saçlıydı, yeşil gözlüydü, köylerinin yanında bir yılan gibi kıvrılıp akıp giden nehirden almıştı ismini. Boydan boya akardı Doğu’da, yaşardı boydan boya Dicle! Saftı Anadolu gibi, duruydu Dicle gibi, yüce gönüllüydü Ağrı gibi. Dicle’ydi, dilediğinceydi yaşadığını zannederdi her şeyi. Ah Dicle adını aldığın nehir canını mı alacaktı? Suyunda yıkandığın nehir cansız tenine gasil mi olacaktı?
Yaşı 15’ti henüz!
Aşkı yüzde yüzdü.
Öldü.
Sevmek hiç bu kadar güzel olmamıştır yeryüzünde. Hiç bu kadar mana kazanmamıştır yâr yüzünde! Doğu, Doğu olalı görmemiştir böyle bir güzellik ve yaşanmamıştır böylesine tutkulu bir aşk! Ah Dicle, sen de akıp gider miydin başka coğrafyalara, sınırları aşar mıydın adaşın gibi bu aşkta! Dicle bir vaktin güzellik şahikası, yüreklerin ardına düşüp güzelliğiyle arındığı, seyri güzel olup hasreti zehir olan hatunu. Dicle Doğu’nun hayat veren, renk katan, mis kokusu saçan can suyu! 15’inde daha körpe kuzular misali, yavru ceylan gözlü… Sen de akıp gidecek miydin kuru bir yaprak gibi suyun üzerinde sonsuza.
Elinde testisi pınar başında, başında yaşmağı, yanağında beni! O ben ki uğruna savaşlar çıkar, o nokta ki sonuna geldiği cümleyi şad eder. Bir gün pınar başında bir delikanlıya ilişir gözü. Oralı değildir bu delikanlı, onlar gibi bakmamaktadır onlar gibi gülmemektedir, onlar gibi giymemektedir! Görmez olur başkasını, açmaz olur başkasına kalbini, kokmaz olur bir daha ağyara. Gönlüne bağ olur o bakış, ömrüne çerağ olur o sözler, yüreğine dağ olur bu aşk. Ve gelip Fırat olur müşahhas!
Lime lime olur Dicle, damla damla olur, parça parça olur her geçen gün. Aşk illeti onu mahveder, hüzne salar, yemeden içmeden keser. Onulmaz bir yara olur hep taze kalır, açık kalır, kanlı kalır. Yanlıdır bu aşk, tek taraflıdır sanki tek yönlüdür. Fırat bir civandır, düştü mü yola herkes hayrandır. Kem gözler fettandır ona karşı, ahu gözler meftundur ona!
Dicle’nin bakışları ökseye tutulmuş bir kuş gibi gelir takılır Fırat’ın iri kara gözlerine. Kaşları bu karalığın önemine işareten daha karadır. Dicle o kara gözlere yuva yapan kuştur, Fırat o yuvaya ev sahibi olandır. Ah Dicle, sen sus gözlerin konuşsun yeter. Sen sus gözlerin haykırsın aşkını. Değdiği yeri yakan, yaktığı yeri kül eden, değil mi ki şimdi Fırat’ın bir nazarı dahi seni kendine kul eden. Güzelliğini pul eden, seni yok eden, hiç eden!
Ah Fırat, bir yanı deli akan bir yanı durgun olan adam! Dicle’ye dert olan, aşk satan, meşk katan Fırat! Aşkın insan hali, somut remzi, hayalin yerdeki resmi. Aşkın et ve kemik hali… Dünya gözüyle yansıyan resmi. Aşkın yalan adı Fırat!
Dicle’nin yüreğinde baharın dağdan akıp gelen kar sularının canlılığı ve saflığı vardır. Bu yüzden berrak bir aşka gark olur. Ah Dicle, bir su gibi akıp giden yârin yüreğine. Kanıp giden sevdalısının gözlerine…
Ah Fırat, aşkın erkek kahramanı, hüznün başka bir adı, anlamdaşı acının, kahrın temsili karakteri! Fırat suyu kan akar çünkü orada Dicle kanar! Dicle bir yeşil gözlü ceylandı aşkın doğusunda yaşayan, Fırat ise boz bulanık akan ve Dicle’nin nazarında onunla uzayıp giden bir ömürdü hayran olan. İki farklı kaynaktan akıp gelmişlerdi yaşama ve buluşmak için nice çileleri tümsekleri karları kışları yağmurları aşmaları taşmaları gerekecekti. Kuruya kuruya kavuşacaklardı. Aka aka zamanı tüketeceklerdi. Böyleydi aşkı Dicle’nin. Nice acılara ev sahipliği yapmıştı yüreği. Bu acı da ha olmuş olmamış ne fark ederdi ki!
Fırat yakınlık gösterir Dicle’ye; yüz verir, tebessüm eder. Hoş sohbet olur Dicle’ye. Kalbinde yer eder, demir atar ruhuna, kazık çakar bu aşka Fırat! Günler geçer, haftalar, aylar. Muhabbet o biçim olur, aşk bacayı sarar, teni yakar bir hale gelir. Dicle teslim olur her haliyle Fırat’a, tutsağı olur.
Fırat zor bir sorudur tarifi ne mümkün! Fırat bir bulmacadır hep bazı bölümleri boş bırakılan. Oyuncudur değme sanatçılara rol takan. Ağlayandır yalan yere, gülendir timsaha örnek olan. Fırat aşkın kanını emen bir vampirdir. Oysa oysa ne bellidir evli olduğu? Ne bilinir baba olduğu… Dicle’ye aktığında aslında sarktığını ne bilsin Dicle? Ah Fırat zalimsin! Dicle’ye zulmedensin. Kahredensin, yok edensin, işi bok edensin.
Dicle aşkındadır, gözü kördür, kulağı sağır! Bu aşk derinleşir ağır ağır. Ahiri belli hep kahır! Öğrenir bir gün üçüncü şahıslardan Fırat’ın pek de temiz olmadığını, yalanlar söylediğini maskeler taktığını… Evli olduğunu, baba olduğunu. Yıkılır Dicle, ağlar delice, küser herkese susar daima. Akmaz bir daha, çağlamaz.
Dicle rezildir toplumun gözünde, töreye göre kurbandır bu coğrafyada. Toplanmıştır kan alan güruh hükmü vermiştir töre başı. Kendisini n görmesi teklif edilir bu işi, yoksa aileden biri halledecektir bu ölüm işini. Eceli olacaktır başkası, katili… Celladı olsun kendi canının, katili olsun ömrünün. Dicle zaten vurulmuştur Fırat tarafından, başkasına ne gerek var! Yaşayan ölüdür haliyle bellidir. Öldükten sonra ha yerin altı ha üstü ne fark ederdi ki!
Dicle çıkar bir akşam vakti köyün dışına, üzerinde gelinliği…
Dicle suyuna yürür öylece.
Kaybolana değin yürür.
Bembeyaz gelinliği üzerindedir kefen niyetine.
Yürür yitene kadar, ölür.
Mezar taşına şu sözü kazınır:
-Onu o kadar seviyordum ki fırsatım yoktu başka şeye…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.