- 1099 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sinema ve Çocuk İlişkileri Mor Taka s. 19
SİNEMA VE ÇOCUK İLİŞKİSİ
“Sinema dili, seyirciyi yakalamaktır, fiili ve potansiyel seyirciyi. Birey, aile ve toplumun yaşamdan kesitlerinin, doğadaki canlı ve cansız varlıklarının bilinçli, teknik ve olanaklar ölçüsünde arka arkaya sıralanıp hareket kazandırılmasıdır sinema. Can alıcı noktaların, düşüncenin ve içindeki kişilerin yaşamları, zaman içinde değişimleri, eylemli bir şekilde ele alınıp, seyirci yakalanmaya çalışılır.” demiştim “Şiir Dili ve Sinema” adlı yazımda. ( Mortaka s.18 )
Sinema ve çocuk ilişkisinde, çocuğun bir fidan olarak ele alınması, toplumdaki yeri ve işlevinin çok iyi bilinmesi gerekmektedir. Ona bahçıvan eğitimi uygulanmasının uygun olacağına inanıyorum. Amaca yönelik olursa animasyon ve bilim-kurgu filmleri bu eğitim tekniklerinden biri olabilir kanısındayım. İzleyici, filmlerde kahramanlarla bütünleşip olayları yaşar. Çocuk filmlerinde bunun yanı sıra çocuğun töresel ve ansal boşluğunu doldurulur. Bir yapımcı iyi bir psikolog da olmalıdır. Çünkü görsel ve yazınsal yapıtlar istenirse yapımcıların elinde tehlikeli birer silaha dönüşebilir. Nilüfer Pembecioğlu’nun “Dünya Sineması Çocuk İmgesi” (Ebabil Yay. ), Sevim Ak’ın “Mahalle Sineması” (Can Yay.), Banu Bozdemir’in “Küçük Sinemacılar” (Kelebek Yay.) gibi eserler günümüz çocuklarının düşünsel, duygusal ve sanatsal gelişimine yardımcı olmaları açısından önemli yapıtlardan bazılarıdır.
Sigmund Freud “Dünyanın en zor üç mesleği; ana baba olmak, öğretmen olmak, danışan ve danışman olmaktır,” demiş. Üçünün de çekirdeğini çocuklar oluşturur. Bir Kızılderili Atasözüne göre; tüm ruhsal, toplumsal, politik, ekonomik v.b hedefler, geleceği kendilerinden ödünç aldığımız çocuklar üzerinden saptanır. Bunlar doğrultusunda, çocuk filmlerinin, onların gelişim ve eğitim programlarına göre belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bilim ve teknolojinin çok hızlı geliştiği çağımızda film araç ve gereçleri, teknik donanımlar, konular, ütopyalar, varsayımlar, yazar ve senaristlerin düşünce kapasiteleri gibi şeyler doğal olarak birbirlerinden ayrı düşünülemez. Yapımcıların, psikologlardan yardım almaları da ister istemez vazgeçilmez bir gereksinim olarak çıkar karşımıza. Çocuk izleyiciler, anlaşılması zor, kendi içinde ayrı dünyalar barındıran birer varlıktır. Bir yazarın, bir senaristin veya bir yapımcının çocuklara yönelik yapıtlarında çok daha duyarlı ve dikkatli olmaları gerekir ki onların düşünce dünyalarına yenilikler katabilsinler. Her ne kadar sinema sektörü kâr amaçlı gibi görünse de etik, eğitici, araştırmaya yönelik olması da göz ardı edilmemelidir. Ayrıca çocuklarımızın ileri teknolojiyle tanışmalarına olanak sağlaması da öncelikli görevlerden biri olmalıdır. Genç beyinler dürtülmeli; dünyaya, olaylara, sevgi ve barışa, daha geniş açılardan bakmaları sağlanmalıdır. Belli sınırlar içindeki sınırsız özgürlük, gençlerin düşünme kapasitelerini de tetikleyecektir. Böylece yaratıcı yetenekler, bilim ve teknolojinin tüm olanaklarıyla beslenmiş olacaktır.
Eskiden sadece sinema aracılığıyla yapılan görsel iletişim, sonra yerini televizyonla paylaşmıştır. Şimdilerde ise video filmlerinin yanı sıra VCD ve DVD ortamlarıyla yarışır duruma gelmiştir. Eskiden çocuklar için pek film çekilmezdi ya da çocuklara hitap eden film sayısı yok denecek kadar azdı. Genellikle yabancı kaynaklı olan çizgi romanlar da çocuklara pek uygun değildi. Çocukluk yıllarımı günümüz olanaklarıyla karşılaştırdığımda, bu yılların yokluk içinde geçtiğini söyleyebilirim. 1950 -1960 yıları arasında seyrettiğimiz filmler hep sıradandı. Çocukluk arkadaşım Zeki Ökten’le Üsküdar’daki “Hale”, “Bizim”, “Sunar” gibi kışlık sinemalara giderdik. Bayan oyuncuların çok az da olsa eteği veya göğsü açılmışsa bizim için o film erotikti. Genellikle de aşk konusu işlenirdi o filmlerde. Hepsi birbirlerinin benzeriydi sonuçta. Fakir kız, zengin oğlan ya da tersi. Aynı filmi birkaç defa seyrettiğimiz bile olurdu. Bu başka bir keyifti bizim için. Ayrıca film sırasında gizli gizli sigara tüttürmek ve sonra ver elini Beyoğlu…
Şimdiki çocuklar televizyon film ve dizileri yanı sıra, videolardan değişik çizgi filmleri de izlemektedirler. Zamanlarının büyük bir kısmını evde bilgisayar, televizyon başında ya da internet kahvelerinde geçirmektedirler. Bu sektör, çocuklar sayesinde büyük bir atılım yaşamaktadır. Yabancı yapımcılar ön plandadır yine. Macera, komedi, dram, aksiyon, fantastik kurguyla işlenen aşk, felaket, biyografi, erotik, casusluk, buz devri gibi animasyon, bilim-kurgu filmleri bu sektörün başatlarıdır. Bunların menşei de Avrupa ve Amerika’nın yanı sıra Japonya, Kanada, Singapur ve Hindistan’dır. Tüm bu animasyon, kurgu-bilim filmlerinin müziklerini de genellikle, ödüllü besteci Mıchael Giacchino yapmıştır. Bizde ilk Türk animasyon filminin 2010 yılı yapımı “Savarona” olduğu söylenmektedir.
Bu ve benzer yapıtlar, çocuklarımızı yabancı kültür ve hedeflerine kilitleyip beyinlerini yıkamaktadır. Bir yerde uzaktan kumandalı çipleme de diyebiliriz buna. Gençler ne yazık ki bu tehlikenin farkında bile değiller. Gelişmiş ülkelerin tek amacı, dünya genç nüfusun beyinlerine girerek onları kendi saflarına çekmektir. Bu durumu lehimize çevirmenin tek yolu teknolojik gelişmeye ayak uydurmamızdır. Tüketen değil, üreten olmalıyız. Bunun da bilimsel eğitim ve araştırmalardan geçtiğine inanıyorum. Seferberlik ve yatırımların, bu amaç doğrultusunda planlanıp uygulanması gerekir.
Çocuklarımızın, yukarıda sözünü ettiğim tehlikelerden önce aile içinde, sonra eğitim birimlerinde ikna edilerek korunmaları gerektiğine inanıyorum. Onları denetleyip yönlendirmeliyiz. Onlar bizim aydınlık yarınlarımızdır. Onları, topluma faydalı birer kişi olarak yetiştirmek de öncelikli görevlerimizden biridir…
Sevgi, barış, kardeşlik adına güç; bilim ve teknolojiyi kim elinde tutuyor ve onu etkin, verimli bir şekilde kim kullanıyorsa, onun elindedir diyorum.
M. Mazhar ALPHAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.