- 706 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
değer eğitimi ardahan öyküleri 300
Kazım Karabekir İlkokulundaydık.
Akşamüstüydü.
Göklerde takvim yaprağı alaca karanlığa kıyak geçmişti: Ay, gün, yıl göğe yazılmıştı. Harfler, rakamlar... kırmızı renklerle yazmıştılar... kim yazmıştı, neyle yazmıştı?
Tarafımızca meçhulllllllll!...
Ben sıramda iki arkadaşımla oturuyordum. Tepemize çok yükseklerden sallanan kordonla uzanmış lamba, şelale fışkırığı gibi aydınlık saçıyordu.
Sınıf kapısı açılsa açılmasa içerisi sıcaktı. Sınıfımızın kedisi rehavetten kıvrılmış paltonun üstünde uyumuştu. Hademe paltosunu astığı askının altında sıra vardı. Fazlalık sırayı köşeye çekmiştiler, lazım olursa alır götürürüz diyerekten. Hiçte alıp götürmediler. Hademenin paltosu askıdan hep düşerdi ve yayılırdı. Kış’ın KEDİ’nin yatağı oluverirdi.
Öğretmenimiz Yahya Emin dizaltına uzanan paltosuyla sınıfta geziyordu. Köşelere yaklaştıkça yetmez ışık öğretmenimizi karanlıkta yitiriyordu.
Değerler eğitimi üzere şeylerdi dersverdiği şeyler.
Akşamdı... çıkıp gidecektik. Ramazan ayı iftar vakti demedi. Yahya Öğretmen oruçluydu. Bize dersvermeğe devam ediyordu...
Namık Kemal Yılmaz, Hatun Halanın Kızı: Sebahat, Ercan Yeni, İsmet Tokdemir kümeli şekilde sıra yapmıştık: Bizim kümenin ismi vardı: Arı Kümesi falandı sanırım.
Yahya öğretmen örnek verdi: " Ne doğrarsan çanağa o gelir kaşığa" ’ıydı öykünün ismi:
"- Çocuğun babası, babasına ihtimam göstermediği gibi saygısız da davranıyormuş. Dedesine yemeği babası yerde ve çanakta veriyormuş. İçine doğranılacak bayat ekmeğiyle ... Torunu olup biteni kendi gözleriyle izlermiş. Onaylamazmış, mecburen seyredermiş.
Gün olmuş devran dönmüş. Dedesi gibi babasıda yaşlanmış. Çocukta yerde ve çanakta doğranılacak bayat ekmekle yemek vermiş babasına.
Kendi babasına yaptıkları aklına gelmiş hayırsız oğulun.
Ama demiş... neden demiş: " Ben sana iyi bakmıştım."
Çocukta kendisine iyi davranmış babasına dedesine yaptıkları yüzünden böyle davrandığını söylemiş:
"Ne doğrarsan çanağa o gelir kaşığa" demiş. Yahya Öğretmende aynı lafı etti:
NE DOĞRARSAN ÇANAĞA O GELİR KAŞIĞA
Karatahta kararmıştı. Akşam alacalığı Ardahan’a çulunu sermişti.
Zira vakit tevdil olacaktı, imkan’ı yoktu.
Yahya Öğretmen siyahtahtaya beyaz tebeşirle ev resmi çizmişti.
Mimarların çizgileri gibiydi: Cetvelle çekilmiş gibilerdi.
Resimdeki ev çatılıydı, pencereleri çift cam, kapı subasmanından dikteydi. Üç veya beş basamak çıkmalık trabzansız merdibana çıkarmış evhalkı o sanıyı veriyordu resim.
Kara ziftli döşeme tahtalar, gece karanlığa geçileceğinden birşeye karışmıyordu.
Soba, külü çekilmişti, leğende; beyaz, gri yer- yer kırçılımsı koyu kül doluydu.
Dersini almıştı kül ve diğer nesneler. Soba... tahtada resim.
Köşede sınıf dolabı bir ayağı zemine kaykılmış duruyordu. Yıkılacakmış gibiydi: Hiç devri
lmedi ama duyduğumuz kaygı dert kaldı bize.
Allah korusun devrilir mevrilirse: Masada oturmakta yaşlı adamı sakat eder meder diye korktuk.
Öğretmen masasında yaşlı filozof oturmuştu: "Prusyalıyım" demişti.
Sonra söylenmesi tuttu.
" Beni tanırsınız veya tanımazsınız çocuklar." dedi.
Işığın kısığında öğretmenimiz sandalyede oturmuştu. Eli çenesindeydi öbür eli böğründe.
Merakla söylevci yaşlı filozofun söyleyeceklerini saygıyla dinleyecek gibiydi.
Marcel Proust’un kek ve çay tatlarından anımsadığı fenomenler olduğu gibi ben de ne vakit o ışık kısığı tonu görsem... gördüğümdeyse bu hadiseyi anımsarım.
"Ben bir Marcel Proust değilim ama!.."
Resmin böğründe, hademenin paltosunda uyuyakalan kedi, göklerde takvim yaprağı, küme sıralarında dersini alan öğrenciler, akşamvakti oruçluk... Bizden sonrada... ışığın tadıyla, kokusuyla... ve kek’in nefis lezzeti!
BEN MARCEL PROUST DEĞİLİM FAKAT EMMAULLE KANT’IM.
öYLE DAVRANMALISIN Kİ SANA DAVRANILMASI HALİNDE AYNI YASA OLSUN!