Sultan
Sarı saçlarını kestirmiş, çehresi değişmiş.
Yakından görünce tanıdım. Bu bizim Sultan. Hani şu bir ara delirip cinlerle konuştuğu söylenen, bir gece uyuyan kocasının başından aşağıya kızgın yağ döküp öldüren Sultan.
Deli Sultan.
“Neden kocanı yaktın kız?” diyenlere “Ben yakmadım ki onları kızdırdı” cevabıyla kolu komşunun yüreğine korku salan manyak Sultan.
Deliliği bir tek bana sökmüyor. O ne derse desin deli olmadığının farkındayım. Fakat hakkını vermeliyim deli numarasını o kadar maharetle yapıyor ki bazen ben bile “acaba” diyorum.
Sonra bana akıl dolu, sorgulayan bakışlarını yakalayınca anlıyorum ki; Sultan gizliyor.
Kendini, acılarını, çektiklerini, söyleyemediklerini, inanmayacağını bildiği her şeyi başkalarından saklıyor.
Gözlerinin arkasındaki derin çukurlarda kim bilir ne sırlar gömülmüştür?
Anlatılınca dinleyeni delirtecek şiddette ne vakıalar gizlidir Deli Sultanın akıllı yüreğinde, kim bilir?
“Aynı artistlere benzemişsin Sultan”
“Sen de aynı öküze benzemişsin Sami”
“Bak sana ne soracağım Sultan kocanı haşlamak için kaç kilo yağ sarf ettin?
Bakışlarıyla etrafı kolladı, kimsenin bakmadığından, dinlemediğinden emin olunca “ Sana daha az gider Sami, daha ucuza gönderirim seni” dedi ve deli olduğunu ilan edercesine çığlık atarak gülmeye başladı.
İki yıl sonra birkaç hocanın okuması sayesinde “normale” döndüğünü duyduğum zaman sevindim. Mahalleye gider gitmez ilk işim Sultan’ı sormak oldu. Muhtar “Şükür kızımız iyileşti, Sedat Hoca ile Moloş Hafız sayesinde tabi ki. Bıkmadan usanmadan üç ay bir akşam biri bir akşam diğeri okudu da kurtuldu zavallı”
Vah zavallı, ya kızartma olup gidene ne demeli?
İkindi vakti köy yolunda karşılaştık Sultan ile.
“Duydum ki iyileşmişsin Sultan Hanım, çok sevindim”
Güldü, elini iki yana açıp “işte ben, bak ne kadar iyiyim “ der gibi bir de olduğu yerde dönüp, gülümsemeye devam etti.
“Maşallah, maşallah e anlatmayacak mısın bana başından geçenleri?”
“Yok,şimdi anlatmam”
“Neden?”
“İşte”
“Hadi ama bak ben kimseye bir şey söylemem, istersen Kur’an getir el basayım”
“Ayak bassan ne fayda, anlatmam”
“Peki, anlatma, ama göçüp gideceksin ve adın daima ‘Deli Sultan’ kalacak, arkandan kötü diyecekler, mezarına uğrayan olmayacak korkudan”
“Olsun”
“Bir Fatiha göndermeyecekler “
“Göndermesinler”
“Bana anlatırsan sana hatim indiririm”
“İndirme, kalsın yerinde”
“Çatlatma adamı, anlat işte, yıllar geçmiş üzerinden sen de iyileşmişsin”
“Yok, ben tam iyileşmedim ki”
Hadi ya, hocalar okumuş seni, iyileşmişsin dediler”
“Yalan o dedikleri, ben tam iyileşmedim”
“Yani sen şimdi yine yağda koca kızartması yaparım diyorsun öyle mi?”
“Yok, daha koca moca yok. Şimdi meraklı kızartması yaparım daha iyi”
Yine gözleri ihbar ediyor bakışlarındaki manalarla Sultan’ı. Akıl dolu ve söylenenleri önce eleyen, söyleyeceklerini tartıp biçen bu kadın hala gizlediği sır dolu sandığı ifşa edecek gibi görünmüyor.
“Oldu o zaman ben kolu komşuyu bir ziyaret edeyim, madem anlatmayacaksın”
“Dur bir Dakka, ben sana anlatmam demedim ki, şimdi anlatmam dedim”
“E,bu ne demek, ne zaman anlatırsın?”
“Akşama eski değirmene gel, yanında sadece gazyağı kandili olsun, sakın başka bir şey getirme, o zaman anlatırım”
“Akşam ezandan sonra ordayım, bak bir gelmezsen var ya bir daha asla konuşmam seninle”
“Tamam, konuşma, gel akşam, sesiz ol, gel”
Bu eskiden bu kadar değildi okundukça delirmiş gibi geldi bana. Köylünün konuştuğuna göre Sultan’ı okuyan iki hoca Sultan iyileşti diyerek çekip gidince bir daha evlerinden çıkmamış, hatta odalarından dışarıya adım atmamış-mış.
Muhtara sordum “vallahi yeğenim ben de duydum ama görmedin ne yalan söyleyeyim” dedi.
Demek ki anlatılanlarda bir hakikat var.
Akşam oluyor. Hava soğuk, Ay bulutların arasından hızla gidiyor zannederdim, bulutlar rüzgâra takılıp uçarmış meğer.
Gümüş tütün kutusu ay ışığında bir parlayıp bir sönüyor. Bulutların arkasında huzur var belki de.
Bu tarafta soğuk ve uzaklardan gelen çakal, kurt sesleri ürpertiyor insanı. Uzak mahallelerdeki evlerde, bazen sarı, bazen beyaz yanan ışıklar görünüyor.
Bu akşam kuru soğuk var.
Kar yağmadı mı böyle oluyor. Yağsa hava biraz yumuşar.
İşte değirmen, ne anılar var tahta duvarlarında. Çocukken köşelerinde çakılarımızla kazıdığımız harfler duruyor mu acaba?
Bu eski fener kendini aydınlatamıyor. Ayağımın altında su birikintilerinin yüzeyini örten buz tabakaları çıtır çıtır diye kırılıyor.
Eski değirmenin yıkık köşelerinden ışık sızıyor dışarıya. Bu Sultan’ın fenerine ait olmalı. Usulca yaklaşıp tahtaların deliklerinden gözlemek istiyorum.
Merak işte!
Işık huzmelerinin karalığın içerisine kılıç gibi saplandığı yere gözümü dayayıp içeriye baktığımda gözlerine inanamadım. Sultan, bizim deli Sultan kendi kendine konuşuyordu. Etrafta ondan başka biri var mı diye sağa sola çevirdimse de gözlerimi, elindeki yağ kandilinin ışığının ulaştığı yerlerde kimsecikler görünmüyordu.
Fakat dikkatle dinleyince Sultan’ın sesinden daha ince ve karışık radyo sinyallerini andıran bir başka ses duydum. Sultan da o sesin geldiği yöne dönmüş, karşısında biri varmış gibi “Ya, inanmazlar, söylenirler” ve “Ben sana kurban” diyordu.
O an aklıma dedemin anlattığı hikâyeler geldi. Keşke gelmeseydi, hepsi birbirinden korkunç “cin-peri” hikâyelerini anımsayınca yüreğime bir soğukluk saplandı. O an kaçmak istedim. Fakat ayağım değirmenin kenarındaki taş zemine çakıldı kaldı.
Ne ileri ne geri hareket edebiliyordum. Bağırmak istedim.
Sesim çıkmadı.
Öylece donup almıştım. Birden o tiz sesin kesildiğini fark ettim. Sultan hızla dışarıya çıkıp elindeki kandili yüzüme doğru tuttu “Çaşıt mısın sen?” diye bağırdı.
Sesimin çıktığı kadar “Değilim vallahi de billahi değilim” diyebildim.
Elimi tutu “ Burada gördüklerini hiç kimseye anlatmayacağına yemin et” dedi.
Hafızamda ne kadar yemin ve küfür varsa sıralayıp söylemeyeceğimi teyit edince, ayaklarımın tekrar cana geldiğini hissettim.
“Şimdi değirmenin içerisine girelim mi?”
“Girelim ama korkuyorum Sultan”
“Korkma, ben yanındayken sana dokunmazlar”
“Kim dokunmaz?”
“Onlar”
“Onlar kim ya !”
“İşte onlar”
“İşte kim onlar Sultan?”
“Onlar ölü kemikleri koklayan mavi ışıklı ruhlar”
“Bak korkutuyorsun beni”
“Korkma hem sen istemedin mi sırrı öğrenmeyi?”
“İstedim ama ne bileyim böyle olacağını”
Bir eliyle kandili sıkıca tutup diğer eliyle değirmenin kapısını yavaşça açtı. İçerden masmavi ışık huzmeleri dans ediyordu sanki. Aklıma gelen bütün duaları hızlıca okumaya başladım. Bu arada Sultan bana bakıp gülüyordu.
İkimiz de kapıdan içeriye girince değirmenin ağır tahta kapısı “küt” diye kendiliğinden kapandı. Elimi kapının koluna dayayıp açmak için ne kadar ittirdimse de kapı açılmadı. Mandalı açık olduğu halde kapının sıkıca kapanmış olması beni daha çok tedirgin ettiğinden kendimi Sultan’ın arkasına attım.
Devam Edecek.
Gelecek Program: Sultan mavi ışıkların en büyüğü ile ne konuşacak?
Sultanın büyük sırrı ortaya çıkıyor.
Sultanın sırrını öğrenen Sami çarpılacak mı?
Gelecek bölümün fragmanını izlemek için aşağıdaki linki tıklayın.
www.delisultan hikayesi/gerçekoykuler/erolabi
YORUMLAR
erolabi
Selam ve saygı ile ellerinden öperim değerli Tacettin Ağabey...
Hah şöyle çok güzel ve heyecan verici bir öyküyü bekliyordum
Saygılarımla.
erolabi
Bizim memleket heyecanlı olay dolu değerli "kukurikuu"...
Selam ve saygı ile.
erolabi
Selam ve muhabbetle değerli kardeşim...
erolabi
Meza yok...
Haşlama yarım kalmamalı ama...
:)))))
haftaya devamı