harikulade kızlar ve geceler-parti-
Ev partisiydi. O günler kesin olarak emin olduğum şey 2008 yılında ve Eskişehir’de olduğumuzdu. Yaşımınsa hiç önemi yoktu. Dünya o zamanlar güneşin etrafında dönüşünü bir yılda tamamlıyordu. En azından böyle hesaplamıştı bilim insanları. Kendi kıçlarından uydurdukları hız limitlerine uygun bir rakam çıkmıştı ortaya. Eğer dünyanın yörünge hızı iki misli olsaydı size bugün yaşımın iki katını söylüyor olucaktım. Böyleydim, beynim gereksiz bilgiler tarafından talan edilmişti. Lise yıllarında vaktimin çoğunu geçirdiğim halk kütühanesinde nerede olduğumu anlamak için uzay kitapları okuyordum. Çoğu bayattı. Bütün gezegenler ip gibi dizilmişti ve bir film şeridi halinde gösteriyorlardı. Dünyanın yukarısı veya aşağısı yok muydu? Merak ediyordum. Uzayın neresindeydik? Bir yön var mıydı? Uçak korkum vardı. Dünya üzerinde olmanın uçaktan farksız olduğumuzu anlamıştım. Şimdi de dünya korkusu çıkmıştı. Yüzümdeki kıllar başkasına battığı için işe gitmeden önce tıraş olmak zorundaysam uzay kimin umurunda?
Bunları düşünüyordum votkamı içerken. Parti bereketliydi. Bir eve bukadar insan sığacağını düşünmemiştim. Eskiyen yüzlerin yerini yenileri alıyordu.
Yeşil kanepede tek başıma oturuyordum. Derken yanıma biri oturdu.
“Hey beni tanıdın mı?”
“Bak dostum bazen kendimi bile zor tanıyorum aynada.”
“Yüzüme bak, hatırlarsın.” Dedi ve sırıtık ifadesini koruyarak bekledi bir süre. Baktım o çirkin surata. Uzun süredir tokatlanmayan hatun kıçı gibi temiz ve yumuşak görünüyordu. Yanaklarını yeni tıraşlanmış, gözlükleri ardında küçülen gözlerini sürekli kırpıyordu. Bu canımı sıktı.
“Tanımıyorum seni.”
“Nasıl olur? Geçen yaz birlikte Olympos’a gittik. Arkadaş grubu ile. Aynı çadırı paylaştık.”
“Bak dostum ben tatile gitmem. Gidersem bile çadırda kalmam. Kalıcaksam da bir erkekle paylaşmam!”
“Adın Burak, değil mi?”
“Sence bu surat Burak’a benziyor mu?”
Bir şey söylemedi. Şişko kıçıyla uzaklaştı yanımdan. Sosyalleşemiyordum. Bir sorun vardı. Anlamıyordum. Kullanma kılavuzum da yoktu.
Biraz sonra Semra oturdu yanıma. Hoş kızdı Semra. Londra asfaltı gibi sert kıçı vardı. Ondan umutluydum. Bir gün vericeğini biliyordum. Sıramı bekliyordum.
“Neden yalnız içiyorsun?” diye sordu.
“Yalnız içmeyi sevdiğim için. Sevgilin nerde?”
“Buralarda bir yerdedir.”
“Böyle bir adamla olmak için büyük günah işlemiş olmalısın?” dedim. Gülümsedi. Çoğu erkek böyle laflar edemez sevgilisi olan güzel bir kadına. Cesaret ister. Ve cesaret sadece yeterince kaybedince kazanılır. Yitirecek bir şeyi olmayan insanların gözü daha karadır. Kaybedecek ailesi olanlar, çocukları, yaşlı anne ve babaları, evleri, arabaları, gidecek işi olanların ölümden ödü kopar. Gözlerindeki endişe ve sürekli ağrıyan karınlarıyla yanınızdan geçerler. Aynı şey kadınlar için geçerlidir. Ancak bir fark vardır kadınlar konusunda. Kadınlar doğa kurallarını ve toplum kurallarını bizden daha iyi sindirmişlerdir. Biz erkekler arada kalmışız. Doğal isteklerimizi ve toplum kurallarını hep yanlış yerde kullanırız.
Ben bunları düşünürken, esmer, kara kuru bir kız geldi yanımıza. Semra’nın arkadaşıydı. Küçük kıçı için ona kanepede yer açtık. Biraz sohbet ettik. Sakin ritmik müzik çalıyordu. Konuşmak için iyiydi. Çoğu haplanmış, geriye kalanlar ot içmişti. Alkol kesintisizdi. Bir süre havadan sudan konuştular. Sonra beni Didem’le tanıştırdı. Ardından: “Didem sevgilisinden ayrıldı. Erkek arkadaşı daha önce biseksüelmiş. Ve bir gün yolda eski sevgilisi ile karşılaşmış. Ardından ilişkiyi bitirmiş.” Dedi Semra.
“Üzüldüm.” Dedim. Aslında umrumda değildi.
“İnanabiliyor musun? Sevgilim gidip eski sevgilisine nasıl seviştiğimizi anlatmış. O kadar istekliymişim ki onu ben becermişim. Böyle bir şey söylenir mi?” dedi Didem. Bakışlarımızla sevgilisinin yaptığını ayıpladık.
“O kadar heteroseksüelim ki bu yüzden hapise bile girebilirim.” Dedim.
Didem’in yüzü biraz gülümsedi. Sonra telefonu çaldı ve gitti. Ardından Semra’nın sevgilisi geldi. Semra’nın dolgun dudaklarını öperken nefretle bana baktı.
“Hiç öyle bakma, bir savaş bu! Savaşta tecavüz! Yo hayır, sana kızmıyorum. Kadınını korumak zorundasın, seni anlıyorum. Ancak bu şekilde sürekli onu kaybetme korkusuyla yaşamanı ve kendinden başka diğer bütün erkeklere öfke duymanı anlamıyorum. Bir de onu düzdüğün için kendi bizden üstün görmeni. Ve bir gün biteceğinin farkında değilsin. İşte ben buna memnunum.” Dedim içimden ve gülümsedim. Ardından Semra’yı alıp benden uzaklaştırdı. “Kendi kıçını yala.” Dedim, bu kez yüksek sesle.
İşemek için yerimden kalktım. Elimde votka kadehi salondan çıktım. Ev çok büyüktü. Dört beş odası, iki tuvaleti vardı. Bu evi ısıtmak için servet gerekirdi. Sonra odalardan birinin önünden geçerken içeride yatağa uzanmış iki baldır gözüme takıldı. Odaya girdim ve ışığı açmadan bir süre gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Kadehimden bir yudum aldım. Sonra geğirdim. Odada bir yatak ve yatağın üzerinde hatun vardı. Kendinden geçmiş, yatıyordu. Gözlerim karanlığa alışınca kızın üzerinde kot etek ve kırmızı bluz olduğunu gördüm. Yanına oturdum. Bacaklarını ve biraz kıçını okşadım. Külotu yoktu. Tecavüz mü? Yok artık! Kıçına iki şaplak attım ve çıktım odadan.
Sonra arkama bakınca odaya genç bir çocuk girdi ve arkasından kapıyı kapattı. Şansımı diğer odalarda denemeye karar verdim. İkinci oda daha karanlıktı. Elektirik düğmesini bulamadım. İçeride bir ses vardı, biri nefes alıyordu fakat emin olamıyordum. Ben de osurdum. Ardından biri elini önüme attı. Beni şeyimden yakalamıştı. Sosi gibi uzadı elinde. Kendimi geriye çektim ve kapıdan giren zayıf ışığa sığındım. Altı çıplak bir erkek bana doğru yürüyordu. Tüydüm oradan. Diğer odaları denemekten vazgeçtim. Tuvalete girdim. İşerken elimdeki kadehten içtim. Yerde kullanılmış bir prezervatifin içindeki sıvı fayansa akıyordu. Midem bulandı. Ben tuvaletten çıkarken bir kız ve erkek girdi içeri.
Salona döndüğümde ev partisini veren arkadaşımı gördüm. Adı Can’dı.
“Hey seni arıyordum. Seni biriyle tanıştırıcam.” Dedi.
“Bu Selim. Yerel gazetede çalışıyor. Senin kitap yazdığını söyledim. Belki gazetede senin için bir iş çıkar?”
“Kitap yazmıyorum. Sadece bir dergi yazdığım öyküyü yayımladı o kadar.”
“Olsun bir yerden başlamak gerek.” Dedi Selim. Can ile birlikte kalabalığa karıştılar. Yerime döndüm ve oturdum. Beklemeye başladım. Eğlenceli değildi. Sarı lale gibi yalnızdık gecede. Neyi kutluyorduk? Güneş gibi aklımdaydı Semra, içimi yakıyordu. En iyi kadınlar kapılmıştı. Mükemmel bir konseri en arka sıradan, harikulade filmi en önden seyretmekti benim için kadınlar. Bu sırada Semra geldi. Yüzüme gülümsedi. Elimdeki votkayı aldı büyük bir yudum çekti.
“Ne oldu?”
“Boşver.”
Bir süre sessiz oturduk.
“Hey şu Didem, sana bakıyor.”
“Öyle mi?” dedim heyecanla. Benim gibi altı ayda bir kadın bulan biri için önemli bir ayrıntıydı.
“Bana pek öyle gelmedi.”
“Eminim. Neden yanına gitmiyorsun?”
“Bak yavrucuğum. Hayatımda üç kadının yanına gittim ve her seferinde reddedildim. Kalbim bir tane daha kaldırmaz.”
“Denemeden bilemezsin.”
“Neden seninle çıkıp gitmiyoruz buradan?”
Hiçbir şey söylemeden öylece yüzüme baktı. Sanırım kalbimi düşünüyordu. Sıram henüz gelmemişti, sessizce oturup bitmesini bekledik.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.