- 721 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kendini Gerçekleştirmek
Kendini Gerçekleştirmek
Maslow’un ihtiyaç hiyerarşisi piramidini bilirsiniz; piramidin tabanında en temel ihtiyaçlar (Fizyolojik ihtiyaçlar; nefes alma, yeme , içme , sevişme) var, bunlar karşılandıktan sonra; Güvenlik ihtiyaçları (Kendini, ailesini ve toplumu emniyet içinde tehlikeden uzak tutma isteği) bunlar da karşılanınca; ait olma ve sevgi ihtiyacı ( Başkaları ile ilişki kurmak, bir yere ait olmak ve kabul görmek) bunlar da karşılanınca; Diğer (Prestij, başarı, yeterlilik ve tanınmak) karşılanınca; en üstte kendini gerçekleştirme (Kişisel başarı, kişisel tatmin ve kişinin kendi potansiyelini açığa çıkarması) var.
İnsanın kendini gerçekleştirmesi nihai hedef. Bu da kişisel başarı ve potansiyelin açığa çıkarılması ile oluyor. Nihai hedefe insanın kendisine ulaşması doğal ihtiyaçların karşılanmasından sonra oluyor. Yunus’un “İlim kendin bilmektir” hakikatine ulaşmak gibi.
İnsan bu ihtiyaç sıralamasında nerede olduğunu kendisi bilir! Tüm ihtiyaçları karşılanmalı ki insan kendini gerçekleştirme, potansiyelini açığa çıkarma aşamasına gelebilsin…
Temel ihtiyaçlarını karşılanmadan kendini gerçekleştirmek isteyen insanların garip halleri dikkat çekiyor, sırıtıyor. Hatta acı bir tebessüm ettiriyor! Bu çaba ile çokları bir şeylere ezbere taraf oluyor ve taraf olduğu şeylerin peşinden koşuyor! İlim sahibi olmadan insanın kendini gerçekleştirmesi mümkün olmuyor! Ezber ve taklit de sahte bir görünüm veriyor! Ezbere taraf olmuş olanlar zaten papağan gibi aynı öğretiyi devamlı tekrarlar durur. Kapılarını ezberlediği, öğrendiği ilim haricine kapamış olanlar, gelişemiyor, üretemiyor; üretse bile zaten ezberin dışına çıkamadığı için üretim taklidi oluyor. Bu da “Kendini gerçekleştirme” kapsamında olmuyor! Üretim, üreteni ele veriyor! Söz, sahibini ele verir…
“İlim kendin bilmektir”
İnsan hem kendini bilecek, hem de kendi bilecek! Kendini bilmesi dahi taklidi öğretilerin etkisiyle kısıtlı olmayacak! Kendi bilecek başkalarının bilgisini içselleştirmeden bildim sanmayacak. Bilgi kaynağı zaten evrensel, ilk insandan başlıyor bilgi birikimi! Her bilgi öncekinin üzerine katkı sağlıyor. İnsanın ve insanlığın tekamülü gelişimi de bu sayede oluyor. Bu anlamda öncekilerin bilgilerini ezberleyip üzerine kendi bilgisini eklemeyenler asla gelişemez. Ezber ettiği aşamada sabitlenir!
Geri kalmış toplumlara bir göz atalım.
Temel ihtiyaçları karşılanmadığından özgür de olamadıkları için kendilerini gerçekleştirmek şöyle dursun başkalarının kendini gerçekleştirmesinde araç olarak, kullanılıyorlar! İleri toplumların adeta kölesi ve onların aralarındaki satranç oyunlarında piyon olarak kullanılıyorlar! Temel ihtiyaçlarını karşılayacak ekonomik, askeri ve bilimsel imkanlardan yoksun oldukları için esarete düşüyor veya ileri toplumların menfaat kavgasında figüran oluyorlar! Maddi alanda geri kaldıkları için manevi alanda ileri olmakla da övünüyorlar ki açıklarını oradan kapatmaya çalışıyorlar!
Sorun tespit edilmediğinde çözüm de bulunamaz, bu bakımdan Sait Nursi’nin öz eleştirisi çok manidar; “Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebîler, Avrupalılar terakkîde istikbale uçmalarıyla beraber, bizi maddî cihette kurûn-u vustada(Orta Çağ) durduran ve tevlaf eden altı tane hastalıktır.”
Ne güzel ifade etmiş orta Çağ’da kalmayı! Kendi tespitinde “Ben” dili kulanmış. “Bizi” dediği yerde ise içinde bulunduğu toplumu kast ettiği için çoğul kullanmış. Ecnebilerin, Avrupalıların terakki ettiğini, hatta uçtuğunu özellikle vurgulamış. “Bizi” diyerek (maddi cihette, teknolojik olarak; Orta Çağ’da kalan) yaşadığı topluma işaret etmiş!
İnsanlık uyandı, uyanıyor, uyanacak. Her insan bu üç aşamanın birinde, gelişimine devam ediyor. Orta Çağ ve sonrası kadınlar, erkek üzerinden tanımlandı; tüm öğretiler özellikle dinsel ve felsefi olanlar, gelenekler kadını erkeğin emrine verdi. Bu nedenle yüzyıllarca asırlarca kadın ezildi. Şimdi ilk uyanan kadınlar oldu. Kadınlar uyanışlarının bedelini ödüyor! Erkeklerle sosyal alanda eşit olana dek bu bedel ödenir.
Neden insanlığı sürükleyen, etki altına alan ideolojik veya dinsel öğretilerin nerdeyse tamamı “Orta Çağ” ürünü? Bu konuda ciddi düşünmek gerekmez mi? İlk çağlarda da muhteşem uygarlıkların var olduğunu biliyoruz! Hatta uzay çağı, bilgi çağı derken, bilinç çağına gelindi ama hala “Orta Çağ” dinsel veya ideolojik kalıplarında takılı kalmak niye?
Mevlana’nın söylediği gibi; dünle beraber gitti düne ait ne varsa bu gün yeni
şeyler söylemek lazım, cancağızım.
Son tahlilde; laf ebeliği ve kısır döngüyü bırakmadan bireysel veya toplumsal ilerleme olmaz! Sorunları tespit etmek, yakınmaktan evladır! Madem temel ihtiyaçlar karşılanmadan “Kendini gerçekleştirmek” mümkün olmuyor, o halde manevi alanda ileri gitmek gibi aslı, astarı olmayan söylemleri bırakıp, her alanda ilerlemeyi hedef haline getirmek gerek! Efsanelerle, tarihi kahramanlık ve destanlarla zihinleri meşgul etmek yerine; ilim, bilim, teknoloji, ekonomi, savunma alanlarında ilerlemeyi hedef edinmek gerek. Kutsal söylemlerle oyalanan insanlar asla kendini gerçekleştiremez ve potansiyelini açığa çıkaramaz!
Selametle,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
İnsan hem kendini bilecek, hem de kendi bilecek! Kendini bilmesi dahi taklidi öğretilerin etkisiyle kısıtlı olmayacak! Kendi bilecek başkalarının bilgisini içselleştirmeden bildim sanmayacak. Bilgi kaynağı zaten evrensel, ilk insandan başlıyor bilgi birikimi! Her bilgi öncekinin üzerine katkı sağlıyor. İnsanın ve insanlığın tekamülü gelişimi de bu sayede oluyor. Bu anlamda öncekilerin bilgilerini ezberleyip üzerine kendi bilgisini eklemeyenler asla gelişemez. Ezber ettiği aşamada sabitlenir!
İnsanlık uyandı, uyanıyor, uyanacak....
Fazla söze hacet yok ...iksir içinde. Saygılarımla