cadı kazanı arşipel
Yaz akşamı otobüsten indim. Havada ılık rüzgarın taşıdığı çiçek kokusu vardı. Çok uzun zamandır şehirdeydim, bekar evindeki lavabo gibi kirli ve tıkalıydım. Kasabanın güzel havası, lavabonun gürültüyle açılması gibi birden açtı beynimi. Doğal bir şeylerin varlığını duyuyordum. Alışveriş merkezi tuvaleti gibi kokan insanlardan sıkılmıştım. Bilirsiniz o kokuyu. Yapaylığın kokusudur. Başını delikten çıkarır insan ve merhaba der ya hayata, işte öyle hissediyordum otobüsten indiğimde. “Merhaba!” dedim Ege’nin sıcak akşamında beni müşfik şekilde kucaklayan zefiriye ışıklarına.
Yanımda eşyam yoktu. Elbise, ayakkabılar ve ben. Gidiş-dönüş bileti almıştım. Ne kalıcak yerim nede bir yerde kalıcak param vardı. Ancak bir plan yapmıştım. Önce kasabayı gezecektim, ve gece olunca bir bara gidecek, bütün geceyi barda geçirdikten sonra ertesi sabah otobüse binecektim. Sonrada beni bekleyen cehenneme dönecektim. Buydu tatil planım.
Nasıl bir yerde olduğumu anlamak için etrafıma baktım. Bir şehri gezmeden önce tanımak istiyorsanız, o şehrin otogarına yada genelevine bakmalısınız. Ben otogara bakarım. Genelevler hakkında bilgim yoktur. İşim olmadı hiç. Hayır, bir felsefem, ya da ahlaklı birisi olduğum için değil, sadece bugüne kadar seks için para ödemek zorunda kalmadığım için.
Bir sigara yaktım ve şehrin kalbine, nereye gittiklerini iyi bildiklerini düşündüğüm kalabalığa karıştım. Buradaki insanlar kuzeydekilere göre daha neşeliydi, kısa şortlarıyla yürürken ellerinde eriyen dondurmaları yalıyorlardı. Kadınlar güzeldi, kavruk ve parlak tenliydiler. Yeterince güneşte kalmış, pişmişlerdi. Sağlıklı görünüyordu veletler. Tatile çıkmak böyle olmalıydı. Kafam rahattı. Bir otel odasına, yada plaja ihtiyacım yoktu. Canım nereye isterse giderdim. Peşimden sürüklemek zorunda olduğum bir valiz, çocuk ve kadın yoktu.
Ucuz bir yer buldum ve karnımı doyurdum. Ardından yorgun ellerimi cebime soktum ve bu küçük tatil beldesinin keşif için dar sokaklara daldım. Küçük bir gemide olmak gibiydi. Ancak kapasite üzerinde yolcu vardı. Kaldırımdan taşıyordu insancıklar. Trafik felç. Şehirden kaçıp geldikleri şirin beldeyi kendi şehirlerine benzetmişlerdi.
Bardan içeri girdiğimde vakit geceyarısını biraz geçiyordu. Daha girer girmez hoşlandım. Sindirilmiş bir havası vardı. Arayış yoktu. Sadece güzel kalıntılar vardı isli duvarında, bar tezgahı üzerindeki fotoğraflara baktım, ve içeride bir kedi dolanıyordu. Sanırım en çok bu hoşuma gitti. Boş tabure buldum, ve bira söyledim.
Güleryüzle karşılanmıştım. Müzik kalite içki ucuzdu. Hemen yanımda uzun boylu kumral bir hatun oturuyordu. Bir amazon kadını. Üçgün yataktan çıkmak istemeyeceğiniz türden. Ancak daha ilk bakışta anlamıştım hiç şansım olmadığını. Sadece ben değil kimsenin şansı yoktu. Bir süre için kendini erkeğe kapatmıştı. Bazı kadınlar tam tersini yapar, sonuna kadar erkeğe açarlardı kendilerini. Eğer duyguları yalanla, ihanetle ovalanmış, ya da sendelemişse bir erkekte, kadın yapardı bunu. Bütün erkeklere kapatırdı bacaklarını. Sevdiğiniz yazlık sinemanın kış gelince kapatması gibi hüzün verirdi insana. Biliyorum, çünkü böyle uzun süre inzivaya çekilmiş bir kadının ilk kurbanı olmuştum. Tam kıvamına geldiğinde bana “Dur.” Demişti. “Neden?” diye sorduğumda baklayı çıkarmıştı.
“Uzun zamandır traşlamadım.”
“Bak yavrucuğum ben seni istiyorum. Sadece seni, başka hiçbir şeyin önemi yok. Beden sadece araçtır benim için, aşka inanırım ben.”
Böyle demiştim. Ancak külotu çıkardığımda kadının haklı olduğunu anladım. Karşımda kahkülü olan birşey vardı. Siyah boya fırçası misali düz, uzun kalın kıllar parlıyordu. Birkaç kez yutkundum. Görüntüyü sindirmek kolay değildi. İlk defa erken bitirmek istediğim ancak sonu gelmeyen işkenceye dönüşüyordu. Ara sıra kadınları dinlemek gerektiğine o zaman karar verdim.
Bu kadın da böyleydi büyük ihtimalle. Riske girmeyi göze alamazdım. Bir süre ona baktım. Elinde cep telefonuyla poker oynuyordu. Sonra esnedi. Barda esneyen kadından uzak durmak gerektiğini bilecek kadar tecrübeliydim.
Otel parasına ihtiyacım olmadığı için içkiye harcıyordum. Bir süre sonra kaçıncıyı içtiğimi unuttum. Kalabalık giderek kalınlaştı. Nefes almak zordu. Terli yüzlerin oyuklarında, seks arayışı içinde deli gözler dönüyordu.
Üç saat sonra yanımda üç kadın ve bir Fransız hemcinsimle çıktım oradan. Nasıl olduğunu sormayın. Ben bile bilmiyorum. Olması gereken hep olur. Bir süre sokakta öylece dikildik. Kadınlardan biri “Nereye gideceğiz?” dedi.
“Bilmiyorum.” dedim.
“Kızı sen tavladın, sen söyle.”
Bir süre düşündüm. Sabahın 04.00’ünde yabancı bir yerde, ve yalnız girdiğim bardan dört kişiyle çıkmıştım. Şimdi onları bir yere götürmem gerekiyordu. Hiçbir yeri bilmiyor, tanımıyordum. Şehre birkaç saat önce gelmiştim. Ve birden deniz kokusu aldım. Hemen karşımda dar bir sokaktan, karanlığın içinden, sürünerek geliyordu dalgaların süngerimsi yumuşak sesi…
Elimle sokağı gösterdim. “Akdeniz’e!” dedim ve yürüdük, sarhoş, aksak ve azgın.
Kumsala sırtüstü uzandım. Yanımdaki kadın istekliydi. Yılan gibi kıvrılıyordu üzerimde. “Bana bir dakika izin ver bebeğim. Şu manzaranın tadını çıkarayım.” Dedim.
Gökyüzüne, altımdaki yıldızlara baktım. Dalgalar yaramaz çocuklar gibi
kucağıma koşuyor, genellikle bize ulaşmadan düşüyorlardı. Serin bir meltem vardı. Denizin içinden mi çıkıyordu? Kulağımı kumlara dayadım ve sahili dinledim. Sonra bir ses yankılandı yerin altında: “Denize!” diyerek bağırdı birisi. Bir kadın elbiseleriyle denize attı kendini. Fransız hemcinsim, önce pantolonunu ardından tişörtünü çıkardı, bir fransıza yakışan kibarlıkla katladı onları ve ayakkabılarının üzerine bıraktı. Kadının peşinden suya daldı. Yanımdaki kadına baktım. Hazırdı.
Beş dakika sonra denizdeydik. Sahilde oturmuş bizi izleyen diğer kadına bakarken aklım pantolonumdaki cüzdandaydı.
Kucağımdaydı kadın. Dalgalar bizi taşıyordu. Akıntı arada dengemizi bozuyordu ancak ritmi yakalamıştık. Korsan kancası gibi saplamıştım kadına. Bazen elimden kurtuluyordu ancak kancanın ucunda olduğu için dalgalar onu geri getiriyordu. Sürekli bir şeye küfrediyordu. Bir ara diğer kadına ve fransıza baktım. Onlarda ritmi yakalamışlardı. Altımızda yüzlerce balık etrafımızda toplanmış bizi izliyor olmalıydı. Ne yaptığımızı anlamaya çalışıyorlardı muhtemelen. Beş dakika sonra kadınlar sırtlarını birbirine dayadılar. Diğer çiftin yakaladığı ritmi kucağımdaki kadında hissediyordum. Serin deniz içinde fırtına kopuyordu. Yukarı aşağı, sağa sola savruluyorduk. Uzayda seks. Kadınların çığlıkları ağızlarına giren dalgalarla bölünüyordu. Her şey öyle mükemmeldi ki. Sonra bir şey oldu. Ay, bulutların arasından yüzünü gösterdi, yada soğuk ege suyu beni kendime getirdi. Birden kucağımdaki kadın yaşlanmaya başladı.
“Ne oluyor lan?” dedim. Kadının gözleri etrafındaki çizgiler derinleşti. Ağzının kenarında ince vadiler oluşmaya başladı. Onu kucağımdan atmak istediğim ancak bacaklarını belime öyle sıkı sarmıştı ki bırakıyordum. Gözlerinde sekiz çizgi saydım. Küçük ağzının kenarında üç tane.
Az önce barda yirmilik kızlar gibi danseden, parıldayan kadınlar bunlar mıydı? Yoksa cadı mıydı kadınlar? Diğer kadına baktım. Başını ara sıra çeviriyordu. Sarı saçları arasından yüzünü görüyordum. İçeri doğru büzülmüş ağzını farkettim. Yüzüne fırlatılan şehvetin resmi onu daha korkunç kılıyordu.
Bu düşüncelerle erken geldim. Kumsala sürünerek çıktım ve uzandım. On dakika sonra diğerleri yanıma geldi. Kadınım, yanıma uzandı. Başını göğsüme dayadı. Birer sigara yaktık. Mümkün olduğunca ona bakmak istemiyordum. Ne yapacaklardı, bizi kurban mı edecekti cadılar? Fransız’ı onlara bırakıp kaçmayı düşündüm. Sonra “Kendine gel.” dedim. “Cadı diye bir şey yok!”
Biraz sonra sarışın kadın güneş doğmadan önce gitmek istediklerini söyledi.
Canıma minnet. “Sizi nereye bırakalım?” dedim.
“Şoförümüz var.” dedi.
Cadıların bazı erkekleri köleleştirdiklerini okumuştum.
“Kimsiniz siz!” diye bağırdım içimden.
Şehrin meydanına yürüdük. Telefon numaralarımızı değiştik. Sonra lüks bir araç belirdi gecenin içinde. Onlarla gelmek isteyip istemediğimi sordular. Teşekkür ettim. Şoför kapılarını açtı ve kısa boylu cadılar sırayla arabanın içinde kayboldular. Fransız hemcinsim de onlarla gitti. Arabaya binmeden önce elini sıktım tek kelime konuşmadığım hemcinsimin. Hüzünlü bir veda oldu. Gecenin içinde hızla kayboldu siyah araç. Arkama baktım. Belediye binasının önündeydim. Uzun palmiye ağaçlarının altına oturdum ve sigaramı yaktım. Otobüsün hareketine iki saat vardı. Kalktım ve o araca binseydim neler olucağını düşünerek, kararlı, bazen pişman, yürüdüm yabancı şehrin soğuk mermerlerinde.
Arada gizemli kadının verdiği telefon numarasına bakarım, sonra aramayı düşünür, çekinirim diğer kadınlarda olduğu gibi.