ölüm hayata sığar ancak hayat ölümü bile aşar
Lise son sınıftaydı. Üniversite sınavı için dershaneye gidiyordu. Ege, bir sabah okul kapısında kendini bekleyen Erhan’ı görünce şaşırdı. Çünkü okulun bahçe kapısına kadar gelmiş olması görülmüş değildi. Bir terslik vardı mutlaka.
Erhan’ın yüzü kireç gibiydi ve kendiyle prova yapıyordu. Ege’yi görünce hızla yanına geldi. Acıdan kızarmış gözlerini açıp: “Salih, ölmüş.” Dedi.
Salih, başka bir okuldandı fakat dershanede aynı sınıftaydılar. Hareketli, eğlenceli çocuktu Salih. Daha iki gün önce cumartesi günü dershanede sapasağlamdı. Motosiklet biniyordu. Büyük ihtimalle trafik kazası diye düşündü Ege. Ama nasıl ölür? İnanamıyordu hala…
“Nasıl ölmüş?”
“İntihar.” dedi Erhan.
Ege, sınıfa girdiğinde kızlar ağlamaya başlamıştı. Ölümden bile daha korkunç olan kadınların bu ağlamaları, feryatları ve dövünmeleriydi. Onyedi yaşında ne intiharı? Trafik kazası olabilirdi. Kalp krizi bile olurdu. Ancak neden intihar? Hiç intihar edecek gibi görünmüyordu. Ege, kendini intihara daha yakın görürdü. Melankolik, içe kapanık olan Ege’ydi. Biri intihar edicekse bu Ege olmalıydı. Salih değil. Sürekli şakalar yapan, güler yüzlü Salih intihar edemezdi. Sonra sınıfta fısıltılar başladı.
“Silahla vurmuş kendini.”
“Babasının silahı.”
“Babası polis biliyorsun.”
“Banyoya girmiş kapıyı kilitlemiş.”
“Borcu varmış.”
“Uyuşturucu mu?”
“Annesi bulaşık yıkıyormuş.”
“Sonra tabak kırılma sesi gibi bir ses gelmiş.”
“Babası televizyon seyrediyormuş o sırada.
“Yine ne kırdın diye seslenmiş eşine.”
“Sesin mutfaktan gelmediği anlaşılınca babası merak edip evi aramış, ve banyo kapısını kırmış.”
“Hastane yolunda vermiş son nefesini.”
Kim hangi cümleyi kurdu bilmiyordu. Ancak anlatılanların özeti buydu.
Müdür cenaze kalktıktan hemen sonra okula dönmek şartıyla onlara izin verdi.
Evin önüne geldiklerinde kalabalık çoktan toplanmıştı. Daha sonra cenazenin hastane morgunda olduğu söylendi. Fikir kimden çıktı kimse bilmiyordu, ama onu son kez görmek istedikleri konusunda hepsi hemfikirdi. Dershane öğretmeni ve bir arkadaşlarının arabasıyla devlet hastanesine gittiler. Öğretmenleri başlarında morga girdiler. Ege, hayatında ilk defa morga giriyordu. Filmlerde gördüğü soğuk ve korkunç yere hiç benzemiyordu. Hemen girişte temiz örtüsü olan tahta masa, masanın üzerinde çiçekler ve çiçeklerin yanında bir oda spreyi vardı. Masada bir görevli oturuyordu. Yerler halı kaplıydı. Başlarındaki öğretmen görevliye bir şeyler söyledikten sonra görevli onları başka bir kapıdan içeri aldı. Altı göz olan büyük bir dolabın önünde durdular. Görevli elindeki spreyi sıkınca çiçek kokusu yayıldı odaya. Oysa kötü kokmuyordu içerisi. Ardından morg görevlisi orta bölmenin üst rafını gürültüyle çekti. Beyaz örtüye sarmışlardı. Yüzünü açtıktan sonra görevli onları arkadaşlarıyla yalnız bıraktı. Ege, hemen yanındaydı. Salih’in solgun yüzüne baktı. Siyah kirpikleri hala parlıyordu. Alnın iki yanında bandaj vardı. Tanıyamamıştı arkadaşını. Yüzündeki kan kurumuştu. Saçlar dağınık. Sanki uyuyordu. Ege, dokunmak istedi. Fakat kolumu bile kaldıramadı. Kendine o kadar ağır gelmemişti daha önce. Birkaç kız gözyaşlarına boğuldu. Onları dışarı çıkardılar. “Hoşçakal.” Dedi Ege içinden. Ve görevli hiç tereddüt etmeden yeniden soğuk dolabın içine soktu arkadaşını.
Bir hafta sonra kimse Salih’ten bahsetmiyordu. Bu kadar çabuk unutmak. Yaşarken unutulmaktan daha kötüydü…
Ege, on yıl sonra bulduğu fotoğrafa bakınca işte o günü hatırladı. Elinde tuttuğu eskiyen fotoğrafa baktı. Bahar ayında bütün dershane plaja gitmiş, toplu fotoğraf çekilmişlerdi. Salih, beline sardığı havluyla gülerek poz veriyordu. Resimdeki yirmi genç sanki hiç ölmiycekler gibi ortak bir noktaya bakarak gülümsüyorlardı...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.