İHANET VE SONRASI
Onu çok sevdim, o benim hayatıma giren ilk erkekti, onu deli divane sevdim. Bana anlattığı yalanlara inandım, beyaz yalanlar mıydı dersiniz, sanmıyorum. Sabahın açan çiçekler misaliydi kalbim, Onun aşkıyla topraktan yeşerdim, ama onun ihanetiyle de soldum, tükendim. Dilimde gezinen harflerin renkleri siyahlaştı, güneşe karşı solgunlaştı dar ağacım. Nil çöle döndü, afitap Batıdan doğdu, kıyameti yaşadım ben, kıyama kalktım.
Aşkın tokadını yediğimde yirmi yaşındaydım, sevdiğim adamın koyu mavi gözlerine ne zaman baksam kalbim hızla atıyordu, kesinlikle bunun adı aşktı. Fakat ayrılığın bu kadar acı verici olduğunu bilseydim asla kimseye âşık olmazdım. Victoria eyaletini terk ederken kalbim keder yüklüydü, Fransa’da yattığım hastanede ise bir kız çocuğu dünyaya getirmiştim. Benim zavallı Nefes’im, yetim ve öksüz olmayı hiçbir çocuk istemez. Babasız bir çocuğa bakmak zor olacak diye düşünüyordum, onu kucağıma bile alamadan ailemin ihanetiyle karşılaştım.
Fransız yetimhanelerinden birine terk edilen Müslüman bir annenin kızı bir rahibe gibi yetiştirilecekti. Kolumdaki iğneye aldırmadan hastaneden kaçtığımda yüzünü bile göremediğim evladımı aramaya koştum, koştukça koştum. Yer gök bakırdı, hiçbir yerde onu bulamadım. Bir denizin yüksek kayalıklarına yaklaştığımda hayali düşmanım Beyaz yanıma geldi. Psikolojim o anda intiharı bana çok güzel gösteriyordu. Âşık olduğum adam yanımda değildi, kızım kaybolmuştu, ailem beni istemediğim bir evliliğe zorluyordu. Üzerine atladığım kayalar ne kadarda sert görünüyordu, o halde biri bana söylesin kaç kemiğim kırılmış olabilir?