- 612 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
12 EYLÜL SONRASINDA CEZAEVİ GÜNLERİ (9)
Askeri cezaevi’nden kurtulmanın 2 yolu vardı;
1) Mahkeme tarafından salıverilmek ya da cezayı çekmiş olmak.
2) Cezaevi’nden firar.
Suçsuz olduğu anlaşıldığından salıverilenlerle, daha sıkı korunan cezaevlerine sevk edilenlerin dışında bizde kalanlarla günlük hayatımızı sürdürüyorduk.
Cezaevi’nde bir angarya iş söz konsu olduğunda, tutukluların gönüllü olmasını istiyorduk, 3 kişinin dışında; severek, isteyerek bu göreve talip olanları pek göremiyorduk.
Bu 3 Kişiden bir tanesi, Çorum civarında ’’Akrep’’ adıyla bilinen bir silah yakalatttığı halde, nufuz kağıdı olmadığından, ancak mahkeme kararıyla yaşı 16 olarak tespit edildikten sonra tutuklanan Ali adlı bir gençti.
Çocuğun adı Ali’ydi ama hiç kimse o’na adıyla seslenmezdi.
Yiğidin lakabıyla çağrıldığı gibi bizim Ali’de ’’ Akrep’’ diye seslenildiği zaman sese karşılık verirdi.’’Akrep’’ yaşı küçük olduğundan, angarya işlere çağrılmasına hiç ses çıkarmazdı, ne söylense yapmaya çalışırdı.
Angarya göreve, özellikle tel dışı angarya göreve koşarak gelen diğer 2 kişiden biri Naki isimli bir tutukluydu.
Naki, aşırı sol eylemcilerdendi, uzun boylu atletik yapılıydı.
Aleyhinde ifade verenlere bakılırsa, Naki, Ankara’da ikamet ettiği halde, Çorum ve Merzifon havalisinde bir olay çıktığında, durumdan vazife çıkarır, görev bölgesine koşar, eylemlerde bulunuyor, yakalanmadan Ankara’ya dönermiş.
Naki spor yapmayı çok severdi, 5 Dakika fırsat bulduğunda, ya yerde egzersiz yapardı ya da olduğu yerde koşardı.
Naki’yle birlikte ’’Dış göreve’’ çıkan kişi ise Naki’nin tam tersiydi.
Zayıftı, alçak boyluydu, gösterişsizdi.
Önceleri, Naki’yle arkadaşının angarya görevine gönüllü çıkmalarına bir anlam veremiyordum, sonra takip ettikçe niyetlerini sezinlemeyi başardım.
Naki’yle arkadaşının niyeti, fırsat bulduklarında, askeri cezaevi’nden firar etmekti.
Bir insan, cezaevi’nde kalmak zorunda bırakılan tutuklu bir insan, hep aynı kişiyle, özellikle tel dışı görevlere gönüllü çıkıyorsa, bunun bir nedeni olmalıydı.
Dikkat ettim, Naki ve arkadaşı ne zaman tel dışı göreve çıksa, başlarındaki nöbetçinin dikkati dağıldığında yan yana geliyor fıs, fıs, fıs konuşmaya başlıyorlardı.
Bizim cezaevi’nde, Cezaevi’ni çevreleyen dikenli teller haricinde mapus damıyla özgürlük arasında sadece, aşılması hiç de zor olmayan Üssü çevreleyen teller vardı.
Kendimi o’nların yerine koydum, ben bizim cezaevi’nde yatan biri olsaydım ve firar etmeyi düşünseydim, ne yapardım diye düşündüm, aynı sonuca vardım.
İlk adım itimat telkin etmek, güven sağlamaktı.
O’ndan sonra nöbetçi ya da gardiyan, başımda dikilen her kimse, yakınlaşmaya çalışırdım, boş anını kollamaya çalışırdım.
Naki, bunların hepsini yaptı, sadece küçük bir hesap hatasına düştü, o da benim eski ülkücülerden olduğumu, bu işleri çok iyi bildiğimi bilmemesiydi.
Bir gün bana zarf attı, Güneydoğu’da yaşanan fukaralıkla ilgili söylev çekmeye başladı.
Güneydoğu’daki fukaralığı tasvir ederken adeta gözlerinden ışıltılar çıkıyordu, sanki yöre halkının fukaralığından zevk alıyor gibiydi.
Durumu gardiyan arkadaşlara da intikal ettirmiştim, durumumun vahametini anlatmış, hepsini uyarmıştım.
Bizim gönüllüler dış göreve çıktığında başlarında bulunuyorsam, salak ayaklarına yatıyordum, fıskos yapmalarından, vucut dillerinden ne zaman harekete geçeceklerini kestirmeye çalışıyordum.
Bir iki defa elinde silahla Naki’ye çok yaklaşan bizim erleri uyararak belli bir mesafede dikilmesini ve tutuklularla konuşmadan sadece dikkat etmesini hatırlatmıştım.
Öyleyken, uyarılarım her zaman faydalı olmayabiliyordu.
Bir gün Naki’yle arkadaşı, tel dışı göreve çıkmış, işlerini bitirmişlerdi, Cezaevi nizamiye dediğimiz tel örgü kapıdan içeri girmekteydiler.
Nizamiye nöbetçisinin kapıyı kolaylıkla açabilmesi için komutanlarımız kapı nöbetçisine STEN marka otamatik silah vermişlerdi ve Sten boştu.
Naki’yle arkadaşı tam içeri girerlerken; diğeri durdu, nöbetçiye döndü, gülümsedi, sanki hava durumunu soruyormuşcasına, ’’askerağa, silahın dolu mu?’’ Diye sordu...
Soru, askeri cezaevi’nde yatmakta olan birinin sorabileceği masumlukta bir soru değildi ve belli bir amaca hizmet ediyordu.
Tam bizim nöbetçi; silah boş, diyecekti ki ben atıldım, dene dedim.
Dene, sen de öğren, ben de öğreneyim.
Benim niyetini öğrenmiş olmam, çocuğun yüzünün kızarmasına sebep olmuştu, bir daha da benim yanımda öyle abuk sabuk soru sormadığı gibi firar etmek için de fırsat bulamadılar.
Benim nöbetimde firara kalkışsalardı, niyetine girmiştim, vuracaktım.
Sporcu mu hızlı koşar, kurşun mu daha hızlıdır sorusuna da kesin bir cevap bulmuş olacaktım...
Bir başka gün, açık görüş yapılacaktı.
Tutuklular giyinmişlerdi, ziyaretçilerini bekliyorlardı.
Koğuşların önündeki örme telli kapı açılmıştı, tutuklular istediklerinde bahçeye çıkabilecek konıumdaydılar.
Ziyaret günü, istenmeyen bir olumsuzluğu önleme adına da bölükten, bir çavuş komutasında bir manga er görevlendirilmişti.
Aptal çavuş; silah çattırdı, çatıya nöbetçi bırakmadı.
Bu durum da tutuklulardan birinin gözünden kaçmadı.
Adam ilk tel örgüden çıktı, sanki arkadaşıyla konuşuyormuş gibi ara sıra geri bakarak yengeç gibi yan yan çatıya yaklaşıyordu.
Adamın çatıya uzaklığı 25-30 metre benim ise 4 metreydi.
O iki adım attı, ben bir adım attım.
O iki adım attı, ben bir adım attım.
O daha 20 metre uzaktayken ben çatıya ulaşmıştım, en yakındaki tüfeği elime alabilecek konumdaydım.
Derken adam benim kendisini ve amacını fark ettiğimi fark etti, zınnnk diye durdu, geri döndü, tel örgünün arkasına geçti.
Tehlike geçtikten sonra çavuşa durumu bildirdim, çatıya neden nöbetçi bırakmadığı konusunda fırçaladım, bizim salak kıpkırmızı oldu.
Adamın kolunda istediği kadar şerit olsun, kafa çalışmadıktan sonra şerit ne işe yarar?
Bizim Çavuş’ta iri, yarı ama biraz kafasızdı.
Tutuklulardan biri eline bir silah geçirmiş olsaydı, eminim ki işimiz çok zor olurdu, o gün çok kan dökülürdü...
(Devamı var)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.