- 901 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
milat öncesi sevişmeler
Kaç yılına aitti film, tam olarak aklıma gelmiyor.
İnsan garip gerçekten de… Aşkı kabul ettiğinde kalp, akıl tatile çıkıyor. Tatilde bir akıl için ne önemli olabilir ki? Plajdaki üstsüzler, rakı sofraları, deniz, kum, stresten az uzaklaşma ve en çok da sessizlik.
Belediye otobüsleri yok artık. At arabalarının rahatsızlığı mevcut. Galiçya adına, Tanrı şarabı yarattı diye, ona sarhoş diyemezsin insan.
Bilgi dünyasının hâlâ kirlerinden temizlenmek adına ‘su’ya muhtaç canlılarıyız. Dante’nin umutsuz bir özlemi pay ettiği yaşamı düzeltmeye gelmiş gibi hissediyorum kimi zaman ve suyu seviyorum. Büyük İskender gibi çoğu zaman. Hazret III. Aleksandros , kutsal bir süt içtiğin ve dökünce büyüyor coğrafyası zaferin. Bilgi dünyasının cahilleriyiz. Artık katırlar üzerinde kitaplar taşıyan bir Makedon olmama da gerek yok. Yüce Aleksandros, kızım olsaydı onu sana verirdim. Tanrılar bunu isterdi, bunun için kızıma Nikaia ismini verdim. Geç kalmak ya da ölmek senin suçun değil. Su, sadece su.
Kirliyiz. Hiçbir kutsal kitap, son kitap kadar kutsal olmamıştı. Son diye mi? Tanrıları öldürebilecek kadar büyük olduğu için mi? Fakirliği seçmekten korkuyor insan, şeref paramparça… İbrahim’in tamir ettiği Allah’ın evinin içine bakıyordu. Can Muhammed, canlar kurban olunası elçiler… Tanrıları öldüren büyükler… Dünya yaratıldıktan sonra Kâbe’nin var olduğu yer üzerinde Allah’ın tarif edilmesi güç bir şeyi vardı. Şey, yerinde kullanıldığı zaman ne kadar da güzel!
Dünyadaki sapıklar ve tecavüzcülerin cezası ne biliyor musun? Yakılmak mı? Baş aşağı günlerce sarkıtılmak mı? İdam mı? Kan şerefliler için akmalı ve su, rahmet gibi cezanın da bekçisi. Muhammed’in Kâbe’den bakıp da, gördüğü o yüzyıllar sonrası asır nasıl da sapkın! Etrafta yüzlerce gökdelen. Kâbe’yi, Allah’ın evini boğmak isteyen taş ve metal yığınları… Bir gün yıkılacaklarını bilmeleri ne kadar da büyük ceza ve bir gün öleceklerini bilmeleri tecavüzcüler için büyük ceza. Cücelere bayram, şenlik ak bir göğüsten durmadan akan yağlı bir süt…
Şey… Tanrılarını yakan İlahın yaptıklarını anlatmada en kuvvetli kelime! Şey’i insan uzatmamalı, şey’i her yer de kullanmamalı, dikkat etmeli! Hiçbir yaratılmış bir şeye düşecek ya da yükselecek kadar sıfatları gizli ve esrarlı olamaz. Nasıl oluyor da esma’ül hüsnalar bu kadar az, düşünen var mı? Çok demeyin asla, var olanları doğru kullananlar zaten pek kuvvetli oluyor maneviyat adına. Ya bilinmeyen ‘şeyler…’ ? Sınırsızlığı zorlayamazsın sen, susuyorum. Su lazım bana, su.
Uzun bir süre anlatmaya çalışıyorum. Ağzımda su birikiyor. Film izliyoruz.
‘Sevişirken güzel şeyler söylemeni istiyorum’ derken, gülüyorum. ‘Biz sevişmiyoruz’ diyorum. ‘Şey’ demediğim için içim rahat, günahkâr bir iğde ağacı kadar eğilmemiş sırtıma sürülen eller o kadar hafif ki, güzel bir şeyler mırıldanıyorum. Cennet’e girmek için, Cehennem ’de yanman gerekiyor, diyor bir süre için Dante’m. Yüzyıllar öncesinden okumuş ve ezberime aldığımı bildiğim o sözü dudaklarıyla göğüs kafesime öpücükleriyle işliyor. ‘Segui il tuo corso, e lascia dir le genti… ‘ İznik’in kıyısında tulumbalar… Soğuk suları ısıtan güneş, eriyorum. Aleksandros, biliyor musun, ben artık biliyorum. Senin niçin öldüğünü. Senin var olmak için ne kadar yürüdüğünü, uyuduğunu. Kaç galon şarap içtiğini. Pardon, tanrılar şarap içmezdi. Bir Yunanlı gibi sarı sarı gülüyorum, kadın bana soruyor, ‘neden gülüyorsun’ diye. Bilmiyor ki İskender’in ayak bastığı her toprak da hissettiği o doyumsuzluğu, ben onu öptüğüm teninin her karesinde hissediyorum.
Film’den su boşalıyor. Atina’daki depremler gibiyiz. Artçı tekemmülcükler bizimkisi. Kemale ererken, filozarların elbiselerini soyuyoruz. İşin en eğlenceli tarafı, kendi nefsimizin yükselttiği insancıkları, kendimiz beceriyoruz yine. Kadınlar ağlarken mi daha sert olur, erirken mi?
‘Kâbe kaç kez tamir edildiyse, beni de öyle tamir edeceksin ve ona nasıl altından elbiseler giydiriyorlarsa, bana da giydireceksin…’ diyen şeytan olmadı hiç. Şeytan, dedi ki: ‘Şimdi ne beni suçlayıp af edilebilirsiniz ne de kendinize kaçacak bir yer bulabilirsiniz. Ben de sizin gibiyim ve sizden daha kötü bir haldeyim. Haydi herkes kendi azabını çekmeye!’
Portakal kabuklarını atmayacaksın ortalığa öylece. Eskilerin adetleri ne kadar da güzelmiş. Etrafa atmak, etrafı kirletmek yok! İnsanlar kalan ne varsa, toprağa gömüyorlar. Bir karganın diğer kargayı gibi… Vanası tutukluk yapmıyor ve koku kirazın içinden doğuyor. İznik’te bir gün köylünün birine bakıyorum, yiyin diyor, bu kirazlarda göz hakkınız var, yiyin! Soğuk tulumba suyu, dolgun, kıpkırmızı ve sertçe kirazlar… Kadının bu kadar sertleşebileceğini bilseydim, daha çok mitoloji okurdum.
Kendi mezar taşına işeyen gözler, abdestsiz hayatı seviyorlar. Su’suz, kusuyorlar. Hava lanet ediyor, delinen oz’on’un hangi tabakası? Şey’e veriyorum. Nasip meselesi. Aşk iyidir, çünkü o insana ruhunun istediği yüksek şeyleri verir. Şeyler… Komik! Aşk efendi olmamalı, eğer ona ne kadar inanırsak, o kadar acı çekeriz. Kadın Küba rüzgarlarıyla saman çekilmiş sesiyle ‘çekelim acıyı’ diyor. Aşk sonuncu güzel. Onu yaşayana kadar her şey berbat olmalı.
Kıskanıyorum. Onu bu halde kendimden kıskanıyorum. Altımda bir havuç turunculuğunu boyuyor beyaza, ay çiçeği gibi kalkacak şimdi armut kesiği kasıkları. Beni kıskanma diyemezsin diye sıkıyorum en cahil, okunmamış etlerini. Canı sıkılıyor, ama aşk böyle diyorum. Kıskanmayan insan sevmiyor demektir, bilmiyor musun? ‘Kıskanma’ diyor, ‘yalnızca sevginle kanat beni, ısır, at tüm kabuklarımı geçmişimden. Ben Mısır’ın Firavunlarından kaçtım, cesursun; beyaz at istemiyorum. Şu anda üzerinde oturduğum yerden gayet memnunum.’
Olmadığı kadar Germen küfürleri bunlar. Domuzları yiyorlar. Acıyın onlara, gökyüzünü göremiyor diye kıyamazsınız onlara! Toprak kabul ediyor kanı, ama tiksiniyor Fransız parfümlerinden. Dördüncü olarak aşkı bilen bir kadın, hovarda bir kadından her zaman daha değerlidir. Belki Kabe’yi görmemiş gözler, ama Darrah’a çıkabilecek kadar da kutsal ayaklar. Tüm çıplaklığıyla saatler ilerliyor.
Kadın Beatrice olamam diyebilir, her şeyden önce Dante olmak lazım gelir. Karşıdan karşıya geçerken bir ‘Yabancı’ gibi ölmeyeceği ne malum insanın? Tanrıları yok eden İlah kadınları çok seviyor. Kadın, sanıyor ki dünyayı yaratıyorum ama hiçbir zaman gerçek yaratıcıya eş koştuğunu düşünmeden. Bir delik, bir meleğin sıkıştığı yer, birkaç kare acı, sancı ve kıvranan eklemlerim hepsini yaratan kadar güzel bir şey var.
Film edebiyet için. Ebediyetin parmağını yalıyorum. Su ne zamandan beri tuzlu?
Şayet bir son olsaydı, tek sonlanmak istemezdim. Kadın sura üflediğini zannediyor. Kıyamet üç kez kopmalı, üç kez kırıyor dizini. En çok sırtımı sıkınca, yaşıyorum. Daha sert, yumuşak olmayı kabul etmiyor ‘şey!’
Ve Ege, Tanrıların rahat uyusun! Marmara içinde Oylat’a kadar uzanan saçları var şimdi kadınımın. Boğulmak istercesine kaynar su içinde Oylat güzeli. İyi geliyor su. Su iyilikle kötülük arasından akar. Bir ayağım iyilik, diğeri kötülük; akıyor su maviye. Lacivert’in lanetinden korkup, yıldızları saymak için erken.
Her zaman bir damla su kalır. Theodoros hangi polisin kıyısında? Su akıyor. Durmasını bekliyorum.
Su hiç durur mu? Akıyoruz, bir şey değil.
Athena, Ares’i hiçbir zaman yenmedi, yenemeyecek de.
Kadın ‘sus’ diyor bana, ‘sus’ ve öp.
Gölün içine döllerini bırakıyor bir balık. Karnına dayayıp gözlerimi, uyumalıyım.
Ben sizin hiç Tanrınız olmadım, olamayacağım da hanım efendi, şimdi ellerini göğe kaldırma vakti!
‘Gratias Deus…’
*** www.youtube.com/watch?v=M7lc2AjVHKU
milat öncesi sevişmeler Yazısına Yorum Yap
"milat öncesi sevişmeler " başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.