- 992 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
İSTANBUL FARESİ
Antik eşyaların bin bir türlü taklidinin sergilenmekte olduğu loş Kapalı Çarşı’nın içi, alabildiğine kalabalık. Birbirine çarpanlar, çığırtkanlar, -yeni döviz kaynağımız- turistlere manalı manalı bakanlar…
Beyazıt Camisi’nin önünde güvercin yemi satanlarla, istikbalden söz açanlar…
Bense, kendimden geçmiş durumda, doyamadığım İstanbul’umu seyrediyordum. Tam o sırada, ilginç bir çağrıyla kendime geldim:
- Aziz Müslümanlar, değerli dindaşlarım! ..
Kulaklarımı okşayan sesin sahibini görebilmek için etrafıma baktığımda, gözlerime ilk takılan, müthiş bir kalabalık oldu. O tatlı ses, daha birçok kişiyi etrafına çekmekteydi.
- İşte, gördüğünüz gibi muhterem kardeşlerim. Şu kutunun içinde bulunan mahlukat… Takdir-i İlahinin, bir garip marifeti!..
Kalabalıktaki dalgalanma, halkadaki daralma ilgimi daha da arttırdı. Sonradan gelenler de ayaklarının ucunda yükselerek, başlarını öndekilerin omuzları üzerinden biraz daha ileriye uzatabilmek için çaba göstermekteydiler. Bizim aziz, o bal akan ağzıyla durmaksızın yineliyordu:
- Aziz kardeşlerim, şu görmüş olduğunuz kutunun içinde, henüz geçen ay… Afrika’nın Kenya’sında… balta girmemiş ormanlarda, bir tesadüf eseri yakalanmış olan… büyük Tanrı’nın, büyük marifeti, çift başlı yılan… biraz sonra, gözlerinizin önüne serilecek ve meraklı olan siz kardeşlerimden isteyenlerin eline teker teker verilecektir.
-..!
Seyircilerin tüm bakışlarını kutunun üzerinde toplayan satıcı:
- Siz sayın kardeşim, şu kutuyu açabilir misiniz? Ya siz kardeşim? .. Korkuyorsunuz değil mi? .. Evet, korkmakta haklısınız. Siz bayan? .. Siz genç kardeşim?.. Yaaa, işte gördüğünüz gibi değerli Müslümanlar!..
Bekleşenlerin yüzlerindeki gülümseme, azizimize beklenen saatin geldiğini söylemiş olacak ki, aziz kardeşim ufak bir makam değişikliği ile plağı baştan koydu:
- Sayın kardeşlerim, değerli dindaşlarım, muhterem İstanbullular! .. Şu, birkaç dakikalık heyecanınız geçene kadar… Şurada, asrın son harikası. Çağımızın en son icadı bir mamülden bahsedeceğim.
Yavaş yavaş yükselen mırıldanmalar ile birlikte bakışlardaki merak yerini birden şüpheye bıraktı. Kalabalığın içinde birbirlerine bakmalar ve birkaç kişinin ayrılması üzerine satıcı, en yüksek perdeden okumağa başladı:
- Sayın hemşerilerim, şu gördüğünüz… evet, şu gördüğünüz küçücük mamül; şu elimdeki mai, şimdi burada, ücretsiz olarak istifadenize sunulacaktır, gibi sözlerle seyircilerin tüm ilgisini elindeki şişeye toplayarak:
- Dindaşlarım! .. Elhamdülillah çağımızda yüce Allah, her derdin devasını vermiş bulunuyor. Bu mamülümüz de ağzınızda çürük, kırık, çatlak, patlak ne kadar diş varsa hepsini, tereyağından kıl çeker gibi, bir defada, evet, bir defada çekecektir.
-..!
- Tabii, bunun için önce çürük diş lazım.
Birbirlerine bakmakta olan seyircilerin içinden, gözüne kestirdiği birini yanına çağırdı.
- Sen sayın hemşerim, canım kardeşim benim; dişin var mı, dişin? Ağzında çürük, kırık dişin var mı?
Onun konuşmasına fırsat vermeden:
- Gel hele kardeşim… Bugünlük bu fırsattan bedava faydalan.
Adamcağız biraz heyecanlı, biraz da şaşkın, satıcının yanına geldi. Orada bulunan, ters çevrilmiş portakal sandığının üstüne oturdu. Yeni durum üzerine seyircilerdeki ilgi ve şüphe daha da arttı. Yeni yeni katılımlarla arabanın etrafındaki halka, Beyazıt Meydanı’nı bir miting havasına soktu. Yeterli kalabalığı topladığına inanan satıcı, bir politikacı coşkusuyla ağzını tekrar açtı:
- Vatandaşlar! .. Şimdi, şu görmüş olduğunuz sihirli ilaçtan, şu pamuğa, birkaç damla damlatarak.., şu değerli ve aynı zamanda büyük bir amme hizmeti yapan, cesur kardeşimizin dişine şöyle bir iki damla damlatacağız, diyerek ilaçlı pamuğu adamcağızın ağzına doğru götürdü.
Her ne kadar kahraman olarak tanıtıldıysa da sandığın üstünde oturanın, ağzını daha sıkı kapadığı kalabalığın gözünden kaçmadı. Satıcı biraz daha kibarlaşarak:
- Canım kardeşim benim, şimdi istirham edeyim, ağzınızı şöyle birazcık açınız da şu ufak ameliyatı bitirelim.
Adamcağız doğulu şivesi ile konuştu:
- Açmam gardaşım.
- Ama ağzınızı açmazsanız dişinizi nasıl çekeriz, değil mi?
- Acır gardaş! ? ..
- Yok şeker kardeşim, itimat buyurun, sizi temin ederim. Göreceksiniz, ulu Tanrı’nın yardımıyla dişiniz şıp diye çekilecek.
Seyircilerin ilgiyle izledikleri bu tartışma, satıcının üstünlüğü ile sonuçlandı. Ve ilaçlı pamuk büyük bir özenle, portakal sandığının üstünde oturan adamın ağzına yerleştirildi.
Şimdi satıcı, her ne kadar bağırıp çığırmıyorsa da zaten dikkatler kulaklardan çok gözlerde toplandığından, herkes ilgiyle adamı incelemekte; onun göz kapaklarını açıp kapamasından dudaklarını titretmesine kadar, hatta ağzından akan suya kadar, her hareket bir ilim adamı ciddiyetiyle izleniyordu.
Ve sonunda beklenen an geldi. Satıcı büyük bir özenle adamın ağzını açtırdı. İki parmağını pamuğa götürüp, dişi hafifçe sıkıp kendine doğru çekerken:
- Sayın seyircilerim, işte şöyle bir, şöyle iki dediyse de diş çıkmadı.
-..! !
Satıcı bu duruma bir anlam verememiş olacak ki, önce kızaran yüzü daha sonra sararmağa başladı. O ise elindeki pamuğu tekrar ilaçlayıp adamın ağzına götürdü:
- Sayın İstanbullular, kardeşimiz heyecanlı, ilacı yutmuş. Diş de inatçı. Ama şimdi göreceksiniz, tereyağından kıl çeker gibi deyip, elini hızla çekti, diş yine çıkmadı.
Portakal sandığının üstünde oturan adam, ağzının sağ tarafı biraz kızarmış ve büzüşmüş olarak ayağa kalktı. Her nedense ağzından akan kan ve tükürük karışımına bir türlü hakim olamıyordu. Satıcı son bir gayretle –en acınılacak pozunu takınarak- adama yalvardı:
- Sevgili kardeşim, canım ağabeycim benim; lütfen, son bir deneme daha yapalım! ? ..
- Olmaz gardaş, canım yanıyo…
- Şeker ağabeycim, bak göreceksin, bu defa olacak.
- Olmaz dedik gardaş, ben gidiyom, diyerek birkaç adım attıysa da, bizim nazik satıcımız da birden sertleşerek adama doğru atılıp kolundan yakaladı:
- Bak hemşerim, bir yere gidemezsin; bu kadar kardeşimiz sana bakıyor. Biz de insanız, bizim de ekmek bekleyenimiz var, değil mi? diyerek adamı oturtmağa çalıştı. Fakat diğeri, gideceğim diye diretiyordu.
Tartışma nasıl olduysa, önce tokada, daha sonra da yumruklaşmağa dönüştü. Seyircilerin bir kısmı büyük bir zevkle kavgayı seyrederken bir kısmı da ayırmak için var güçleriyle uğraşıyordu. İşte tam o sırada, Sahaflar Çarşısı tarafından gelen tiz bir düdük sesi satıcıyı engellemeğe yetti. Rakibini bırakıp arabaya atlayan satıcı, ikiye ayrılmaya çalışan kalabalığın arasından çıkmadan önce:
- Eğer ben de Fare İhsan’sam, bunun öcünü bir başkasından mutlaka alırım, deyip şehrin kalabalığına karıştı.
Çetin Özdemir 24.05.1983 Karacabey
YORUMLAR
Bır İstanbul klasiği yaşanmislik ne guzel anlatılmış tarafinızdan sayfanızda. Keyifle okudum. İzleyen, inanan insanlar oldugu sürece hep var olacak sanırım bu durumu görme ihtimalimiz İstanbul'da. Şanslı miyiz, şanssız mı karar veremedim :)
Saygılarımla
Çetin Özdemir
eskiden daha çok oluyordu şimdi tek tük de olsa varmış böyleleri,tebrik ederim saygılarımla.
Çetin Özdemir
İstanbul'un her köşesi elinde limon sıkacağı veya benzer alet edevatla dolaşıp duran adamlarla kadınlarla dolu. Bunlar apirim verebilmek için değilse bile, gördüklerinde yollarını değiştiremeyen pek çoklarımız da varken, sanırım bu sektör hiç ölmeyecek. Bir İstanbul ritüeli olarak boy verdikçe verecek. Hoştu kutladım.