- 1347 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kader Ağacı
Kader Ağacı
Kader müslümanlarca üzerinde en çok tartışılan konulardan biridir. Çünkü kader anlayışının hem fert ve hem de cemiyet hayatını önemli ölçüde etkileyen boyutları vardır. Hiç şüphe yok ki, insanın sadece Yaradan tarafından belirlenen kaderini yaşadığına inan fertlerden meydana gelen cemiyet ile, insanın kendi kaderini kendisinin çizdiğine inanan fertlerden meydana gelen cemiyetin sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda aynı olması düşünülemez. Cebriyye ve Kaderiyye’ye ait olan bu görüşler kader konusundaki yaklaşımların iki uç noktasını oluşturmaktadır.
“Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık (Kamer, 49)” mealindeki ayet hükmünce insanın da bir kader ile yaratıldığı muhakkaktır. Ancak burada kastedilen kader, sadece yaratılış ile sınırlı mıdır yoksa insanın bütün hal ve haraketlerini kontrol eden ve değişmeyen bir güç müdür? Eğer ikincisi ise, sevap-günah ve helal-haram bağlamında kulluk görevinin yerine getirilip getirilmemesi hususu ne anlama gelmektedir?
Yaygın inanışa gore, Allah (CC) her kulun nasıl bir hayat yaşayacağını önceden bilmektedir. Ve kulun hayatının akışı sırasında hür (cüz-i) iradesiyle yaptığı tercihler bu bilgi çerçevesinde kalır ve Allah’ın kulun fiilini bilmesi veya yaratması kulu sorumluluktan kurtarmaz. Her şeyin apaçık bir kitapta yazılı olduğunu bildiren ayetlerin ışığında da(Yunus/61, Neml/75 ve Enam/59) bu bilginin sabit olduğuna inanılmaktadır.
Diğer yandan, Rabbimiz bize inanıp iyi işler yapmamızı ve düşünüp öğüt almamızı emrediyor ve adalet vaadediyor. O zaman, kaderin yönlendirici gücü ile değişmezliği kulluk vazifesinin yerine getirilmesi arasında bir çelişki meydana gelmektedir. Ayrıca, Rabbimiz Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. (Ra’d, 11) buyurmaktadır. Bütün bunlar, şu anda müslümanların çoğu tarafından kabul edilen kader algısında bir yanlışlığın olduğuna işaret etmektedir ve Rabbimizin kaderden kastının, insanın hür iradesini ve dolayısıyla kulluk sorumluluğunu ortadan kaldırmayan bir husus olduğunu göstermektedir. Dahası, Rabbimiz Kur’an’ın gayet açık ve anlaşılır olduğunu ifade etmektedir. Ancak, ulemanın kader hususundaki açıklamaları kafaları daha da karıştırmaktadır.
Hiç şüphe yok ki, yüce Yaratıcı yarattığı şeylerle ilgili her türlü bilgi ve tasarrufa sahiptir. Ancak bundan Rabbimizin kader ile kulunun elini-kolunu bağladığı hükmü çıkarılmamalıdır.
Bu arada, ordusu ile bir seferde iken, salgın hastalık bulunan bir kasabadan uzaklaşılmasını ve oraya girilmemesini emreden Hz. Ömer´in, bir sahabînin Allah´ın kaderinden mi kaçıyoruz? sorusuna verdiği “Evet, Allah´ın bir kaderinden diğer kaderine kaçıyoruz” cevabı bir insanın birden fazla kaderinin olabileceğini düşündürmektedir.
Levh-i Mahfuz’da kayıtlı olan kaderin, insanın tercih hakkı kullanmasına müsait bir yapıda olması gayet makul görülmektedir. Şöyle ki, her insanın kendine has bir kader ağacı olduğu, hayat yolunun doğumla birlikte ağacın kökünden başlayıp, daldan dala tercihlerle devam ettiği ve Rabbin takdirince bir dalın ucunda ölümle nihayet bulduğu düşünülebilir. Böylece, bir insanın kulluk şuuruyla hareket etmesi ve gücü ölçüsünde hayırlı işler yapması ve adalet gününde yaptıklarının sonucuna katlanması gibi hayatın gayet makul ve mantıklı bir şekilde değerlendirilmesi mümkün hale gelir. Aksi takdirde, insan sadece Yaratan tarafından yazılan bir rolü oynuyormuş gibi bir konuma düşer ki, o zaman sevap-günah, helal-haram ve cennet-cehennem gibi kavramlar ve dolayısıyle de din anlamını yitirir.
Bazılarınca gayet makul bir şekilde kader külli ve cüz-i kader olarak ikiye ayrılmaktadır. İnsan güç ve kudretinin ötesinde kalan fiillerin külli kader çerçevesinde gerçekleştiği yolundaki değerlendirmeye hiç kimsenin itirazı olamaz. Bu anlamda, kader ağacının da yeri, büyüklüğü, cinsi, rengi gibi insanın inisiyatifinde bulunmayan özelliklerinin külli kaderin, akıl ve (cüz-i) iradeyi kullanarak dallar arasında tercih yapmanın ise cüz-i kader olduğu söylenebilir. Aynı zamanda, herkesin ayrı bir kader ağacının bulunması insanlar arasında doğuştan gelen farklılıkların açıklanmasını da mümkün kılar.
Islamiyete sonradan ilave edilen hususlarla akıl ve iradeyi yok sayıp, tıpkı uysal bir koyun gibi büyüklere itaat eden, her darlığa kanaat eden ve her sıkıntıya katlanan ve bütün bunları Allah rızası için yaptığına inanan bir müslüman kimliği oluşturulduğu aşikardır. Işte şu andaki yaygın kader algısı, kula kulluktan başka hiç bir netice vermeyecek olan bu kimlik mühendisliğinin ana unsurudur. Nitekim, yaklaşık sekiz asırdır müslümanların dünya bilim ve medeniyetine katkılarının çok sınırlı olması “hürriyet ve şüpheden” arındırılmış bu müslüman kimliğinin bir tezahürüdür. Kaderin, imanın altı şartından biri olarak “öğretilmesi” de, insanı öğretilen kadere inanmadığı taktirde imanı kaybetme gibi çok ciddi bir tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu korkusuna sürüklemektedir.
Körü körüne birilerini taklit etmek, Kitabı anlamadan okumak, tedbirsiz tevekkül etmek ve kendini aciz ve güçsüz görmek ya da kendini sürekli aşağılamak gibi hususiyetler, 12. yüzyılda aklın ve mantığın islam aleminden sökülüp atılması sonucu oluşan iklimde yeşerip gelişmişlerdir. Şimdi ise, insanı insanca ve Rabbin razı kalacağı kulca yaşamasını mümkün kılacak her türlü düşüncenin yeşerip gelişmesine engel olmaktadırlar. Ne yazık ki, bu dünyada insanca yaşamayı beceremeyen zavallılar cenneti mükteseb hak olarak görmektedirler.
Gelinen noktada müslümanlar, en küçük bir girdabı bile bertaraf etmekten aciz durumdadır. Neredeyse her köşe-bucakta bir fırka vardır ve hemen hemen hepside kendilerinin nasıl mümin ve diğerlerinin nasıl kafir olduklarını ispat gayretindedirler. Şirk en büyük günahtır ve nice ümmetin helakına şirk sebep olmuştur. Müslümanların ortak paydası “Allah Rızası” olmuş olsaydı bu kadar çok fırka meydana gelebilirmiydi ya da ebedi yaşayacaklarmış gibi bunca kök-bucak salabilirler miydi? Bunca zamandan beri, yüce Allah’ın müslümanların feryadına kulak tıkamasının sebebi “şirk” olabilir mi? “Kader” ile müslümanların elini-kolunu bağlayan “ulemanın” ve onlara şeksiz-şüphesiz itaat edenlerin akıbeti sürünmekten başka ne olabilir?
Rabbim hepimizi, düşünüp öğüt alan ve inanıp salih amel işleyen şuurlu kullarının zümresine ilhak buyursun.
Veli BOSTANCI
YORUMLAR
Veli Bey, öncelikle bu güzel yazınız için sizi kutlarım.
Kader hakkındaki benim düşüncelerime gelince, salt kader inanışı Müslümanları tembel yapmaktan başka bir işe yaramıyor ne yazık ki!
Elbette hayrın ve şerrin Yüce Allah’tan geldiğine, hepimizin belirlenmiş bir kaderi olduğuna inanırım. Ama bi yere kadar. Biz elimizden geleni yapıp, gerisini hayırlı olması için Allah’a havale etmek kaderdir. Yan gelip yatarak “Allah rızkımızı verir, kaderimizde ne varsa onu yaşarız” demek, tembellikten başka ne olabilir ki!
Eski düşünürler “eşeğini sağlam kazığa bağla sonra Allah’a havale et” diye neden dediler acaba. Salıver gitsin, Allah korur dememişler.
Ben de diyorum ki; Allah, bize seçenekler sunar; seçtiğimiz yol kaderimiz olur.
Selametle efendim.