Yüzümdeki Hayatın Tokat İzleri -2-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
II
Okulda, resmi tatillerde; birden sekize kadar tüm kademeler merasim törenleri için bir haftalık çalışma ve provalardan sonra merasime katılmak zorundaydı. Ders olmazdı fakat yorucu, sıkıcı bir tören hazırlıkları olurdu çünkü merasim askeri bir eğitim ile sürdürülürdü; okulun bando takımı da vardı. Bando çalışmaları ise ilçede bulunan garnizon komutanlığında müzisyen askerler tarafından yapılır; bando takımına seçilen öğrencileri çalıştırırlardı.
Avkani, sıra arkadaşı olan Zümrüt ile teneffüslerde beraber çıkar sohbet ederlerdi. Zümrüt, okul personelin kızıydı ve gündüzlüydü. Şehirli olduğu için Türkçeyi iyi biliyordu. Avkani, özelikle onun Türkçesinden yaralanmak, acısını onunla paylaşmak için onunla gezmeye çalışıyordu. Günlerden bir gün yemekten sonraki iki saatlik boşluktan Avkani ve Zümrüt, okulun bir parkında oturmuş sohbet ediyorlardı. Avkani, Zümrüt’e boynu bükerek:
“Anne ve babanı her gün görmenin nasıl bir şey olduğunu biliyorsun her halde? Ben onları artık göremeyeceğim gibi geliyor! Dört ay biter mi?”
“Zor olmalı… Fakat her şey biter asla umutsuz olma!” dedi Zümrüt.
“Umut nedir? Umut yenilebilir bir şey mi?” dedi Avkani
Zümrüt ve Avkani daha yedi yaşlarında olan iki minik çocuktular, ‘Umut’ ismini bir yerlerde duymuşlardı fakat kavram olarak neydi bilmiyorlardı; o yüzden Zümrüt o soruya cevap vermeden:
“Neyse boş ver bunları… “ deyip cebinde temiz bir mendil çıkarıp Avkani’ye verdi:
“Hediyem olsun… Kirlendiğinde bana ver, yıkarım!”
“Teşekkür ederim… Bu iyi oldu… Gözyaşlarımı silmek için!”
“Neden? Ağlamak yok… Ben senin arkadaşınım bir derdin olursa bana anlatabilirsin” derken Avkani mendili, sevinerek pantolonun arka cebine koyarken yere düşürdü.
O sırada sınıf başkanı Samet olanları görmüş yanlarına geldi. Samet, sohbetlerini kıskanmış olmalı ki sudan bahanelerle Avkani’ye takıldı. Yere düşen mendili gördü. Samet, Avkani’ye:
“Salak! Mendilini düşürmüşsün, görmüyor musun?” Avkani, ona bulaşmadan yere düşen mendili aldı tekrar cebine koydu. Zümrüt ile Avkani sınıfa gitmek için kalkarken Samet:
“Ne o? Rahatsız mı oldun?”
“Yok, zaten birazdan ders başlayacak”
“Mendilin güzelmiş, kimden aldın veya çaldın?”
“Desmal mı? Bir hediye!” der demez Samet bir savaş kazanmış edasıyla:
“Kürtçe konuştun… Kürtçe konuştu! Bakın bakın siz de şahitsiniz! Desmal değil Mendil demeliydin!”
Samet hemencecik Cebindeki not defteri çıkardı, kalemin ucuna hohlayarak:
“İsmini yazıyorum ve öğretmen seni bir güzel pataklasın!” deyip Avkani’yi Kürtçe konuşanlar listesine yazdı. Avkani ve Zümrüt neye uğradıklarına şaşırmış bir şekilde sevinçleri huzursuz olmuştu. İkisi de korkuyor ve kaygıyla İki ürkek kuş gibi sınıfa doğru yürüdüler
Sırada oturmuş Avkani, biraz sonra başına geleceklerini düşünürken tir tir titriyordu. Sınıf ortasında dayak yemenin çok ayıp olduğunu düşünüyor ve ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Zümrüt ise mendil vermenin başına iş getirdiğini düşünüyor ve üzülüyordu, Samet’e bakıp bakıp “Ah, kötü kalpli çocuk… Nasıl da seviniyor!” kısık sesle söylendi. Samet ise görevini yerine getirme edasıyla böbürlenip sınıf içinde gezinip durdu. Zil çalmış nerdeyse öğretmen gelmek üzereydi.
Az sonra İri yarı, uzun boylu, hep ciddi duran öğretmen sınıfa girince öğrenciler hepsi birden ayağa kalktılar. Öğretmen öğrencileri oturtmadan önce sınıf başkanına baktı “Vukuat var mı başkan, listenden bugün ne var? Ver bakalım defteri…” başkan gururlu, göğsü kabararak öğretmene ‘Sakıncalı durum yaratan Listesini’ verip yerine geçti. Öğretmen asker komutuyla:
“Oturun…” dedi
Öğrenciler oturdu fakat öğretmen hala ayakta, defterdeki isimlere bakıp başını salıyor bir yandan da öğrencilerini süzüyordu. Sonra ani bir gürlemeyle:
“Avkani Zorlu… Ahmet Yetiş… Mine Bulut… Tahtaya kalkın!”
İsimleri okunan üç kişi, suçlu olmanın verdiği ezikle, ağlamaklı oldular. Üç küçük çocuk! Yurdundan, ailelerinden uzak bir köşede sıkıştırılmış üç fare gibiydiler. Diğer minik çocuklar gözlerini açmış dayak merasimin yaratacağı şoktan etkilenmemek için kimi gözlerini defterlerine kimisi de yandaki arkadaşına bakıyormuş gibi yaptılar.
Dört duvar arasındayım anne!
Okul dedikleri, bir hapishane
Renkler hep gri-kara, kâbus çöker anne!
Öğretmen:
“Ahmet… Neden çöpleri dökmemişsin? Mine sen öğretmen masasını ve Atatürk posterlerini silmemişsin!” sonra Avkani’ye bakıp “Sen de Kürtçe konuşmuşsun… Kürtçenin okulda yasak olduğunu daha önce söylememiş miydim?” dedi.
Öğretmen, Ahmet ve Mine’ye ikişer sert tokatla pataklayıp yerlerine gönderdi. Sonra Avkani’ye sıra gelmişti. Avkani, üzülerek ve bir mahkûmun idam sehpasında son arzusunu söyler gibi:
“Öğretmenim… Vallah yanlışlıkla oldu! Ağzımdan kaçırdım… Mendil…”
Pat küt yumruk ve tokatlar inmeye başladı Avkani’nin yumuşak ve soluk yüzünde… Avkani, ilk siyasi tokadını yedi yaşında, yurdunda seksen km uzaklıkta, yatılı bir okulda yemişti. Avkani, oturduğunda beyaz yüzü kırmızıya morarmıştı!
Bir kısa sessizlik oldu sınıf içinde ve herkes duvar kesilmişti! Avkani, Zümrüt’ün yanında onun varlığını unutarak hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sınıf başkanı Samet ise bir görevi ifa etmenin sevinciyle sınıftaki minik öğrencilere baskıcı bir gözle teker teker süzdü fakat öğrenciler yüzünü ondan çevirerek kızgınlığını gösterdiler. Samet, en son Avkani’yle göz göze gelip bir süre bakıştılar; Avkani, dişlerini gıcırdatarak ağlamaya devam etti. O minik yüreğine, gücüne gittiği haksızlığı kaldıramamıştı. İçerdekilerin duvar sessizliğini yırtan Avkani’n ağlaması herkesi dağlamıştı.
Ağlaması bir türlü kesilmedi ve sınıfta bir tedirginlik başladı; öğretmen de yaptıklarına üzülmüş, Avkani’nin yanına geldi. Uzun bir çabadan sonra Avkani’nin ağlaması kesildi. Öğretmen kısa bir sessizlikten sonra başkana döndü:
“Samet… Bundan böyle Kürtçe konuşanları değil sadece derslerini yapmayan, temizlik görevini yapmayan ve kavga edenlerin ismini yazmanı istiyorum!” derken
Samet” peki öğretmenim” deyivermişti.
Ders gergin bir hava içinde geçti ve nihayet teneffüs zili çaldı. Çocuklar içerde boğulmuşçasına koşar adımlarla kendilerini dışarıya attılar. Sınıfta En son çıkan Zümrüt ile Avkani de üzgün bir şekilde çıkarlarken öğretmen:
“zümrüt, sen çık Avkani’yle biraz konuşacağım!” Zümrüt, boynu bükük çıktı.
Öğretmen:
“Senden özür dilerim… Ben de emir kuluyum ve sizin Türkçe öğrenmeniz için bu yasak konulmuştur. Tabii benim yaptığım da doğru değildi!” dedi
Avkani, özür dilemenin ne olduğunu bilmese de sadece öğretmenin pişman olması onu az da olsa sevindirmişti en azında yasak kalkmıştı. Okulda, annesi olmadığı gibi anadiline kelepçe takılması asla kabul edilecek bir şey değildi. Dışarıya çıktığında diğer sınıf arkadaşları etrafına toplandı ve bir yasak kaldırılmasına öncü olan Avkani’ye sevgiyle baktılar hata bazıları onu tebrik bile ettiler.
Zümrüt ise hıncını alamayıp Samet’in yakasına yapışmıştı “senin bu yaptığın doğru mu başkan?”
Samet:
“Tepede olmak istiyorsan asla Duygusallığa yer vermeyeceksin!” sonra Avkani’ye bakarak sözüne devam etti “Yoksa ezilirsin! Unutma bunlar benden size öğüdüm olsun” diyerek oradan ayrıldı
Okulda, rutin bir tempoyla dersler devam etmekteydi. Her günü acıyla dokuyan Avkani, sömestri tatilinde köye gitmiş fakat annesinin “hasta olduğunu, çok uzaklarda tedavi görüyor” sözleriyle kandırılmıştı. Annesinin ölümünü erteleyip, uzatmaya çalışmışlardı evdekiler…
Okulun ikinci döneminde Avkani, yediği tokadın etkisiyle kendini Türkçe öğrenmeye bırakmış ve daha iyi öğrenmeye gayret ediyordu. Bu çalışma derslerini de etkilemiş ve sınıfta Avkani, başarılı öğrenciler arasına girmeye kadar gelmişti. Avkani, Haftanın cumartesi günleri sporla zaman harcarken Pazar günleri kendini kiliseye kapatırcasına okul kütüphanesine kapatmıştı!
Aslında bu tokadın acısı geçiştirebilir fakat annesiz olmanın acısı ömür boyu sürecekti; siyasi bir tokattan sonra bir de kaderden bir tokat yemişti Avkani… Hem de annesinin ölümünden habersiz çok uzaklarda…
Devamı Yarın...
Öykümü, günün seçkisine layık gören değerli yönetim/yöneticilere çok teşekkür ederim... Ayrıca öykümü okuyup değerlendiren dostlarıma teşekkürlerimle.
YORUMLAR
Militarizm, feodalizmin kıskacında kurulan ve ırkçılığı temel unsuz sayan yönetimlerde çocuklar dilleri dinleri renkleri içi tokat yerler...
ne zaman ki, demokrasi hakim olur ve kanunlar sadece İNSAN için yapılırsa tokatlar işkenceler biter..
bu anlamda ülkemizde iyiye gidiş var ve çok mesafe alındı diye biliyorum.
yanılıyor muyum
kutlarım emeğinizi.
Hikayenizi günün seçkisinde görünce okudum. Ve, diğer ikisini de okumadan duramadım. Çok etkilendim. Herkesin hayatında böyle acılı zamanlar vardır. Hangi kimlikte olursanız olun. Ben ilk okul üçte hem de Ankara'da bir okulda, önlüğümün eteği biraz sökülmüş diye, kürsüye çıkarılıp, bütün sınıfın önünde eteğimin tamamı öğretmen tarafından sökülerek aşağılandım. Bugün 70 yaşındayım ve halen o günü hatırlayınca gözlerim yaşarır. Kimliklerden önce insanlık önemli. Kürtçe konuşulması yasaklandı diye unutamıyacağınız tokatı atan öğretmen de daha toleranslı olabilirdi. Ancak kendimi affetmediğim bir şey varsa, o da, İnsanların anadilinde konuşmasının yasaklanmasına gerekli tepkiyi zamanında göstermememdir. Hikayenin devamını sabırsızlıkla bekliyorum. Sevgiler..
Yorum yazacağım nereden başlayacağımı kestiremiyorum
evet içeriği canımı acıttı geçmişte de acıtmıştı yarın da acıtacak
bugün ölümü bile hakketmeyenlerin ki (ölemiyor zaten) aptal saptal erk uğruna kapısına kul olduklarından aldıkları emirler ile belimize indirdikleri darbelerin sonucunda geldiğimiz sırat köprüsünden dilerim tüm dünya düşer
Düşerde erk sahibi olunca zayıf gördüklerini ezmeye hakir görmeye yok etmeye azmetmek neymiş anlarlar
kısacası ben bu dünyayı sevmiyorum ve sevecekte değilim İNSAN VAR çünkü...
her zaman savunduğum gibi benden olmayanda bin yaşasın
ama umudum var
bize güçleri yetmeyecek Kürtçede Türkçede konuşulacak ve biz bu şemsiyenin altında adam gibi yaşamaya devam edeceğiz ha
kuduz köpekler hep olmuştur ve olacaktır yeter ki biz aklı selim olup yanımızdakinin elini bırakmayalım
** sevdiklerimi hala seviyorum**
güne düşen kaleminizi tebrik ediyorum/ saat itibariyle rojbaş
DemAN
Onurlandırdınız beni, değerli yorumunuz bana güç verdiği gibi gururlandırdı da. çok sağolun efendim
Saygımdasınız
Filiz Şahin.
Bu musanın bebeleri çok fena sen tut elimi halayımız yavaşlamasın :-)
cevabında bana cesaret verdi sağol arkadaşım saygılar ve selamlarımla , sağlıkla kal...
DemAN
Ben şuna inanıyorum Ülkemizde hakların kardeşliği vardır tüm siyasi otoritelere rağmen. Kürt, Türk, Çerkez, Laz vb ulusların halk nezdinde pek doğrusu fazla gürültüsü yoktur. Tabii Musa bebeleri, büyüdü ve şimdi dünyaya hükümrandır.
"Geyikler, kurbağalara çevikliği öğretmezler" Halil Cibran'ın güzel sözüyle ŞUNA VURGU YAPMAK İSTERİM, yayılmacı güçlerin bize yaşamayı öğretmezler fakat biz neden öğreenemiyoruz ve bir kış uykusudur yaşadığımız.
Filiz Şahin.
vallahi çocuk gibi sevindirik oldum biliyor musun Allah da seni güldürsün ne yalan söyleyim "acaba" diye çekinerek gellmiştim sayfana ama kainatın dili ortakmış bir daha, bir daha , bir daha gördüm, varol arkadaş
gönlünden ve gözünden güneş eksik olmasın
Hani küçükken radyo vardı bir tek
Ve arkası yarın programı
Heyecanla beklerdik hani
Yıllar sonra aynı heyecan içindeyim
Hayattan kesitler
yani bizler
Sağolsun heval
Unutamadıklarımızı anımsadık yeniden
Saygıyla
DemAN
Çok teşekkür ederim Heval
Kötü ya...
Yazı değil, yaşanılan olumsuzluk silsilesi...
Öğretmene takıldım. Emir kulu. Uyulması gereken kuralların ifası. İfa.. Çok zor birşeydir ve yerine layıkı ile getiremeyenleri nedense hep uygulayıcı konumlara getiriyoruz... Neyse... Çok aklıma takılı şeyler var ama, seri bitince...
Takipteyim.
Selam ve saygı ile...
DemAN
Tabi bu uzun bir roman az kurgu ile çoğu gerçek yaşamımda alınmadır. 18 yaş ile 45 yaş arasındaki olaylar senaryo olarak yazmışım zaten, traeatmanı hazır senaryo aşamasındadır. 350 sayfa düşündüğümden tüm bunları ayrıntılarıyla yazmama imkan olacak mı bilemiyorum.
İlginize çok teşekkür ederim, sağolun Sevgili Terdem
Sevgiyle kalın
Terdem
Ben anlamam, tee sonuna kadar okumak istiyorum bir şekilde =)
DemAN
Elimde geldiğince burada yazmaya çalışacağım... Ayrıca Başkan Samet'in ironiksel bir hayal örgüsü de var romanın içinde göndermeler de var.
Terdem
Burayı orayı şurayı bilmiyorum, yol gösterilmesi yeterli okumam için.